Bülent Fevzioğlu

Bir Şair: Abdullah ATAŞ Bir Kitap: Işık Yağmurları






İstanbul’dan, bir yeni kitap geldi, armağan…

İsmini ilk kez duyduğum şair, Sn. Abdullah ATAŞ’ın “Işık Yağmurları” adlı şiir kitabı…

Kısa süre önce, “İkinci Adam Yayınları” tarafından okurlarıyla buluşturulan 101 sayfalık bu şiir kitabında, şiirler, hece vezni ve kafiye disiplini içerisinde taşınırken dizelere, şair, Sn. Abdullah ATAŞ’ın de duygu ve düşüncelerini paylaşırken son derece rahat, samimi, abartısız içtenliliği de dikkat çeker.

Göndermek nezaketinde bulunduğu kitabı için kendisine teşekkür eder, çıkmış olduğu şiir yolculuğunda da kitabına verdiği isim gibi; zihninin, yüreğinin ve ruhunun her zaman “Işık Yağmurları” tazeliğinde, serinliğinde ve ferahlılığında olması dileğimi, sunarım.

Önsözünde, şu bilgileri paylaşır:

 

*     *     *

*     *

“Şiir; bazen çöl sıcağında esen ılık bir esinti, bazen uçsuz bucaksız denizlerde kopan hırçın bir fırtına ve bazen de gecelerin ışıksız karanlığında yıldız misali yol gösteren bir kılavuz…

Ve ne kadar acı ki bazıları için de anlamsız, gereksiz, boş uğraş, safsata…

Yorgun dünyanın, yorulmuş gönüllerimizin şiirsiz kalmaması dileğiyle…

1979, İstanbul doğumluyum.

Tekirdağ ilinin, Muratlı ilçesinde ikamet etmekteyim.

Kübra Nur, Muhammed Akif ve Asya Nil isimlerinde üç evlâdım var.

Erzurum Atatürk Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü üçüncü sınıf öğrencisiyim.

1996 yılı Nisan ayından beri şiir yazmaktayım.

Bu kitabın sayfa sayısından da anlaşılacağı üzere, bilinmesini isterim ki hiçbir şiirim benim isteğimle ortaya çıkmadı…

Kimisiyle altı yıl uğraştım, kimisiyle de bir hafta…

Bu kitabın çıkmasında emeği geçen başta eşim ve çocuklarım olmak üzere, İkinci Adam Yayınları ekibine teşekkür ediyorum.”

 

Sevgimin İzahı…

(2009)

 

Otuz yıllık ömrümde nice savaştan çıktım,

Bedenen sağlam kaldım, bir tek ruhum zedeli

Yüzde bir aldığıma, yüz bin vermekten bıktım,

Seni tanımak olsun, sevabımın bedeli…

Tam yedi yıl olmuşken aşka tövbe edeli.

 

Sanki güneş doğmuştu, bitirdi kara kışı,

Umutlarım dağ oldu, hem de iri mi iri

Sonsuz hayat sayfamın sen oldun satır başı

Günlerden pazartesi, Eylül’ün yirmi biri,

O gece yüreğimin, silindi pası kiri.

 

Üç yüz altmış ayı geç, üç yüz altmış saatte

Olmamıştır dünyada rahat nefes alışım

Aşk adına kimseye bulunmadım vaatte,

Şaşırtmasın kalbinin kapısını çalışım,

Bu kez öldürür beni, boynu bükük kalışım.

 

Hangi çiçek sevgimin izahı olur sana

Anlat bakalım meylin laleye mi, güle mi?

Bahçelerde, kırlarda ararım yana yana

Her çiçeği beğenmem gezsem bütün âlemi

Elbette bulacağım, yazdıysa hak kalemi.

