Bülent Fevzioğlu

SULAR ÇEKTİ ONLARI   – Bereketçiler… – (3)






(Cumartesi günkü köşe yazımızdan, devamla)

 

*     *     *

‘Volkan’ vardı ama herkes kendi kafasına göre iş yapar, dedim ‘yok, böyle olmaz…’

Sonra işte TMT kuruldu.

Bizi takip ederlerdi…

Bizi beğendiler ve bir gün bir torba verdiler ‘Baf’a götür’ dediler…

Nasıl yapacağız nasıl edeceğiz derken, götürdük verdik vereceğimiz kişiye…

Döndük geldik, beklerim yine görev versinler, arayan yok soran yok…

Dedim kendi kendime, ‘‘Vehbi, sen lideri ara bul… Lider lider, kimdir bu lider?’’…

Acaba müftülüktür, acaba kaymakamlıktır, belediyedir? Kimdir bu lider, nerdedir? Yoksa Evkaf Müdürüdür acaba? ‘Evkaf’a varayım ben’ dedim kendi kendime çünkü o zaman en büyük Evkaf Müdürünü görürdüm! Küçük bir toplumduk ya, yoktu ki bir şeyimiz… Onun için en büyük Evkaf Müdürünü görürdüm ben…

Gittim.

‘‘Aman ay oğlum’’ dedi bana ‘‘yoktur öyle bir şey bende…’’

E napacağım?

Aklıma Federasyon geldi bu sefer. ‘‘Bir federasyon kuruldu, başkanı da Denktaş, git bir da Denktaş’ı gör’’ dedim kendi kendime…’’

 

*     *     *

Sn. Vehbi Mahmutoğlu Federasyon Başkanı Sn. Denktaş’a gider, ancak oradan da hayal kırıklığıyla ayrılır…

Gazeteci yazar Sn. Ahmet Tolgay, 2008 yılının Mayıs ayında Mahmutoğlu’nun 74 sonrası yaşadığı Küçükerenköy’e gider ve onunla, geçmişe ilişkin anılarını paylaşır.

Sn. Vehbi Mahmutoğlu, Sn. Denktaş’ın yanından ayrıldıktan sonra neler yaptığını şöyle anlatır: (8)

 

*     *     *

“Köyüme döndükten sonra bendeki huzursuzluk daha da büyür…

Rumlar, habire saldırmakta…

Günler kan revan içinde akıp geçmekte…

Silâhsız nasıl savunacağız kendimizi?

Ufak bir balıkçı motorum vardı…’’

 

*     *     *

Sn. Vehbi Mahmutoğlu, balıkçı motorunu nasıl aldığını ise bir başka söyleşide gazeteci yazar Sn. Banu Avar’a şöyle anlatır: (9)

 

*     *     *

‘‘Başladık köyümüzü nöbetleşe beklemeye.

Koca köyde bir tabanca, bir av tüfeği, şiş, balta hepsi o kadardı…

Silâh lâzımdı bize. Rum askeri, ensemize binmişti. 

Silâh getirmek kolay değildi…

İngiliz bizi yakalasa, idam edilirdik.

Rum yakalasa, kurşuna dizerdi…

Kardeşim Celal’e gittim… Polis olarak çalışıyordu.

– ‘‘Silâh getirmeliyiz buraya’’, dedim.

70-80 sterlin verdi…

Rum’dan bir kayık aldım, kayığın üzerinde ‘‘Elefteria’’yazıyordu, Türkçesi, ‘‘Hürriyet’’.

Aldım o tekneyi Rum’dan, yalnız ileri vitesi vardı. Geriye gidişi yoktu…

Ufacık bir tekne…

1958’in Haziran ayında, yanıma arkadaşlarım Asaf (10) ile Cevdet‘i (11) de alarak Türkiye’ye doğru yola çıktık.

Amacımız, oradan direnişe silâh taşımak.

İngiliz devriye botlarına yakalanmamak için gündüz balıkçı numarası yaptık, gece yol aldık. Motorumuz 3 saatte 4 deniz mili yapmakta… Galadran’a (12) çıktığımızda hemen yakalandık.

Mülteci mi, yoksa kaçakçı mı olduğumuz araştırılıyor.

