Ayla Kahraman

Siz Sorun






Damadım içime sinmedi

   Ayla hanım, ben kızımı yeni evlendirdim. Daha beş ay oldu anlayacağınız ama çok tedirginim. Damat en baştan içime sinmediydi. Tuhaf davranırdı. Yanımızda oturmaz, sohbete katılmazdı. Kendine göre alışkanlıkları vardı. Mesela, belli yerlerde yemek yemez, belli günlerde bize gelmezdi. Ailesine de soğuk davranırdı. Şimdi evlendiler. Kızım bir şey söylemez ama sanırım arada sorunlar başladı. Evlerine ne bizi ne de damadın ailesini davet etmediler. Ziyarete de seyrek gelirler. Kızım yalnız başına daha sık uğrar ama anlayacağınız ben bir baba olarak damadımı tanımam. Nasıl biridir, kızıma nasıl davranır bilmem. Kafamdan çok kötü şeyler geçer. Bu nedenle size yazdım. Sizce bunlar normal şeyler mi?
   Rumuz: BABA

   Kızınızla konuşun. Mutlu olup olmadığını, bir sorunu olup olmadığını sorun. Olumlu cevap verirse, kabul edin. Her hangi bir sıkıntısında yanında olacağınızı anlatın. Damadınızı daha yakından tanımak istediğinizi söyleyin.
   Kızınız “her şey yolunda” der ve sizi rahatlatmaya çalışırsa, fazla üstelemeyin. Kafanızdaki sorulardan söz etmeyin, kocasını kötülemeyin ve ona güven ve yakınlık gösterin. Kurduğu ailenin mahremiyetine saygılı olduğunuzu hissettirin.
   Davet beklemeyin ve onlara önceden haber vererek, sık olmayan, kısa ziyaretler yapın. Henüz çok yeni evliler ve yeni evliliğin de zorlukları olduğunu biliyorsunuz. Damadınız farklı bir kişilik ve çekirdek ailesini kapalı tutmayı yeğliyor. Bunun yanında, bir babanın; kızı için her şeyin yolunda olduğunu bilmeye de hakkı vardır. Bu nedenle, kızınıza da, damadınıza da samimi, ilgili ve yakın olun. Onlara kucak açtığınızı hissettirin. Biraz yakınlıkla, aklınızdaki sorulara açıklık getirebileceğinizi sanıyorum.

**

Çocuğum tuhaf sesler çıkarıyor

   Ayla abla 8 yaşındaki oğlum çok acayip davranır. Birden tuhaf sesler çıkarmaya başlar. Evde misafir var ya da ayıptır dinlemez. Birden yapar. Okulda da yaparmış. Eskiden böyle huyları yoktu. Yeni başladı. Ben anlayışla yaklaşırım ve yapmamasını isterim. Biraz iyileşir ama sonra tekrar başlar. Geçen gün dayısı çok fena dövdü. Korktu, ağladı. Ağlayarak uyudu. Çok acıdım. “Neden yapıyorsun oğlum?” diye sorduğumda, bana “elimde değil anne. İçimdeki bir şey yaptırıyor” dedi. Çok korktum. Babası da çok tahammülsüz. Çok korkuyor ondan ve baba eve gelmeden uyumak istiyor. Oğlumun iyileşmesi için ne yapmalıyım Ayla Hanım?
   Rumuz: ELMAS

   Çocuğunuzun yaşadıkları tik bozukluklarının özel bir şeklini hatırlatmaktadır. Çocuğunuz bunları elinde olmadan, iradesi dışında yapmaktadır. İlaçlı tedavi gerekmektedir ve bir an önce bir çocuk psikiyatristine başvurmanız gerekmektedir. Doktorun yapacağı tedavi ile çocuğunuzun iyileşme şansı olacaktır. Bunun yanında ailecek çocuğunuzun hastalığı konusunda bilgilenmeli ve ona yönelik bu yanlış, yıkıcı tutumlardan uzaklaşmalısınız. Tik bozukluğu yaşayan çocuğun sosyal hayatı zaten çok zordur. Elinde olmadan yaptıkları yüzünden utanır, sıkılır ve bir çocuk olarak yaşamayı hak ettiği pek çok şeyden sırf bu nedenle uzak durmak ister. Onun üstüne gitmek, zorlamak, cezalandırmak başka duygusal sorunlar yaşamasına neden olur. Kendine güvensiz, ürkek bir çocuk olabilir. Çocuğunuzu, elinde olmadan yaptıkları için eleştirmekten, suçlamaktan, cezalandırmaktan ve işkenceden kaçınınız. Onu ve yaşadığı sıkıntıyı anladığınızı gösteriniz. Sevgi ve şefkatle yaklaşınız ve çocuğunuza yanlış yapanları ciddi ciddi uyarınız. Arada olan geçici iyileşmelere aldanmayınız. Mutlaka bir doktora başvurarak tedavisini başlatınız.
   

