Geçtiğimiz hafta boyunca, başta sosyal paylaşım siteleri olmak üzere ve sonra da kimi basılı veya dijital gazetelerimizin köşe yazılarında bir konu tartışıldı…
Konu ne?
Konu; Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkan Yardımcısı, emekli asker, Sn. Turan Büyükyılmaz’ın bir TV programında söylediği sözler…
Uzatmaya gerek yok.
Ne demiş Sn. Büyükyılmaz?
– “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti hasta ve Türkiye’nin sırtında bir kamburdur!”
Vaaayyyy, sen misin diyen…
Hep bir ağızdan saldırı, hep bir ağızdan “Özür dile” nağraları…
Ve en sonunda…
Sn. Büyükyılmaz kendisine yönelik olarak yapılan ağır eleştirilere yenik düşerek, en sonunda ne dedi özel TV kanallarımızdan TV 2020’ye?
– “Kambur kelimesi ağırdı, haddi aşan bir kelimeydi…”
Sn. Büyükyılmaz, keşke ilk söylediklerinin arkasında dursa, savunsa ve bu son cümleyi hiç kurmayıp da özür dileyen, olmasaydı bana göre…
Çünkü…
Bu da benim fikrim ki…
Söyledikleri içerisinde çok doğrular var; ancak, kendini ve fikrini ifade etmekte Türkçe yönüyle yetersiz kaldı… Beni, tam da bu noktada hoş görsün lütfen!
Eleştiri doğru…
İfade şekli yanlış…
* * *
Günlerdir; bu konuyu takip ediyor, okuyor, izliyorum…
Ancak; Pazartesi, Perşembe ve Cumartesi günleri olmak üzere, KIBRIS gazetesinde haftada üç gün yazan bir köşe yazarı olarak, gündemi, deyim yerinde ise günü gününe takip etme olanağım yok…
Haaa…
Çok mu önemlidir Bülent Fevzioğlu’nun ne düşündüğü, ne yorumladığı ya da ne yazdığı – yazacağı, gündemin tartışmalarına dair?
Estağfurullah…
Haddimizi, hududumuzu biliriz elbet…
Ancak…
Şu güzelim ülkenin yorgun ve 40 yıldır eli kalem tutan, şiirler, şarkılar, ağıtlar, kitaplar yazan ve yayınlayan ve de çokça panellerde, kongrelerde, sempozyumlarda bildiriler – makaleler sunan bir vatandaşı olarak bu Bülent’in de söylemek – paylaşmak istedikleri olmalı elbet!
O kadarcığına(!)da gayrı, hakkı olsun, müsaade(!) ile…
* * *
Neydi konumuz?
– “Kıbrıslı Türkler, Türkiye’nin sırtında kambur!”
Buyurunuz lütfen…
Türkiye’nin sırtındaki “Kamburu”, şöyle bir anımsayıp, hatırlayalım…
* * *
Daha, “Türkiye Cumhuriyeti” ilân edilmemiş henüz…
Dönem, Osmanlı dönemi…
O dönem ki… Kıbrıs Adası…
Osmanlı – Rus savaşı nedeniyle; üzerinde güneşler batmayan İngiliz İmparatorluğu’na “buyur al, yeter ki beni koru, savun, Kıbrıs senindir” denilmiş!
Bu bapta ne kirasına ne de yıllık 98 altın’ına girmeyeceğim!
Verildik mi İngiliz’e?
Verildik!
Tee 12 Temmuz1878’den başlamak üzere, Osmanlı’da, Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte…
Teee Mustafa Kemal ortaya çıkana değin…
Emperyalist güçlerden “Kurtuluş Savaşı”na değin…
Nedir, Osmanlı tarihinin son yıllarında yaşanan, “Kurtuluş Savaşı”?
