Bülent Fevzioğlu

“Alikko ile Caher”i yiyen iki ‘seçim’ kaşığı… (1)






Kıbrıs Türk sosyal yaşam tarihimizde gerçek, yaşanmış bir öyküdür bu…

Öykümüzün en yakın göz tanıklarından olan Sn. Güzide Tunç’u bedensel olarak toprağa vereli, üç yıl oldu…

‘‘Bedensel’’ diyorum, çünkü bazı insanlar her ne kadar zaman geçse de aradan, hâlâ anımsanıp hatırlanıyor ve konuşuluyorlarsa eğer, onlar ‘‘ölenlerden’’ değil, ‘‘bedensel olarak’’ aramızdan ayrılanlardır…

Kıbrıs Türk tiyatro tarihimize ve radyo skeçlerimize damgalarını vuran Sn. Kemal Tunç ve Sn. Güzide Tunç gibi…

Güzide Hanım’ı üç yıl önce 16 Ağustos 2021 günü, tiyatro tarihimizin efsane ismi Kemal Tunç’u ise 29 Mayıs 2007 günü sonsuzluğa uğurladık…

Her iki sanatçımıza da bir kez daha, Tanrı’dan rahmet dilerim…

Ve şimdi, onlara dair yaşanmış gerçek bir öyküyü, anılarına olan saygımla, paylaşmak istiyorum…

 

*     *     *

21 Aralık 1963 tarihi, ezberlerdedir artık…

Türk ve Rum halklarının eşit ortaklığına dayalı ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yıkılışı…

Sonrası kan, sonrası barut…

Sonrası ölümler, ayrılıklar, çatışmalar ve nice kayıplar…

Ve lâkin anlatmak istediğim, ‘bunlar’ değildir…

   ‘Bunlar’; anlatmak istediğim asıl öyküye, ‘olmazsa olmaz’ mecburi bir girizgâhtan ibarettir yalnızca…

Ve şimdi…

Vaktâ ki bunlar oldu…

Ol hikâye, böyle başlar…

 

*      *      *

   ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ kurulduğu zaman, bu ada coğrafyası üzerinde İngiliz’den, yayın yapar şekliyle cumhuriyete hibe olarak bırakılan bir radyo vardı…

Kısa adı CBC olan bu radyonun açılımı ‘Cyprus Broadcasting Service’, yani: ‘Kıbrıs Yayın Korporasyonu’ idi…

Türkçe, Rumca ve İngilizce olmak üzere üç dilde yayın yapan CBS’de, Türk çalışanlar da vardı…

Ve işte…

Ne zaman ki 21 Aralık 1963 gecesi ve sonrası geldi, cumhuriyetin diğer resmi dairelerinde olduğu gibi CBS’de çalışan Türk personel de radyodan ayrılmak zorunda kaldılar…

Yaşanan o zorlu, kanlı ve karanlık günler içerisinde Kıbrıslı Türklerin kendi seslerini acil olarak duyuracak, bir radyoya ihtiyaçları vardı…

Dönemin teknisyenleri, elektrik ve elektronik mühendisleri toplandı, kollar sıvandı ve onca yokluğun – yoksunluğun içerisinde Bayrak Radyosu kurulmaya başlandı…

Radyonun kuruluş sürecinde bulunanlar, sonraki zamanlarda o günlere ilişkin anılarını paylaşırlarken, şu bilgileri verirler:

 

*      *      *

   – (Sn. Ali Gürsoy:)Orhan Şevket Bey’in Viktorya Sokağı’nda bulunan ambarında ve İngiliz askerlerinden alınma hurdalıklar arasında verici cihaz olarak kullanılabilecek, ancak birçok aksamı eksik bir cihaz olduğunu biliyordum…’’

Parçaları eksik cihaz, Aralık ayının yağmurlu bir gecesinde mücahitler tarafından gizlice ambardan alınarak, Cumhurbaşkanı Muavini Dr. Fazıl Küçük’ün (Şimdiki Cumhurbaşkanlığı) garajına getirilir…

 

*      *      *

   – (Sn. Erdoğan Naim:)‘‘Şebekeden şu veya bu şekilde elektrik enerjisini alacak, gücü alacak besleme ünitesi eksikti… Ne yapılabilirdi?’’