**

Saldırganlık ve şiddet içeren davranışlar normalleşirse

   Saldırganlık ve şiddet içeren davranışlar, gündelik hayatın bir parçası oldu.
   Şiddete maruz kalan veya saldırgan davranışın hedefi olarak yaşamayı, canlı kalmayı başarmaya çalışan kişiler, gün geçtikçe çoğalıyor.
   Şiddetin her türlüsü, çocuklardan başlayarak, kadınları ve zorbanın diş geçirme olasılığı gördüğü insanları hedefine alabiliyor.
   Çocuk istismarı, eşin istismarı, tecavüz, tacizi de içeren şiddet; günümüzde, saldırganlığın en yaygın biçimi haline gelmiştir.
   Kadınlara karşı eşitlikçi olmayan kalıp yargıların kadına yönelik şiddette rolü büyük. Şiddettin hafifletici nedenleri dediğinizde zaten, bunu kabul etmiş olursunuz. Kadını döven, öldüren, ırzına geçilmesi suçunu hafifleten her türlü yargının; saldırgan davranışı ortaya çıkarma ve artırma becerisi de vardır. Zulmün, taraftarı çok yani.
   Ya çocuklar. Korunması, bakılması gerekirken; tecavüz edilen, öldürülen çocuklar? Örfü, geleneği hatta dini bahane ederek yapılanlar bir yana; pedofili, çocuk pornocusu, akıl yoksunu, kişilik bozukluğu öbür yanda.
   Toplumsal irade, bu saldırganları besleyebilir de güçsüzleştirebilir de.
   Düşmanı tanımadan, savaşı kazanmak mümkün olmaz.
   Gelin, bilim adamlarının araştırmalarına ve gözlemlerine bir göz atalım. Saldırganlık davranışının ve şiddet eğiliminin besleyicileri nelermiş, tahminlerimizle tutuyor mu, bir bakalım.
   *Sosyal psikoloji alanında Amerika’da yapılan araştırmalara göre, resmi olarak izin verilmiş şiddet; cinayet oranlarını artırmaktadır. Ölüm cezası, savaş kararı gibi, yönetim tarafından verilen kararlar; cinayet oranlarını yükseltmektedir. Aynı şekilde, silah taşıma hakkının devlet tarafından korunması ve kolaylaştırılması da cinayetleri artıran bir etken olarak gösterilmiş.
   *Türkiye’de yapılan bir araştırmada aile içi şiddette, gerilimi başlatan nedenler olarak, eşin evle ilgilenmemesi, eşin saygısız tavır ve davranışları, eşin kötü alışkanlıkları bildirilmiş. Buradaki “gerilim” sözcüğü dövülme, hakaret arası şiddet davranışlarını içeriyor.
   *Tartışma oranı arttıkça, koca tarafından dövülme oranı da artıyor.
   *Ailedeki karar alma sürecine aile bireylerinin katılımı arttıkça, -çocukların dövülmesi de dahil- şiddet azalmaktadır.
   *Ailelerin yüzde 40’ı, çocuklarını hafif şiddette dövdüklerini belirtmişler. Anneler, babalara göre, çocuklarını daha fazla dövmekte imiş.
   *7-14 yaş grubundaki öğrencilerin, yarısına yakınının öğretmen, diğer öğrenciler ya da okul dışındaki başka kimselerden rahatsız edici davranışlara maruz kaldıkları bildirilmiş.
   *Şiddete maruz kalınan bir çocukluk geçirmek; kişinin yetişkinlik çağında ailede ve toplum yaşamında bir şiddet uygulayıcısı olmasına neden olabiliyor.
   *kolayca kızan kişilerin tipik olarak kavgacı, düzensiz ve duygusal ifade becerisi olmayan ailelerden geldiği gözlenmiş.
   *Aile içi dayanışma ve akrabalarla görüşme ve yardımlaşma oranı azaldıkça, şiddet ölçeği puanları yükselmektedir.
   * Alkol ve şiddet içeren davranışlar arasında yüksek bir ilişki vardır.
   *Eğitim düzeyi yükseldikçe, şiddet eğilimi azalmaktadır.
   *Gelecekle ilgili beklentilerdeki olumluluk düzeyi, şiddet eğilimini azaltmaktadır.
   *Danimarkalı bilim adamlarının araştırması, işyerinde şiddet veya tehdide maruz kalan kişilerin depresyona yakalanma risklerinin kadınlarda yüzde 45, erkeklerde yüzde 48 arttığını ortaya koymuş.
   *Amerika’da yapılan bir araştırmada şiddete meraklı çocukların akranlarından daha düşük zekâ düzeyine sahip oldukları tespit edilmiş. Şiddet meraklısı çocukların yüzde 80’inin hayatlarında en az bir kere silah sesi duydukları ve şiddet olaylarına tanık oldukları da araştırmanın bulguları içinde.
   Saldırganlık ve şiddet içeren davranışlar her yerde.
   Kurban olmamanın bir yolu var mı?
   Şiddet, engellenebilir mi?
   İnsanın yok edici eğilimini, besleyen kaynaklar nelerdir, nasıl kurutulabilir?
   İnsan insanı yok ederken, zarar verirken kendi insanlığını mı unutuyor yoksa kurbanının insan olduğunu unutuyor?
  

