

Kıbrıs Türk dergi yayıncılığında ayrı bir yere ve öneme sahip gazeteci ve televizyon program sunucusu Sn. Deniz Gürgöze önemli bir çalışmaya imza atarak, “Anılarıyla Ertuğrul Hasipoğlu” adlı kitabını yayınladı.
Kıbrıslı Türklerin TMT ve milli mücadele yıllarına ilişkin kişisel anılardan oluşan “Direnişin Kahramanları (1955 – 1974” adlı ilk kitabını 2016 yılında okurlarıyla paylaşan gazeteci yazar Sn. Deniz Gürgöze, aradan geçen yedi yıl sonrasında bu kez, geçtiğimiz ay içerisinde de eski milletvekili, bakan ve meclis başkanlarından Dr. Ertuğrul Hasipoğlu’nun anılarından oluşan ikinci kitabını yayınladı.
234 sayfadan oluşan ve Sn. Gürgöze’nin ülkemiz dergi yayıncılığında marka olan Mesarya Ajans tarafından yayınlanan kitap kişisel anıları okurlarıyla paylaşırken, kitaba konu olan Dr. Hasipoğlu’na ait fotoğraflarla da belgesel bir kimlik kazanmaktadır.
Sn. Gürgöze, yeni kitabının hazırlık sürecine ilişkin duygu ve düşüncelerini “Önsöz” başlığı altında şu duygularla paylaşır:
“Anılar Harmanında
Dr. Hasipoğlu…”
“Elinize ulaşan bu kitabın hayat bulması, Sn. Suna Hasipoğlu’nun bir gün bana, eşinin anılarının bir kitapta toplanması isteğini söylemesi ile başladı…
Torunlarına bırakmak istediği, manevi değeri yüksek, bu çok önemli anılarını içeren kitap sayesinde Sn. Ertuğrul Hasipoğlu’nu daha yakından tanıma fırsat buldum.
Tanıdığım siyasetçi ya da doktor sıfatının ardında yatan başka sıfatlar da taşıyordu… O anlattıkça öğrendim, öğrendikçe fikir sahibi oldum.
Önyargılarla hareket etmeyi seven bir toplumuz. Ben de herkes gibi Sn. Ertuğrul Hasipoğlu’nu yeterince tanımadan – bilmeden, önyargılarımla yorumluyordum hep kafamda.
* * *
Sn. Ertuğrul Hasipoğlu, annemle aynı hastanede görev yapıyordu. Annem, o zamanların (1972 – 1990) Gazimağusa Hastanesi’nde hemşireydi. Yani, Namık Kemal Lisesi’nin tam karşısında ve şimdiki İstanbul Teknik Üniversitesi’ne dönüşen yerde.
Okul çıkışı her öğlen saatinde hastaneye gider, annemin çıkış saatini beklerdim. O yıllarda doktor olan Sn. Ertuğrul Hasipoğlu’nu sadece çocuk aklımla bilir ve değerlendirirdim. Yüzü pek gülmez, sert mizacı ile kaldı hep aklımda.
Gel zaman git zaman, hastaneden sonra karşımıza, siyasi çalışmaları ile çıkmaya başladı. Mesleğine ve yapmış olduğu tüm görev ve sorumluluklarına oldukça düşkün, deyim yerindeyse de ağır ahilerimizden biri idi.
* * *
Özetle, Sn. Ertuğrul Hasipoğlu nerede nasıl davranmasını çok iyi bilen, ağzından çıkan her sözü insanlar tarafından saygı ile dinlenilen biriydi.
Onu tanıdım tanıyalı, gözlükleri de gözünden çıkmamıştır hiç.
Elinde, sürekli sigarası ile hatırımda kalan Sn. Ertuğrul Hasipoğlu’nun şu an anılarını ve kitabını yazma şerefine nail olduğum için oldukça mutluyum.
Hem doktorluk hem de siyasi hayatını birlikte ve aynı kalitede yürüterek başarılı bir geçmişe sahip olması ise benim için çok daha bir keyifle zevkle yazmama etken olmuştur. Üç ay boyunca süren bu sohbetler ve yazıya taşıma serüvenin ardından, bir üç ay da eldeki işleri toparlama ve yoluna koyabilmekle geçti.
Açıkçası, çok da kolay olmadı.
* * *
Kuşkusuz, dünden bugüne her şeyi bire bir olarak hatırlamak da o kadar kolay değildi elbette. Geçmişi anarken, unuttukları da oldu. Döndük, başa aldık tabii…
Kim olsa; Sn. Ertuğrul Hasipoğlu’nun hayatını anlatma arzusu karşısında kalemi, eline alırdı elbette. Doğumundan günümüze değin ve konuşulabilecek olan ne varsa, tüm içtenliği ve samimiyetiyle aktardı bana. Geçmiş yıllara dair her anını yeniden yaşadı ve bir kez daha o yılları yaşar gibi anlattıklarıyla ben de dalıp gittim geçmişe, anılar sohbetimizde.
O; hayatının hiçbir evresinde dik duruşundan ve ilkelerinden asla ödün vermedi.