 

*      *      *

   – (Sn. Tuğrul Hilmi Berkay:)‘‘Yapılacak tek şey, enerji sağlamak için araba akülerini toplamak oldu. Ve vatandaş bunu gönülden bir özveriyle, çekinmeden, arabalarından çıkararak bize verdi. O zamanın ihtiyaçlarının karşılanması için, yaklaşık yüz arabanın devre dışı kalması söz konusuydu…’’

Araba akülerinden istenen enerji sağlanmış, ancak bu kez de karşısına geçip konuşulacak, sesi taşıyacak mikrofon yoktu…

Telefon ahizelerinin içleri sökülerek, mikrofonlar yapıldı…

 

*      *      *

   – (Sn. Kemal Tunç:) Dedim, ‘‘Eee tamam, mikrofon… Nerde mikrofon, yok mu?’’
‘‘İşte’’ dedi… Baktım, dört tane böyle telefon ahizesi…Her birine de bir düğme falan konmuş.‘‘Eee, bunu nasıl…’’ ‘‘E, böyle yapabildik’’ dedi. Çünkü akülerle makülerle çalışıyor… Mikrofon çalıştıramıyor o sistem…‘‘Dikkat et’’ dedi bana, ‘‘iki dakika her mikrofonda konuşacaksın, ısınır mısınır çünkü yanar…’’İki dakika birinde, kapat onu, iki dakika ötekinde…Böyle dönüp duruyoruz…’’

 

*      *      *

   – (Sn. Fuat Abdülkadir:)‘‘Stüdyo cihazı diye bir şeyimiz yoktu; mikrofon yoktu, teyp rekorder yoktu, stüdyo mikseri olarak da bizim tamir ettiğimiz bir sinema amfikatörünü kullanıyorduk…’’

Enerji, araba akülerinden…

Mikrofon, telefon ahizelerinden…

Anten, komşunun çamaşır telinden hallolmuştu da…

Sesleri kaydedecek bir ses kayıt cihazı yoktu…

Ve hiç akılda değilken, o da oldu nihayetinde…

CBS’de çalışan Sn. Muazzez Yalın, henüz olaylar başlamadan önce röportaj yapmak üzere Dr. Fazıl Küçük’e gelmiş ve gelirken de yanında, CBC’ye ait ses kayıt cihazları getirmişti…

 

*      *      *

   – (Sn. Muazzez Yalın:) ‘‘Teknik imkânlarımız yoktu. Bir mikrofon, bir de senograf vardı…

   Onları da, Dr. Küçük’le röportaj yapmak için Rum radyosundan getirmiştim.

   Çarpışmalar başlayıp yollar kapanınca bizim elimizde kaldı ve bunlarla yayına başladık… Daha sonra birkaç tane daha senograf ve mikrofon alındı.

   O yokluğun ve korkuların içerisinde çok güzel programlar ve yayınlar yaptık, yapıldı…’’

 

*      *      *

   Bayrak Radyosu’na kazandırılan o ses kayıt cihazı üzerinde program yapanlardan biri de, Kıbrıs Türk tiyatrosunun temel taşlarından olan, usta sanatçı, Sn. Kemal Tunç’tu…

1964 yılı sonlarında başlayıp, 1970 yılının ortalarına gelinceye değin…

(… Üç nokta ile yarım bıraktığım bu cümleye, yeniden döneceğim)

   Sn. Kemal Tunç tarafından yazılan ve kendisinin de ‘Alikko’ olarak rol aldığı ‘‘Alikko İle Caher’’skeci her pazar sabahı Bayrak Radyosu’ndan büyük bir merakla beklenen ve neredeyse ada genelindeki tüm Türklerin yoğun bir ilgi ve beğeniyle radyo karşısına geçerek ‘pür dikkat’ dinledikleri en ünlü programdı…

   ‘‘Alikko İle Caher’’ skecinde ‘‘Fatmalı’’ rolüyle (sesiyle) de yer alan Sn. Güzide Tunç, aradan geçen yıllara karşın hâlâ o günleri yaşayanların belleklerindeki yerini tüm sıcaklığıyla koruyan ‘‘Alikko İle Caher’’in doğumunu (1) şöyle anlatır:

 

*      *      *

– ‘‘Dükkânlar, oteller, sinemalar hep göçmenlerle dolmuştu…

   Biz radyoda programlarımızı yaparken Kemal Tunç da bizi bırakır ve göçmenlerin yanına gider, hal hatırlarını sorar, onlara moral verirdi…

   Bir gün çok üzüntülü olarak geldi…

– ‘‘Ne oldu?’’dedim, ‘‘Hiç’’ dedi…

   Üsteleyince de, ‘‘yaptığımız programlarla biz bu insanları mutlu edemiyoruz…

Öyle bir program yapalım ki herkes kendi köyünden bir şeyler bulsun…

Kimi denizini, kimi evini, kimi harubunu bıraktı geldi…

Öyle bir program yapalım.’’

   – Eee, ne yapabiliriz?

– ‘‘Biraz da kendi şivemizle yapalım…’’

 

*      *      *

Cumartesi günü köşe yazımızda, devam etmek üzere…

Notlar:

1) Cemal Yıldırım, Zamanın Tozu, BRTK.

“Alikko ile Caher”i yiyen iki ‘seçim’ kaşığı… (1)
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.