**

VEDA

   17 yıl boyunca, büyük bir keyif ile çalıştığım KIBRIS Gazetesi’nden ayrılık vakti geldi.
   Bu uzun yolculukta geçmişten bugüne çalıştığım arkadaşlarım, editörlerim ve genel yayın yönetmenlerim; hepinize çok teşekkür ederim. Sizinle birlikte çok güzel deneyimler elde ettim ve değerli kazanımlarla yoluma devam ediyorum.
   Ve değerli okuyucularım. Her zaman elimden tuttunuz, adımlarıma yön verdiniz. Yazılarım, sizin sayenizde, çok okunanlar içinde yerini aldı. Takdir ve destekleriniz için minnettarım.
   Yollarımızın kesişeceği yeni duraklarda buluşmak umudu ile hepinize sağlık, huzur ve mutluluklar diliyorum.
   Ayla Kahraman
   7 Mayıs 23
   

AYLA KAHRAMAN MESSENGER,
[email protected]
[email protected]
WhatsApp mesajlarınız için: 05338621713

Siz Sorun
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Ayla Kahraman

SIZ SORUN






Kendinizi nasıl bilir ve seversiniz?
 

   Kendinizi nasıl seversiniz? Bu sevginizde, başkalarının rolü nedir, hiç düşündünüz mü? Sıklıkla, dünyada hepimizden sadece birer tane var, demeye alıştık. Bunun yanında, biricikliğimize uymayan acımasız hatta hak etmediğimiz değerlendirmelerle kendimize saldırmayı giderek çoğaltıyoruz.
   Nedir bunun nedeni, neler oluyor da kişi baş düşmanı kendisiymiş gibi, benliğini parçalamaya, değersiz hissetmeye, sevilmeye kayık olmadığına ilişkin yeni fikirler, zehirli düşünceler ile kendini yargılıyor?
   İnsanın kendinin farkında olması, başkaları ile olan ortak duygu ve düşünceleri kadar; farklılıklarını da kabul etmesi ve kendini değerli, sevilmeye lâyık görmesi beklenir. Kişi bunları yaparken, öz kaynaklarının farkında olmalıdır ve diğerleri ile olan ilişkilerinde, bu kaynakları kullanabilmelidir.
   Ne yazık ki günümüzde, kişilerin kendilerine yönelik sevgileri, saygıları, güvenleri, inançları; içerideki kaynak bir şekilde susturulduğundan mıdır nedir, dışarıdan destek bulduğunda gerçekleşmektedir.
   Yani, sosyal yaşam, aşk- sevgi, dostluk, aile ilişkilerindeki gidişat, bir noktada kişinin kendini yetersiz, eksik, değersiz, sevilmeye uygun olmadığı düşüncesine yöneltebiliyor ve bu zehirli düşünceler, kişinin hayatını zindana çevirebiliyor. “Diğerlerinin” kendimizi bilmemizi, sevmemizi, kabul etmemizi etkileme gücünün bu kadar yüksek olması dikkat çekici bir sorundur.
   Kendine uygun olmayan, yıpratıcı ilişkilerden medet ummak, biten her ilişkinin ardından, yanlış yaptığını, suçlu olduğunu, başına bunların gelmesini hak ettiğini düşünmek ne kadar acı ve gereksiz!
   Ancak bu zehirli tohumlar, çok küçük yaştan itibaren kişinin duygusal bütünlüğüne serpiştirilir ve kendilik algısını bozar. Değerli olduğumuzu, sevilmeye layık olduğumuzu, her koşulda kabul edileceğimizi bilmeye duyduğumuz ihtiyaç, dünyaya gelmemizle başlar. Bildiğiniz gibi ömrümüzün önemli bir bölümünü işgal eden çocukluğumuz, ergenliğimiz; başkalarının etkisine çok açık süreçleri kapsar. Bu dönemde yaşadıklarımız, duyumsadıklarımız, tedirginliklerimiz, korkularımız ve en önemlisi, sevilmekle ilgili eksikliklerimiz kendimizle ilgili düşüncelerimizi oluşturmakta bizi etkileme gücü taşır.
