Bülent Fevzioğlu

Makarios’un Dışlanan Fotoğrafı Ve Tarihsel Bir Özeleştiri…(2)






Ve devam ediyor, Sn. Theodoros Theodoru:

 

*     *     *

   ‘‘Pratik açıdan bakıldığında, Kıbrıs sorununun, her iki tarafın uzlaşmazlığı ve bir tarafın diğerine karşı işlediği suçların bir sonucu olarak ortaya çıkan güven eksikliği nedeniyle çözümsüz kaldığına şüphe yoktur.

1963-1964’te biz, 1974’teki işgalle birlikte de kesinlikle çok büyük ölçüde Türk tarafı ilk sıradaydı.

   Eğer tüm suçları tartarsak, kesinlikle diğer tarafa doğru ağır basar.

   Ancak uluslararası meseleler terazi ve kantarlarla ölçülerek çözülmez.

   İşgal ve istilanın 1963 Makarios ayaklanmasından ve 1964-1974 yıllarında Kıbrıslı Türklere karşı işlediğimiz suçlardan daha büyük bir suç olduğu yadsınamaz bir gerçektir ancak çözüm konusunda bize yardımcı olmamaktadır.

   Amacımız, başkalarının bizden daha kötü olduğunu söylemekse, o zaman amaca ulaşılmıştır. O halde onların bizden daha kötü olduğu iddiasıyla yaşayalım ve her türlü çözüm girişimini durduralım. Ancak aynı zamanda bu iddiaları bizim ortaya attığımızı ve bunlara sadece bizim inandığımızı da anlamalıyız.

 

*     *     *

Pratik nedenin diğer ayağında, yani iki tarafın uzlaşmazlığında, yine terazi ve mezura alırsak, ciddi bir şekilde kaybederiz. Belki de buradaki sorun, uzlaşmazlık ve inatçılık kelimelerinin doğru anlamını bilmememizdir.

   İster ekonomik ister siyasi olsun, iki taraf arasındaki her türlü anlaşmazlıkta, uzlaşmaz olan ya da en uzlaşmaz olan, anlaşmazlığın çözümüne yönelik önerileri çoğunlukla reddeder.

   Dürüst olalım. Bu konuda da başı biz çekiyoruz.

   1972 Kleridis-Denktaş anlaşmasını kim reddetti?

   1978’deki Batı projesini kim reddetti?

   1977 Makarios-Denktaş ve 1979 Kiprianu- Denktaş anlaşmalarından 2004’e kadar tüm çözüm önerilerini ilk reddedenler kimlerdi?

 

*     *     *

Karşı tarafın her şeyi kabul ettiğini söylemiyorum, ancak büyük HAYIR’ları ilk söyleyen, yıkıcı ajandalara ve uzun süredir devam eden ajandalara bağlı kalan bizdik.

   Türklerin diplomasi ve ulusal sorunları yönetme konusunda bizden daha yetenekli olduğu, sadece efsanedir.

İyi yapmayı bildikleri tek şey, sabırlı olmak ve hatalarımızdan ustaca faydalanmaktır.

   2004’e kadar reddettiğimiz girişimler düzinelerle ifade edilebilir.

Ne zaman bir fırsat ortaya çıksa, siyasi, kişisel, partizan değerlendirmeler, aynı zamanda liderlerimizin çoğunun ulusal beceriksizliği nedeniyle bunu engelledik.

   Çözümün adil olması gerektiği gibi saçma bir bahaneyle, hiçbir çözümün kaybeden için adil olamayacağı gibi büyük bir gerçeği hiçbir zaman fark etmedik.

   Her zaman olduğu gibi, hep Türkiye’nin uzlaşmaz olduğuna inanıyoruz.

   Peki, 2004’te diğer taraf BM planına karşı oy kullandı mı?

   2017’de iki devletli çözümden bahsedip her şeyi havaya uçuran kimdi?

 

*     *     *

   Öze ilişkin olarak, Kıbrıs sorununda başlıca iki diken bulunmaktadır.

   Birincisi siyasi eşitlik, ikincisi ise garantiler ve işgal askerlerinden oluşan güvenliktir. Siyasi eşitliği hiçbir zaman kabul etmedik. 1963 yılında, Başpiskopos’un felâket 13 maddesiyle, Kıbrıs Türk toplumunu bir azınlık olarak ikincilleştirmek istedik ki bu, birkaç yıl önce, 1959 yılında Zürih ve Londra’da imzaladığımız anlaşmalara tamamen aykırıydı.

   Meşhur garantiler meselesine gelince, yine 1963 öncesi dönemde güvenlik sorununu çözmek ve net bir Batı yönelimine sahip olmak için NATO’ya katılma fırsatını değerlendirmedik. Bunun yerine, bazen Makarios’un kişisel hırsları ve yakın zamana kadar da ekonomik bağımlılıklar nedeniyle, Doğu koalisyonu ile flört ettik.

 

*     *     *

   Yazının başlığındaki soruyu, yani Kıbrıs sorununun bir işgal ve istila meselesi olup olmadığı sorusunu yanıtlarken, hiç tereddüt etmeden ve mesleğim gereği vatanseverler tarafından azınlık ve Türk düşmanı olarak boyun eğdirileceğimi bilerek, işgal ve istilanın Kıbrıs sorununun sadece bir yönü olduğuna, önemli olduğuna ancak tek yönü olmadığına inanıyorum.

Elbette işgali aklamaya çalışmakla suçlanacağım.

   Ne yazık ki bazıları için tarih çamaşır makinelerinde değil, objektiflikle yazılır. Bazıları ise ulusal meselemizin yönetimindeki sorumluluklarımızı ve diğer topluma karşı işlediğimiz suçları silmeye çalışıyor ve ne yazık ki sadece içten içe buna ikna oluyorlar.

   Eğer kendimizi uluslararası alanda mağdur olarak tanıtmaktan memnunsak, bu bir seçimdir, ancak 50 yıl sonra kimse ikna olmuş değildir.

   1974’te kesinlikle Türk işgalinin kurbanlarıydık ama aynı zamanda failleriydik de…

Trajedi şu ki, eylemlerimizin kurbanı sadece Kıbrıslı Türkler değildi, en büyük kurban bu topraklardı. Ne yazık ki, bu süreçte ülkemizin yarısını feda ettik çünkü ister siyasi ister ekonomik olsun, kişisel çıkarlarımızı her şeyden üstün tuttuk.

   Hoşumuza gitse de gitmese de bu acı gerçektir.

   Bu kadar.”

 

*     *     *

Kıssadan hissesi:

Kıbrıslı bir Türk olarak, Sn.Theodoros Theodoru’ya bu tarihsel analizi için teşekkür ederim…

Tek kelime yorum, yapmayacağım.

Yalnızca, şu cümlelerinin altını bir kez daha çizeceğim:

 

*     *     *

   – ‘‘Dürüst olalım. Kıbrıs sorunu 1974’te değil, onlarca yıl önce başladı.

   – 2004’e kadar reddettiğimiz girişimler, düzinelerle ifade edilebilir.

   – Eylemlerimizin kurbanı sadece Kıbrıslı Türkler değildi, en büyük kurban bu topraklardı.

   – İki tarafın uzlaşmazlığında, yine terazi ve mezura alırsak, ciddi bir şekilde kaybederiz.

   – Siyasi eşitliği hiçbir zaman kabul etmedik.

   -Hoşumuza gitse de gitmese de bu, acı bir gerçektir.’’

Makarios’un Dışlanan Fotoğrafı Ve Tarihsel Bir Özeleştiri…(2)
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.