Bülent Fevzioğlu

Sorsalar, Hatırlamazdı Kaç Zaman Geçtiğini…






Gözü yoldaydı.

Hep yola bakıyordu.

Kapının arkasından bakıyordu, pancurların çizgisinden bakıyordu, perdenin kenarından bakıyordu.

Hemen herkesin kapısında duran postacı bir onun kapısında durmuyordu.

Gözü yoldaydı ve mektup bekliyordu.

Kimden geleceğini bilmeden bekliyordu.

Kimseye yazmadan bekliyordu.

Kimseye yazmadan mektup beklemenin anlamsızlığını bilerek bekliyordu.

Beklediği mektup, bir türlü gelmiyordu…

 

* * *

Küçük bir sehpanın üzerinde duruyordu telefon.

O, sırtını genişçe bir koltuğa vermiş, yerde, kilimin üzerinde oturuyordu.

Elinde bir bardak vardı.

Bardağın içerisinde belki çay, belki kahve, içki bulunuyordu belki…

İçtiğinin ne olduğunu değil, çalmayan telefonu düşünüyordu.

Yüreği beyninde, beyni gövdesinin içerisinde tekrarlayıp duruyordu:

– Hadi çal… Hadi çal… Hadi…

Onca ısrarlı beklentisine rağmen, çalmıyordu telefon.

Oysa çalsaydı…

Kaparcasına ahizeyi alsaydı…

Konuşsaydı…

Akrep, yelkovanın peşinde dönüp duruyordu.

İlerliyordu zaman.

Beklediği telefon, bir türlü çalmıyordu…

 

* * *

– Geleceğim, demişti.

Dünle beraber yarın da geçti.

Bugün de gelmedi.

Önceleri geçen saatlerin hesabını tutuyordu.

Saatler çoğalarak, günler hanesine yazılıyordu.

Aklının not defteri artık, saatleri sığmıyordu.

Her yedi gün bir hafta oluyordu, her dört hafta bir ay.

Ay, ayın koluna giriyordu.

Aylar çoğalıyordu.

– Geleceğim, demişti, gelmiyordu.

Ne geliyor, ne soruyor, ne arıyordu…

Sanki “Geleceğim” dediği biri, hiç yokmuş gibi davranıyordu.

Ağzının içinde tonlarca küfür birikiyordu.

Küfrediyordu…

“Geleceğim” diyen, bir türlü görünmüyordu…

İstediği, yalnızca, 3-5 sözcüklü bir cümleydi.

Paragrafsız, parantezsiz, virgülsüz bir cümle…

Dilbilgisi kurallarının hiçbiri önemli değildi, alabildiğine, sabırsız büyüyen bir istekle beklediği cümlede.

3-5 sözcükten oluşmuş cümle çalsaydı kapısını…

Açsaydı…

Kapısı çalınmazdan önce dışarıda duran telgraf, açılan kapıdan içeriye girseydi…

Bir solukta okusaydı…

Almak istediği haber olsaydı…

Karmaşık bir yumaktı, çözülseydi…

Okudukça rahatlayacaktı; rahatladıkça yeniden ve yeniden okusaydı…

İçerisine serin sular aksaydı…

Ferahlasaydı…

* * *

Çalmayan kapıyı düşündü, gelmeyen telgrafı ve 3-5 sözcüklü büyük haberi.

İstediği haberi bir solukta okutacak telgraf, bir türlü kapısını çalmıyordu.

İçeriye girer girmez doğru faks cihazının bulunduğu yere yürüdü.

Adımları telaşlıydı.

Faks cihazına doğru yürürken, telaşlı bacağını, masanın kenarına çarptı.

Ağrıyı hiç duymadı.

Cihaz boştu.

Faksın aldığı herhangi bir yazı sayfası yoktu.

– Otomatiğe almamış mıydım, diye düşündü.

Kontrol etti, almıştı.

Saatine baktı.

Beklediği yazı, çoktan geçilmeliydi.

Dudaklarının arasında yanan sigarasını unutmuş, yeni bir sigara yakmaya çalışıyordu.

Yanan sigarasını farketti.

Elindeki sigara paketini, az önce bacağını çarptığı masanın, üzerine savurdu.

Paketin hızla çarptığı ince cam tüp vazo, devrildi.

Kırık cam parçaları dökülen suya karıştı.

Bacağındaki ağrıyı duyumsadı.

Faksa baktı.

Çoktan geçilmesi gereken yazı, bir türlü geçmiyordu…

 

* * *

Beklenen mektup, gelmiyordu…

Telefon çalmıyordu…

“Geleceğim” demişti, görünmüyordu…

Gönderilmediği için, telgraf alınmıyordu…

Geçilmesi gereken faks yazısı, bir türlü geçilmiyordu…

Ne yapmalıydı?

On parmağı ile birden daldı, saç diplerine…

Sorsalar hatırlamazdı, kaç zaman geçtiğini öyle…

Sorsalar, Hatırlamazdı Kaç Zaman Geçtiğini…
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.