   Peki ne yapmalı? Kendini sevemeyen, değerli göremeyen yaralı yürekleri piranalara, köpek balıklarına yem mi yapalım?
   Bunun bir yolu olmalıdır ve benlik değerlerini doğru bir biçimde geliştirmeyi başaramayan kişiler için mutlaka taze başlangıçlar olmalıdır.
   Bu başlangıçta, hem kişinin benlik değeri, saygısı rol oynamalı hem de bu algılara bağlı olarak kurulan ilişkilerde karşılaşılan yokuşlar; kişiye sonrası için güç vermelidir. 
   Yani öncelikle; kendimizi anlamaya, kabul etmeye bir pencere açmalıyız.
   Kendimizden hoşnutsak, kendimizi sevilmeye layık buluyorsak, bu iyi bir başlangıçtır. Tek yapacağımız bu buluşumuzun içini dolduracak malzememizi keşfetmektir.
   Yok bu konuda çelişik düşüncelere sahipsek, bir yerlerde, erken veya geç zamanlarda yaşadıklarımızdan kaynaklanan kaza, yoksunluk, değersizlik gibi duygular iş başında demektir. Yani biz, özümüz ile ilgili pek de güvenli olmayan, yanlışa yöneltebilen adımlar atmaya uygun durumdayız. Öncelik, zihindeki bu fotoğrafı bulmak ve düzeltmek olmalıdır. Yoksa, başkaları bizimle ilgili söz hakkına sahip olarak, kendimizi kötü ve değersiz hissetmemizi kolaylıkla başarabilirler.
   Aslında, öncelik, kendimiz ile ilgili olumsuz yargılarımıza bakmak olmalı, değil mi? En hassas taraflarımız, kendimiz ile ilgili olumsuz yargılarımızdan oluşur.
   Hadi o zaman, yüzleş ve her birini teker teker yere ser!
   Yerine sana ait, değerli bir şeyler koyarak elbette.
   Her eve lâzım biri misin? Önceliği kendini memnun etmeye vermeyi öğreneceksin.
   Başaramadıkların ile kendini yargılayan biri misin? Başardıklarını görüp gurur duyacaksın. Başaramadıkların, belki de istemediklerindir, duygularına ve aklına danışacaksın.
   Sen; verdiklerine, onları gülümsetmene alışmış insanlarla çevrilisin ama akşam yalnız kalınca hüzün ve yetersizlik sancıları mı çekiyorsun? Ne seni neşelendirir veya kim, nasıl? Düşün, bulacaksın.
   “Vah, vah, hak ettin ama gene hakkını vermediler” diyen sesler dost değil. Ortadaki tek gerçek, senin değerini bilmediğin ve başkalarının bundan faydalandığıdır. Davran, gereğini yap.
   Sevgilin, eşin, dostların, ailen seni olmadığın bir kalıba uydurmaya mı çalışıyor, seni tanımayan birileriyle berabersin. Göster kendini. Beğenirse…
   Her zaman uyan, karşı çıkmayan bir rolde isen, kendini saklıyorsun demektir, vazgeç.
   Hak ettiğin iltifatları reddetme. Teşekkür et elbette ama abartma.
   Kendini kilolu-zayıf, kısa-uzun, güzel-çirkin-yakışıklı, güçlü-güçsüz, itibarlı-itibarsız buluyor ve bunları zayıflık veya üstünlük olarak mı görüyorsun? Reddet bu bakışı. Üniforman madalyalarla dolu olsa bile, ruhsal acılardan kurtulup kendini olduğun gibi görmeni, sevmeni sağlayamaz.
   Emin ol, sana yönelik istismar ve taciz; kadife eldivenlere saklı demir yumruklar gibidir. Onları görmek için kendini bilmeli ve kendini sevmeyi öğrenmelisin.

