Bülent Fevzioğlu

Sn. TATAR’la 30 Yıl Önce – 30 Yıl Sonra… (Yalpalamamak…)






Cumhurbaşkanı Sn. Tatar, geçtiğimiz 28 Aralık günü, yeni yıl nedeniyle basına bir resepsiyon verdi.

Kıbrıs sorunuyla ilgili gelişmeler yanında medya ve iletişim konusuna da değinen Sn. Cumhurbaşkanı; basının, haberin ve çok sesliliğin önemine dikkat çekerek, devlet yayın organları ve özel medya kuruluşlarının büyük bir aile olduğuna, vurgu yaptı.

Bu haberi okuduğum an, Sn. Tatar’ın konuşması içerisinde geçen “Aile” kelimesine zihnim takıldı ve bu zihinsel takılmam da beni, tam 30 yıl önceye taşıdı…

Çünkü Sn. Tatar’ın kendisi de tee 30 yıl önceden olmak üzere, aslında, bu “büyük ailenin” bir üyesidir…

Profesyonel anlamda henüz siyasete adım atmamış; milletvekili, bakan, parti genel başkanı ve başbakan olarak görevler üstlenmemiş ve nihayetinde de ülkemizin 5’inci cumhurbaşkanı unvanına, sahip değildi henüz…

Bu görev ve sorumluluklara henüz sahip değildi fakat bugün söyler ve savunur olduklarını da “basın – yayın ailesinin bir üyesi olarak” tee 30 yıl önceden aynı duygu, düşünce, ilke ve inançla söylüyor ve savunuyordu yine de…

Kısacası Sn. Cumhurbaşkanının bugün söyler ve savunur olduğu düşünceler toplamı son üç beş yıla ait değil, bu zihinsel ağacının kökleri 90’lı yıllara uzanmaktadır.

Sn. Cumhurbaşkanının medya ile olan yakın ilişkisi, gerçekten ayrı bir araştırma, örnekleme ve yazı konusudur…

Ben; basın resepsiyonundaki konuşmasından hareketle, yalnızca bir örnek vereceğim…

Tamı tamamına, tam 30 yıl geçmişe uzanarak…

 

*     *     *

Yıl, 1995…

O yıl, Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanlığı’nda basın danışmanı olarak çalışıyordum.

Telefonum çaldı. Arayan, kendisiyle tanışmaktan ve çalışmaktan her zaman onur duyduğum bir abim, rahmetlik Doğan Harman’dı.

Yeni bir dergi çıkarma hazırlığında olduğunu ve beni de bu derginin yazar kadrosu içerisinde görmek istediğini söyledi. Hemen kabul ettim…

Derginin adı, “KIBRISLI” idi…

Sahibinin kim olduğunu sordum, “Ersin Tatar” dedi.

   “KIBRISLI” Dergisi’nin ilk sayısı, Temmuz 1995 tarihlidir…

Dedim ya tamı tamamına, tee 30 yıl evvel…

Bakınız; büyük medya ailesinin bir üyesi – yayıncısı olarak, derginin Yönetim Kurulu Başkanı Sn. Ersin Tatar, derginin ilk sayısı için kaleme aldığı yazısında, duygu ve düşüncelerini, şöyle paylaşır:

 

*     *     *

“Değerli okuyucular, yeni bir yayın organı ile karşınıza çıkmanın sıkıntılarını heyecanlarını ve pek tabii ki mutluluğunu yaşıyoruz.

Yeni bir yayın organının hazırlanıp basılıp okuyucuya ulaşabilmesi için gerçekten büyük sıkıntılar yaşanıyor, büyük engeller aşılıyor, o yayın organı biçimlenip son şeklini alana kadar birkaç kez tekrar ve tekrar kan ve terle yoğruluyor.

Tabii bunlar, doğum için gerekli olan sancılar.

Evet,“Kıbrıslı Türkün Sesi” diyoruz.

Dergimizi neden böyle adlandırdığımızı soranlar çok…

Belki size biraz garip gelecek ama son zamanlarda “Kıbrıslılığımızı” inkâr etmeyi bir marifet sayan hatta milliyetçilik zannedenler bir hayli çoğalmışlar. Bu durum bizi Kıbrıs’ta yabancı olarak gören ve ada üzerinde bize azınlık haklarından başka hiçbir hak tanımayan Rum Ortodoks Kilisesi ile Yunan emperyalizminin ekmeğine bal sürüyor. Biz Kıbrıslıyız, Kıbrıs bizim vatanımız ve vatanımıza sahip çıkacağız beyler!

 

*     *     *

   Evet, Kıbrıslıyız, ama Türk’üz!

   Kıbrıs’ta tarihsel olarak eşit iki ayrı halk olduğu olgusunu inkâr eden ve bizi Kıbrıslılık kavramı içinde Rumlaştırıp eritmeye çalışanlara karşı da Türklüğümüzü vurgulamak ve korumak zorundayız.