Yetkililere derdimizi anlatıncaya kadar anamızdan emdiğimiz süt burnumuzdan gelir.’’

 

*     *     *

Hürriyet gazetesi araştırmacı köşe yazarlarından Sn. Soner Yalçın, çeşitli kaynaklardan derlediği bilgilerle, Sn. Vehbi Mahmutoğlu’nun ‘‘yetkililere derdimizi anlatıncaya kadar, anamızdan emdiğimiz süt burnumuzdan gelir’’ dediği o günün 13 Ağustos 1958 olduğuna dikkat çekerek, sonraki gelişmeleri şöyle yazar: (13)

 

*     *     *

‘‘Tarih 13 Ağustos 1958.

Genelkurmay Başkanlığı Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanlığı’na (Özel Harp Dairesi), MİT’ten “gizli”/şifreli yazı geldi.

Kıbrıs’tan Anamur limanına motorlu bir kayıkla pasaportsuz gelen Vehbi Mahmut, Asaf Elmas, Cevdet Remzi adlı üç Kıbrıslı Türk yakalanmış ve Anamur Jandarma Komutanlığı ve MİT Adana Bölge Başkanlığı’nda sorgulanmıştı.

MİT, özel harpçilerin görev yaptığı Seferberlik Tetkik Kurulu’na soruyordu;

– Siz de sorgulamak ister misiniz?”

Teşkilâtta görevli Binbaşı İsmail Tansu ve Kıbrıslı Doktor Burhan Nalbantoğlu apar topar uçakla Adana’ya hareket ettiler.

Telaşlıydılar.

Kimdi bu gençler?

Kim göndermişti onları?

Maksatları neydi?

Ve en önemlisi, Kıbrıs’taki teşkilâttan haberleri var mıydı?

Binbaşı Tansu ve Dr. Nalbantoğlu, MİT Adana Bölge Başkanı Fuat Doğu’nun makamına koşarak çıkıp bilgi aldılar. Hemen üç genci görmek istediler. Vehbi, Asaf, Cevdet’i sorguladılar…

Gençler, Dr. Nalbantoğlu’nu Kıbrıs’tan tanıyorlardı.

Özel harpçi Binbaşı İsmail Tansu’yu ise Adana emniyetinden komiser sanıyorlardı.

Gençler benzer sözler söylediler:

– EOKA’nın tecavüzlerine karşı koyabilmek için Türkiye’den silâh bulalım dedik. Yanımızda para da getirdik, olmazsa parayla silâh alıp eşlerimizi, çocuklarımızı koruyacağız.”

Binbaşı Tansu, duygulandı.

Ama yanıtını aradığı başka soru vardı kafasında.

Kıbrıs’taki teşkilâtı biliyorlar mıydı?

Hayır, teşkilâttan habersizdiler.

Kıbrıs’ta özel harpçiler tarafından henüz iki hafta önce kurulan, “Türk Mukavemet Teşkilâtı” (TMT)’yi bilmiyorlardı. Özel harpçiler rahatladı…

Özel harpçi Binbaşı İsmail Tansu, Adana’da sorguladığı üç gencin ifadesini Kıbrıs’taki TMT Başkanı Yarbay Rıza Vuruşkan’a bildirdi. Ve ekledi:

-Onlarla, silâh göndereceğim.”

 

*     *     *

Perşembe günkü köşe yazımızda, devam etmek üzere…

 

*     *     *

NOTLAR:

8) Ahmet Tolgay, Özveri Ruhu, 10 Mayıs 2008, KIBRIS Gazetesi.

9) Kaynak: godandus.blogcu.com

10) Asaf Elmas

11) Cevdet Remzi

12) Kaledran (Halk ağzında: Galadran) Anamur’un Antalya sınırında köy.

13) Soner Yalçın, ‘‘Gizli Teşkilâtın Silâhları Akdeniz’in Dibinde Yatıyor’’, Hürriyet gazetesi, 3 Ağustos 2008.

Fotoğraf:Vehbi, Asaf ve Cevdet; ilk silâhları taşıdıkları sandalla –Silâhlar teslim alınmış, Anamur’dan Erenköy’e hareket hazırlıkları yapılmakta – 1958.

SULAR ÇEKTİ ONLARI   – Bereketçiler… – (3)
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.