 

SIZ SORUN
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Ayla Kahraman

SİZ SORUN






Eşimle tartışmak mümkün değil
 

   Ayla Hanım, ben 43 yaşında, evli ve iki çocuk babasıyım. Karımı çok severim, o da beni sever. Ayrımız gayrımız yoktur, üzerime titrer ama bir huyu var ki yıllardır hiç değişmedi ve ben artık dayanacak halde değilim. Beni yere göğe sığdıramaz ama aramızda gerçekten ciddi bir sorun vardır.
   Eşim çok inatçı biridir, her şeyi büyütür ve haklı çıkmak ister. Onunla tartışmak mümkün değildir ve ben bu nedenle, sıklıkla “tamam, haklısın” gibi sözler kullanırım. Ona hak verdiğim için değil, tartışmanın ikimizi de yıpratacağını, yoracağını ve günler sürebileceğini bildiğim için, tartışmaktan kaçınırım. Öyle bir hafızası var ki, hiçbir şeyi unutmaz ve ben tartışma çıkmasın diye uğraştıkça o üste çıkar ve bana “zaten haklı olduğumu kabul etmiştin, bu nedenle böyle yapmak zorundasın” gibi yaklaşımlarda bulunur.
   Sessiz kal, neyi nasıl isterse öyle yap ama nereye kadar?
   Hep iyi taraflarını düşünerek idare ettim. Severek evlendik ve hâlâ birbirimize çok düşkünüz. Ama ben nedense bu konuda kendimi kötü hissederim. Eskiden yaptığım gibi, iyiliğimizi düşündüğünü düşünmeye çalışırım olmaz. Sessiz durmak da çok kolay gelmez. İçimde kavga etmek isteyen biri yaşıyor ve ben onu susturamıyorum gibi gelir bana. Yani arık tartışmayalım, sakinleşsin diye uğraşmak istemem. Dikkatini dağıtarak, konuyu bir süreliğine unutmasını sağlardım. Canım bunu yapmak da istemez. Kendime, “huyu böyle, idare et” derdim. Yıllar boyunca yaptım ama artık bunu yapmakta zorlanırım. Onu kaybetmek istemem. Gerçekten. Ama ben kendimden korkmaya başladım. Huzurlu yaşamımız için yaptığım hiçbir şeyi yapmak istemem. Bir tartışma açsın da onu kırayım, üzeyim isterim. Zaten bu nedenle size yazıyorum. Ben böyle biri değilim. Karımı, çocuklarımı, hayatımı çok severim. Onu kaybetmek istemem. Sizden yardım bekliyorum.
   Rumuz: YOK

 