 

Madde ile uğraşta nihayet geldim sona

Erenlerin ruhundan mana için feyz aldım

“Kısmetin bu” dediler, “sarıl dört elle ona”

Tarif edilen şendin, o an buz kestim kaldım

Bir dürtüyle uyandım, sonra hayale daldım

 

Cemalindeki nurdu şehrini aydınlatan

Kamaşmakla kalmadı, yaşla doldu gözlerim

Nuruna nail olup, kalkmaz mı yerde yatan

O sim anlatmaya aciz kalır sözlerim

Dilde vuslat türküsü, her an seni özlerim.

 

Bir Sevdanın Yok Oluşu…

(2009)

 

(Avrasya Şairleri Antolojisi Yarışması’nda

18 ülkeden, 560 şairin katıldığı yarışmada

5’inci olan şiir)

 

Ne dedin de yapmadım imkânım dâhilinde

Bir tek canım elimde kaldı diye mi küstün?

Küsmeseydin dünyanın en temiz sahilinde

Dikerdim heykelini, dikkat çekerdi büstün

Ey gafil, nazarımda, sendin her şeyden üstün!

 

Bir yok oluş masalı uydurmadan bu aşka

Manasını çöz önce sevgi ile barışın

Kızma hiç sözlerime, sonsuz hüsrandan başka,

Mağlubu sen olursun nefret denen yarışın,

Mahşere kalır bence hayaline varışın.

 

Günlerdir yalvarışım gidiyorsa hoşuna,

Usul usul toparla tarağını, tasını.

Sanki muhtacım gibi teskin etme boşuna,

Sapladığın hançerin sildin mi ki pasını,

Bir de “tutma” diyorsun, bu sevdanın yasını.

 

Odamdaki her eşya üzerime yürüdü,

Kalmadı akıl bende, bilmem neye şaşayım

Canlı olanlarınsa gözünü kan bürüdü,

Sardı çevremi dehşet, zulmünle baş başayım,

Böylesi ızdırabı, söyle nasıl aşayım?

 

Karamsarlık yaratan kaç bin mahlûkat varsa,

Konakladı ruhumda hep kafile kafile

Maziye hapsettiğim isyankâr duygularsa,

Hürriyete kavuştu, çıkardığın af ile

Gem vurmak zor onlara, yalvarsam da nafile.

 

Işık Yağmurları…

(2003)

 

Çorak arazilerde gül aramak gibiydi,

Belki de bir vahada suya duyulan özlem…

Nasıl ifade etsem, acizliğin dibiydi

Anlaşılmamak ve de sonu hissetmek her dem,

Cennetin ortasında yaşanır mı cehennem!..

 

Daracık bir boşluktan bakmışım hep dünyaya,

Her şey devdi gözümde, karıncadan farksızdım!

Değişti bakış açım, madde ile manaya,

Hakkı hakta ararken belli ki ben haksızdım,

“Yürü!” denilen yolda kolsuz ve ayaksızdım…

 

Baktığım tüm yönlerde aynı şeyleri görmek,

Anladım ki alnıma mühürlenmiş kaderdi…

Haddim olmadı asla geleceği öngörmek,

Bütün kâhinler gelse ahvalime ne derdi,

Sonsuzluğa yürümek belki bana yeterdi…

 

Yalnız bana özeldi teke düşen her mevsim,

Bir benim üzerime çöktü kara bulutlar…

Başkalaştı günbegün tabiat, nesne, cisim,

Gürültüler masumdu, korku saldı sükutlar…

Bunca gafil yığınlar, bilmem ki neyi kutlar!

 

Hesap zamanı geldi, sanki koptu kıyamet,

Can vermeden yaşadım bu dünyada mahşeri…

Bir yanım “sürün” dedi, bir yanım “kalk! Kıyam et”,

Lâkin ateşlerdeyim, dehşet sardı her yeri,

Var mıdır yeryüzünde bu durumun benzeri?

 

Kapanıyor perdesi ömür denen sahnenin,

Işık yağmurlarında karanlığa büründüm…

Takvim yapraklarından düşen her bir senenin,

Matemini tuttukça görünmeze göründüm,

“Sen” merkezli yaşadım, bin parçaya bölündüm…

Bir Şair: Abdullah ATAŞ Bir Kitap: Işık Yağmurları
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.