Bülent Fevzioğlu

Karkot Deresi’nden Silihtar’a… (10)






(Cumhuriyetin 40. Yıl Dönümünde

Kurucu Cumhurbaşkanı Sn. Rauf Raif Denktaş’ın

Anısına)

 

*     *     *

Ankara’da, zorunlu olarak yaşanan yıllar içerisinde, “Denktaş korktu, Denktaş kaçtı, Ankara’da keyfine bakar” söylemleri daha da yaygınlaşır…

Kıbrıs’tan haber almak üzere, sıkça, havaalanına gider…

Havaalanına gittiği bir gün, beklenmedik bir tepkiyle karşılaşır…

 

*     *     *

   – “Kıbrıs’tan taze haber alalım diye sık sık havaalanına giderdik.

   Son gidişimizde, beklenmedik bir olayla karşılaştık.

   İki yakın addettiğim arkadaş vardı, yolcular arasında. İkisi de benimle görüşmemek için, manevra yaptılar. Bir tanesini ismiyle çağırdım, durmaya mecbur oldu.

– “Ne var ne yok, nasılsınız?” diye sordum.

   Yüzünden düşen bir değil, beş bin parça oluyor sanki.

– “Ne olacak, bildiğin gibi, mahvoluyoruz… Sen de Ankara’nın rahatında ‘dayanın!’ diyorsun… Nesine dayanacağız, Türkiye’nin geleceği yok işte” deyip, yürüyüverdi…

   Arkasından, öylece bakakaldım…

   Allah’tan, diğer yolcular arasından gelip bize sarılanlar, hal hatır soranlar, özlediklerini söyleyenler oldu da teselli bulduk.

   Arkadaş diye bildiğim bu iki kişinin davranışları kalbime bir hançer gibi saplanıp, kaldı. İnsan, gurbette galiba fazla hassas oluyor…”

 

*     *     *

Korktu… kaçtı… söylemlerinin giderek daha da yoğunlaşması üzerine, hükümet yetkilileriyle görüşür, ancak, Kıbrıs’a gönderilmesine izin verilmez…

Bu olumsuz girişimler sonrasında, Sn. Denktaş, gizlice, Kıbrıs’a çıkma kararı alır…

Gerekli hazırlıklar yapılır, yola çıkılır, ancak beklenen sonuç alınmaz, yakalanır…

 

*     *     *

   – “Gözlerimi açtılar, karşımda yedi tane Yunan subayı oturmuş ‘galisorasesgiriye Denktaş” (Hoş geldin Denktaş) diye başladı sorgulamaya. Ve diyor ki;

   – “Şimdi Dr. Küçük, seni yakaladığımız için memnuniyetinden wiskiyi duble duble içiyor…”

   Dr. Küçük’le aramızda bir ihtilâf olduğunu biliyorlar, “ne münasebet” diyorum, “öyle şey yoktur.”

– “Siz, Çağlayangil’le de kavgalısınız, öyle değil mi?” diyor. Ben buna, cankurtarana asılır gibi asıldım.

– “Evet” dedim “büyük kavgam var ve bir yıldan fazladır konuşmuyoruz, görüşmüyoruz” diye de abarttım. Çünkü arkası gelecek, biliyorum. Ve arkası geldi: “Türkiye seni niye gönderdi?” Dedim, “beni Türkiye gönderseydi, böyle enayice elinize düşer miydim?”

 

*     *     *

Diplomatik girişimler sonrasında Sn. Denktaş ve yanında bulunan arkadaşları Sn. Nejat Konuk ile İbrahim Bey serbest bırakılır, yeniden, Türkiye’ye dönerler…

Bir süre sonra, Makarios, Sn. Denktaş’ın adaya giriş yasağını kaldırır ve Sn. Denktaş resmi olarak Kıbrıs’a döner…

Denktaş’ı karşılayanlar arasında, yıllar önce, hukuk tahsili için İngiltere’ye gideceği zaman karakter belgesi istediği, ancak “babanı tanırım, seni tanımam, veremem” diyen, Halit Bey de vardı…

 