   Yıllar boyunca gerilim yaşamamak için sessiz kalmak, tartışmamak için konuşmamak, kolayınıza gelmiş; çünkü böylece ailedeki huzuru hır-gür yaşamadan sürdürebilmişsiniz. Ancak şimdi zorlanıyorsunuz. Tartışmaktan kaçmışsınız, bu nedenle uzlaşım konusunu atlamışsınız. Onu susturmak için hak verir gibi yapıp, içinizden başka düşünceler geçirmişsiniz. Gerçekten de bazen susmak, içeriye atmak; tartışmak ve strese girmekten daha kolay görünür. Ve hepimiz zaman zaman bu yolu seçebiliriz. Ancak sürekli olarak bu yolu kullanmak, uzun vadede işe yaramaz ve kendinizi daha kötü, kaygılı ve mutsuz duyumsamanıza neden olur. Üstelik, çok sevdiğiniz eşinizle aranıza bir soğukluk girebilir. Öfkeniz, sevginizi gölgeleyebilir.
   Tartışmamayı doğru bir yol gösterici yaparak, acı çekmişsiniz. Kendinizi susturarak, kendi kendinize ceza vermişsiniz.
   Neler yapabileceğinize gelince: konuşmayı, tartışmayı, uzlaşmayı deneyimleyip öğreneceksiniz. Sabırla ve şefkatle. İlişkinizde her ikinizin de birbirinizi incitmeden, çatışma çözümünü, uzlaşımı öğrenmeniz gerekmektedir.
   Aslında bu sizin için çok zor olmayacak. Neden derseniz, bana anlattıklarınız, her şeyin farkında olduğunuzu ve bir kazaya neden olmadan düzeltme yolu aradığınızı işaret etmektedir. Bu farkındalığınız, size yardımcı olacak.
   Size önerim, çatışma çözümü konusunda öncelikle düşünmeye başlamanızdır. Düşünün, gerek görürseniz küçük notlar alın ve tartışma başladığında, çözümleyici yorumlarla, konuya girin. Kaçmayın, sessiz de kalmayın, baskın çıkmaya da çalışmayın. Sadece konuya odaklanarak, çözümleyici önerilerinizi dillendirin. “Benim fikrimce, bana göre…” başlayın, konuşun ve onu da çözümlemeye davet eder bir tavır içinde olun.
   Öncelikle, kaçmamanız ve konuşarak kendi düşüncenizi ifade edebilmeniz önemlidir. Eşiniz belki şaşıracak, belki öfkelenecek. Siz sakin, ağırbaşlı, şefkatli ve konuya odaklı görünün. Onun duygusal bütünlüğünü hedef almayın ve sizin kişiliğinize veya duygularınıza ilişkin bir saldırıda bulunduğunda kırıldığınızı “ben” diliyle söyleyin ve konuya dönmeyi isteyin. Kişilikler kavgaya başladığında çatışmayı çözmek pek de mümkün olmaz. Duygu ve duyarlılığınızı dikkate alın elbette. İkinizin de, çatışma çözümünden bir şeyler elde ederek, anlaşıldığını veya anlatabildiğini düşünerek çıkması amaçlanmalıdır. Sözcük seçiminize de dikkat edin. Sevgi ve şefkat sözcükleri ile tartışmayı sürdürmek mümkündür.
   Sonuçta, çatışma çözülebildiğinde, ilişkiniz de güçlenecektir ve aidiyet duygunuz artacaktır. Birbirinizi daha iyi anlayacak, daha fazla konuşabilecek ve paylaşabileceksiniz.

 