– “Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu’nun İtilaf Devletleri’nce işgali sonucunda Mîsâk-ı Millî sınırları içinde ülke bütünlüğünü korumak için 1919-1922 yılları arasında gerçekleştirilen çok cepheli siyasi ve askeri mücadele…”
İşte Kıbrıslı Türkler, teee 1878’den 1919 yılına değin, 41 yıl boyunca İngiliz sömürgesini yaşayıp, 1919’da, Mustafa Kemal’i kendine bayrak edinen bir halktır…
Ya ne oldu “Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı” yıllarında?
Hani öyle; gündelik ilkel ve taşra bir siyasetin “kör gözüne parmağım” hamasetinde ve de “Kambur – Mambur” diyecek bir basitlikte, değildir bu konular…
Daha, “Türkiye Cumhuriyeti” kurulmamış henüz…
Daha…
Gerçek “HASTA!” Osmanlının İmparatorluğu’nun Teşhisi, imparatorluğun aydınlık subayı Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından yapılmış, tedavisi sürecindeyiz!
Bu tedavi; 1919 – 1922 yılları arasında süren “Kurtuluş Savaşı” idi…
Ve şimdi…
Bugün; kimilerince “Türkiye’nin sırtında kambur” denilen Kıbrıslı Türklere gelelim…
* * *
Kıbrıslı Türkler…
Gerçek “HASTA” Osmanlı İmparatorluğunun emperyalistlerden “Kurtuluş Savaşı” süresince, onca yokluğuna, yoksunluğuna ve de üstüne üstlük İngiliz sömürgesinde olmasına karşın; Mustafa Kemal’e ve “Kurtuluş Savaşı”na yürekten inanmış, dönemin Kıbrıs Türk gazeteleri bu mücadeleye haber, yazı ve yorumları ile destek vermiş; savaşılan mevzilerde kullanılmak üzere avlusundaki odununu, katırını, eşeğini satmış, onca bilgisiz, birikimsiz, cahil aklıyla(!) da tiyatrolar sahnelemiş, bağış kampanyaları düzenlemiş ve en nihayetinde “çam sakızı çoban armağanı” niyetine toplayabildiği üç – beş kuruşunu da “Hilal-i Ahmer”e (Türk Kızılay’ı) göndermek suretiyle, “senin yanındayım” demiştir…
İnanmayanı; Kıbrıs Türk gazetelerinin o yıllardaki nüshalarını, Girne Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi’nde bulup, okuyabilirler…
Ne çok yazılar, şiirler, kara kalem Mustafa Kemal çizimlerini bulup, görebilirler…
Kurulmamış henüz “Türkiye Cumhuriyeti”!
Kıbrıslı Türkler, gelecek bir “Cumhuriyet”ten habersizken henüz; VATAN bildiği ülkenin o Kurtuluş Savaşı’na aklını, yüreğini, üç beş kuruşunu çoktan bağışlamış, helâl etmişti bile…
Haaa!
Küçümsemek, yok saymak için diyebilir ki şimdi, kimileri, birileri:
– “Tee 1900’lü yıllarda, Kıbrıslı Türklerin neydi ki etiyle budu?”
Mağusa liman hamalı ve balıkçı babam İbrahim Feyzullah da (Sonradan Fevzioğlu), bu konu açıldı mı, şöyle derdi hep:
– “Kedinin sidiği, denize katkı idi!”
Kediydik, fareydik, börtü böcektik amma…
Meraklısı, bir bakıversin o yıllara ait, eski basınımıza…
– “Babamın adı Hıdır, elimden gelen budur” misali, Kıbrıslı Türkler olarak yaptık, yapabileceğimizin en güzelini…
Daha; Türkiye bize, tek kuruşçuk vermeden!
Önce biz verdik, sonra Türkiye!
* * *
Bitti mi?
Aman efendim, bekleyiniz hele, daha yeni başladık…
“Kambur”luk üzerine söyleyeceğimiz, kırık dökük de olsa üç beş sözümüz, vardır elbette…
Pazartesi günkü köşe yazımızda, devam etmek üzere…
Yorumlar kapalı.