*     *     *

   – “Şimdi adaya geldik, bizi hava meydanında, uçağı bir kenara çekmişler, hava meydanında bir grek burunlu uzun boylu yakışıklı bir kişi karşıladı. Bir şeyler söyledi bana “buyurun” dedi, arabaya aldı, anlayamadım ben kim olduğunu, Yunanlı zannettim kendisini, meğer Türk Büyükelçiliği’nin Müsteşarıymış bizi karşılayan…

   Ortaköy sınırına gelince, muazzam bir kalabalık…

   O kalabalığın başında rahmetli Dr. Küçük, sarıldık ağlaştık tabii, büyük bir heyecan. Dr. Küçük’le cipe bindik, o kalabalığın içinden geçtik, bana en çok dokunan, bir kenarda, emekli Yüksek Mahkeme Hâkimi Halit Bey’i gördüm. Halit Bey ağlaya ağlaya bizi selâmlıyordu…

   Benim, Halit Bey’le olan hatıram, babamın büyük bir arkadaşı, avukatlık için İngiltere’ye gideceğimde kendisinden bir karakter belgesi istemeye gitmiştim. Bana dedi ki:

   – “Efendim, ben babanızı tanıyorum, babanız istese vereyim ama sizi tanımıyorum, size, karakter belgesi veremem.” Ben çok alınmıştım buna…

   Fakat daha sonraları, benden de devamlı surette tanıdığım – tanımadığım insanlar gelip de karakter belgesi isteyince, adamın, ne büyük bir sorumluluk altında bunu yaptığını tabiatıyla takdir ettim…

   İnsan, bazı olayları olduğu gün ve o anda öyle bir yorumlar ki, o insana haksızlık etmiş olur. Onun için ben, Halit Bey’i orada beni karşılar ve ağlar vaziyette gördüğümde çok mütehassıs oldum, çok duygulandım. Allah rahmet eylesin hepsine de…”

 

*     *     *

Sn. Denktaş’ın adaya dönüşüyle birlikte, Kıbrıs Sorunu’na çözüm arayışları müzakereler başlar…

İlk kez, 1948 yılı, Ayasofya Mitingi ile Kıbrıs Türk halkının karşısına çıkan Sn. Denktaş, Cumhurbaşkanlığı seçimine yeniden girmediği Nisan 2005 yılına değin, kesintisiz, 57 yıl boyunca, Kıbrıs Türklerinin varoluş mücadelesinde sözcüsü, görüşmecisi, Devlet ve Cumhurbaşkanı oldu…

Yaklaşık, 60 yıllık mücadele kavgası içerisinde; başta Türkiye olmak üzere, Kıbrıs Sorunu ile iç içe olan İngiltere, Yunanistan, Birleşmiş Milletler ve Güney Kıbrıs Rum Yönetiminde liderler, sekreterler, başbakanlar ve cumhurbaşkanları değişti…

Sn. Denktaş, 1955’ten 2005’e uzanan elli yıl boyunca, 11 Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanı; 20 Türkiye Cumhuriyeti başbakanı,

10 İngiltere Başbakanı;

14, Yunanistan başbakanı;

6 Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri ve

5 Kıbrıs Rum Yönetimi lideriyle yüz yüze geldi, çalışma toplantılarında bulundu…

19 Ağustos 1960  – 28 Aralık 1967 yılları arasında, Türk Cemaat Meclisi Başkanlığı,

24 Şubat 1975 – 18 Temmuz 1976 yılları arasında Kıbrıs Türk Federe Devleti Kurucu Meclisi, Meclis Başkanlığı;

24 Haziran 1976 – 9 Haziran 1985 tarihleri arasında iki kez Federe Devlet Başkanlığı (ve)

9 Haziran 1985 – 16 Nisan 2000 tarihleri arasında da 4 kez cumhurbaşkanlığı görevlerini üstlendi…

Kısacası; çocukluk anılarını Karkot Deresi’nin sularında bırakarak zorlu bir yaşam yolculuğuna çıkan Sn. Rauf Raif Denktaş, 60 yıllık toplumsal bir mücadeleden geçerek, Kıbrıs Türk halkının “Silihtar” dediği konutta, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, “Kurucu Cumhurbaşkanı” olma onuruna ulaştı…

13 Ocak 2012 günü hayata veda eden Sn. Denktaş’a, Cumhuriyetimizin 40. yıl dönümünde, bir kez daha  saygıyla, rahmetle…

 

Karkot Deresi’nden Silihtar’a… (10)
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.