Çok sert ve ketum bir görüntüsü olduğuna bakarak, aldandı nice insan. Halbuki o sert görüntüsünün altında yatanlar oldukça önemliydi. Bir doktor olarak, savaş denilen vahşeti en kanlı haliyle ve en yakından görmüş bir adamın yaşadığı travmayı ancak ve ancak o dönemi yaşayanlar bilirdi elbette. Dostları ve arkadaşları olduğu gibi, ailesinden kaybettikleri de oldu savaş içinde…
* * *
Türkiye’deki üniversite sıralarında tanıştığı ve âşık olduğu Sn. Suna Hanım’la evlendi. İki oğlu dünyaya geldi. Ve şimdilerde de bir emekli olarak üç güzel kız ve bir erkek olmak üzere dört torunu ile zaman geçiriyor.
Eskilerin deyimi ile “elini ayağını” siyasetten çeken Sn. Ertuğrul Hasipoğlu, siyasetten gelen yerini oğluna bıraktı. Babasının yolundan ilerleyen Sn. Oğuzhan Hasipoğlu da kitabımızı yazarken, babasının anılarını benle birlikte dinleyendi. Yani, her röportaj günümüzde birlikte sohbet ederek, iyi bir dinleyicimiz oldu. Benden önce, kitabın sonunu tamamladığını düşünüyorum.
- * *
Evet, şimdi başlayalım…
Sn. Ertuğrul Hasipoğlu’nun anıları…
Kimi zaman sevdi, kimi zaman kıskandı bazen de kin tuttu…
Onun çizgisi başkalarını rahatsız etse de o çizgisinden hiç vazgeçmedi.
‘Doğruya doğru – eğriye eğri’ dedi hep. Verdiği her sözünün takipçisi oldu ve mutlak surette tuttu, yerine getirdi.
Bence, argo kelimeleri de severek kullandı tüm doğallığı ve içtenliğiyle.
Sinde (İnönü) Köyü’nde yetişen ve köyüne özel sempati duyan Sn. Hasipoğlu, yine Sinde Köyü’nde yetişen bana da bu kitabı yazdırdı. Müthiş bir tesadüftür bu ve hiç anlaşmadan ve hiç plânlanmadan oldu bu.
Savaşı birebir yaşadı ve Rahmetle andığı Sn. Bülent Ecevit’i konuşurken hüngür hüngür ağladı.
İşte; şu andan itibaren sizi, çok uzun yıllara uzanan bir anılar harmanında, Dr. Ertuğrul Hasipoğlu ile baş başa bırakıyorum.
Keyifli okumalar…”
* * *
20 Temmuz 1974 mutlu barış harekâtı günlerinde Mağusa Hastanesinde görev yapan Dr. Hasipoğlu, o zor ve sıkıntılı günlerde Mağusa kale içerisinde yaşanan olayların da elbette en yakın göz tanıklarından biri idi…
Kitap içerisinde de “Mağusa Savunması: Altun Tabya Oteli” başlığı altında şu anı paylaşılır:
* * *
“1974 yılında İkinci Harekât başladı. Harekât sırasında hastaneye havan düşmüştü. Hastane içerisindeki aletlerin, araç gereçlerin tümü yanıp kül oldu. Dokuz aylık hamile bir kadın vardı o günlerde. İki kez sezaryen olmuştu. Şimdi üçüncüyü doğuracaktı ve yine sezaryen olması gerekiyordu. Ama bu mümkün değildi.
Aletlerimiz araç gereçlerimiz yoktu…
Böylece kadını Lefkoşa hastanesine götürmeleri için Barış Gücü’ne talepte bulunduk. Kabul ettiler. Kadın, “Kocam gelmezse gitmem” diye diretti. Kocasına da Sancaktar izin vermeyince huzursuz oldum. Gece uykularım kaçtı. Bu arada evimin yanında bir klinik açmıştım. Barış Gücü’ne hastanede ne varsa tahrip olduğunu anlattım ve sezaryeni yapmak için aletlere ihtiyacım olduğunu söyledim.
Barış Gücü, istediğim tüm aletleri kısa sürede temin etti. Ama bu kez de Rumlar kliniğimi işgal etmişti. Böyle olunca surlar içinde Altun Tabya Oteli vardı. Sahibi Erol, eski TMT’ciler dendi. Ondan rica ettim ve oteli hastaneye çevirdik. Hastaları hemen oraya taşıdık ve ameliyatlar yapmaya başladık. Hamile kadını ise sezaryen yaptım ve bir erkek çocuğu dünyaya getirdi. Adını da “Ecevit” koydular. Şimdi Altun Tabya Oteli’ni Erol Bey’in kızı Berna Hanım işletiyor.
Altun Tabya Oteli’nin vatan savunmasında, bu anlamda önemli bir yeri olduğunun notunu da düşmem gerekir.”
“O Tarihsel Otel,
Şimdi Satışta…”
Bir Mağusalı olarak ben (Bülent Fevzioğlu) de o otelin ne denli tarihsel bir öneme sahip olduğunun bilincindeyim…
Sn. Hasioğlu’nun da “Altun Tabya Oteli’nin vatan savunmasında, bu anlamda önemli bir yeri olduğunun notunu da düşmem gerekir” sözlerine aynen katılıyorum. Bir başka önemiyle de o otel, Mağusa sur içine kazandırılan ilk modern otel olma özelliğini de beraberinde taşımaktadır.
Ve lâkin şimdi, içerisine düşülen ekonomik krizle birlikte bölgede açılan çok katlı ve kumarhane ağırlıklı oteller dizisi nedeniyle bu tarihsel otelin satışa çıkarılmış olması da oldukça üzücüdür…
Sn. Gürgöze’yi kitabından dolayı kutlar, başarılı çalışmalarının devamını dilerim…
Yorumlar kapalı.