Biz “Kıbrıslı Türkün Sesi” derken bu felsefe ile yola çıkmaktayız ve bunu vurgulamayı gerekli görüyoruz.

 

*     *     *

Değerli okuyucular, milletlerin varolma hakkının manevi temelinin kültür olduğunu hepimiz biliyoruz. Milletlerin kültürleri ne denli güçlü olursa varolma yetenekleri de o denli güçlü oluyor. Kültürsüz milletler diğer milletler içinde eriyip yok olmaya mahkûmdurlar. Bu yüzden kültürümüzü korumak, geliştirmek ve yaymak zorundayız.

Milletler; tankları, topları, savaş uçak ve gemileri, uyduları ve bunun benzeri şeylerle değil, sahip oldukları kültürle büyüktürler. Bu yüzden büyük bir müzik,büyük bir edebiyat,büyük bir sanat ve bunun gibi yaratmayı başarabilmiş halklar sayısal açıdan bizim gibi küçücük bile olsalar, büyük dünya devletleri içinde yer almayı başarabilirler.

Örneğin tüm Avrupa milletlerinin katıldığı ulusal danslar yarışmasında birincilik aldığınız zaman büyük millet olur ve diğer büyük milletler arasında yerinizi alırsınız.

Tabii milletleri yok eden sadece kültürsüzlük değildir.

Her kültürde pozitif kültür öğeleri yanında, negatif kültür öğeleri de vardır.

Negatif kültür öğeleri, ulusların kültür yapısını içten kemire kemire binayı çökertip sonuçta yokederler. Antikültür öğeleri diye de adlandırabileceğimiz bu negatif öğeler, kâinatın kurulduğu günden beri insanlarla birliktedirler ve insanlar varlıklarını koruyabilmek için bunlara karşı sürekli mücadele etmek zorundadırlar.

 

*     *     *

Hırsızlık, yalan, yolsuzluk, dolandırıcılık, fuhuş, kumar, uyuşturucu alışkanlığı ve bunun benzeri afetler kâinatın kurulduğu günden beri insanlığı ve İnsanlık kültürünü tehdit etmektedir. Aynı afetler özellikle son yıllarda artan bir şekilde Kıbrıs Türk halkının varlığını da tehdit eder bir duruma gelmiştir. Bu yüzden iş olsun, kavga edelim veya keyf yapalım diye değil, kültürümüzü ve varlığımızı koruyabilmek için bu afetlere karşı kararlı bir mücadele vermek gerçek anlamda yurtsever olan her Kıbrıslının boynunun borcudur.

Bu felsefe ile yola çıkıyoruz ve bunu halkımıza açıklamaktan da gurur duyuyoruz.

   Halkın içinden çıktık, halkımızın yanındayız ve halkımızın desteği ile ana hatlarını çizmiş olduğumuz bu yolda kararlı adımlarla yürüyeceğiz.

Bu arada basında tekelcilik gibi gerici ve anti sosyal birtakım tutkuların kurbanı olanlara söyleyecek bir tek sözümüz var: Her alanda olduğu gibi, basın alanında da tekelcilik çürümeden başka birşey getirmez ve bunun ne size ne de topluma hiçbir yararı olmaz.”

 

*     *     *

Kıssadan hissesi:

Ne diyor tee 30 yıl önceden, medya ailesinin bir üyesi – yayıncısı olarak Sn. Tatar?

– “Kıbrıs’ta tarihsel olarak eşit iki ayrı halk olduğu olgusunu inkâr eden ve bizi Kıbrıslılık kavramı içinde Rumlaştırıp eritmeye çalışanlara karşı da Türklüğümüzü vurgulamak ve korumak zorundayız.”

Peki ya 30 yıl sonra bugün, bu kez bir cumhurbaşkanı olarak, ne diyor?

   – “Kıbrıs’ta iki ayrı halk ve iki ayrı devlet vardır. Egemen eşitlik ve eşit uluslararası statünün tescil edilmesiyle yeni ve resmi müzakerelere başlamaya hazırım.”

Ve işte, tam da bu noktada, hatırlamamak mümkün mü Kurucu Cumhurbaşkanımız Sn. Denktaş’ı?

   – “Hayatta, hiçbir zaman yalpalamayacaksın.

   Düşüncelerinde bir ileri bir geri adım atmayacaksın.

   Her dönemin adamı değil, her dönem adam olacaksın.”

Bu kadar yalın, bu kadar açık…

Sn. Tatar’ın 30 yıllık özeti, tam da bu işte:

   Yalpalamamak…

 

Sn. TATAR’la 30 Yıl Önce – 30 Yıl Sonra… (Yalpalamamak…)
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.