**

BURADA VE ŞİMDİ
  

Çıkmaz sokak
 

   Günümüz ilişkilerinin sürdürülebilirliği, çiftlerin karşılıklı gayretine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyor.
   Çiftler, ortada bir sorun olsun ya da olmasın birbirlerinden uzaklaşabilmekte, ilişkinin içinde kendilerini rahat hissetmedikleri noktayı belirleyip çözmek yerine, yeni duygulara ve coşkulara yelken açabilmektedirler.
   Toplumsal iradenin ayrılıklara, boşanmalara yönelik baskısı eskiye göre yok denecek kadar az. Aileler; çatışma yaşayan çocuklarıyla uğraşmaktansa, “kafanıza göre takılın” rahatlığına sığınmakta, sakınca görmüyorlar.
   Değil mi ki, en başta onlar karar verdi. O zaman, gene onlar karar verecek.
   Bu, çiftleri ilişkiyi sürdürebilme adına hem özgür bırakmakta hem de zayıf düşürmektedir. 
   Neden mi?
   Özgürlük güzeldir. Anlaşabileceğiniz kişiyi seçme şansınızın olduğu bir dünyada yaşamak da çok güzeldir. Ancak birlikte yaşamın getirdiği sorunları çözmek için dışarıdan bir desteğe ihtiyaç duymadan, iç kaynakları ve ilişkinin dinamiklerini devreye sokabilmek gerek. Varsa eğer veya kişiler bunları aktif hale getirebilecek kadar sağlıklı ve duyarlıysalar elbette. Bu durumda, sorun fark edilir, çözülür ve yola daha iyi devam edilir.
   Bunlar yoksa, üstelik sorunlar da varsa; çekip gitmenin, ilişkiyi sonlandırmanın, doğru çözüm olduğu kanaati alır başını gider. Kırılan kalp mi, bozulan yuva mı, örselenen çocuk mu?… Kimin umurunda.
   Sorunu görmek bile stres yaratıyorsa, bu gayet doğal bir sonuç.
   Sorunu gördünüz ve çözmek istiyorsunuz. Yeterli teçhizatınız yok. Sizin yerinize çözen, gerekirse sizi sıkı iplerle bağlayan yargıların, baskıların, dayatmaların zamanı geçti. Geçti de yerine size ait doğrular, çözüm araçları gelmedi. Gelemedi.
   Her şey yolunda sanırsınız ve bir gün, eşiniz, başka birine âşık olduğunu söyleyerek, ilişkiyi bitirip gider.
   Duruma göre, o giderken çocuğunuz da gider.
   Ya da çocuk ve eş geride kalır, siz başınızı alır gidersiniz. Doyurucu bir ilişkiye. Bir süreliğine en azından.
   Zaman, nezaket zamanı. Dostça ayrılmayı başarmak, arada bir görüşmek, ortak dostlarla tatillere çıkmak, hatta yeni partnerleri birbirleriyle tanıştırmak…
   “Seviyorum seni, ama âşık değilim” sözleri, günümüzün geçerli modası.
   İçinizden birileri, “burada bir yanlış var” diye geçiriyor mu içinden?
   Aşkınız, güzel günleriniz, sizi ikna etmek için çabalamaları, onu mutlu etmek için yaptıklarınız bir bir geçiyor mu gözünüzün önünden? Sonra sorgulamalar, kendinizi suçlamalar, düşen maskenin ardından tanımadığınız bir surat, yabancı ve uzak. Oysaki düne kadar, sevecen, sıcak.
   Gerçekten de ilişkilerin eksik donanımla, bu çağda uzun ömürlü olabilmeleri giderek zorlaşıyor. Ancak arada birileri, neden, ne oluyor diye sorar ve saklı nedenleri anlamaya gayret ederse, ilişkisini kurtarabilme olasılığı olur ya da yeni ilişkilere yelken açarken, daha donanımlı olma şansı vardır. Bu; mutluluk, huzur, güven, aidiyet gibi gereksinimlerin kişiye eşlik edebileceğinin öncülüdür.
   Çiftler, birbirlerine yönelik beklentilerle dolu olarak yola çıkarlar. Birini mutlu etmekten ziyade, mutlu olmayı amaçlarlar. Hatta bazen, ruhsal acılarını çözmek için, aşkı merhem olarak kullanırlar. Aşk iki kişilik. Merhem olamadığınız an geldiğinde ki mutlaka gelir, siz şaşkınlık içinde ne oldu diye düşünürken, partneriniz, yeni merhemler aramaya başlamıştır bile.
   Çağımız, nevrotik bir çağ. Tepkiler aşırı. Beklentiler diz boyu. Mutluluğa odaklanmış, acıdan kaçınmayı doğru davranış yapmış kişilerle dans ediyorsunuz. Nasıl seveceğinize, kişiliğiniz karar veriyor.
   Kişilik yaralı olabilir, bencil olabilir, narsist olabilir, hasta olabilir…
   Elbette ayaklar karışacak, dansın uyumu hayal olacak.
   Gerçekten de günümüz dünyasının duygusal ve zihinsel sorunları; ilişkileri etkileme konusunda şampiyonudurlar.
   Anksiyete bozuklukları, depresyon, kişilik bozuklukları, travma sonrası stres bozuklukları…
   Tatlı şırıngalar, her derde deva haplar?
   Umut tüccarları, yazarından başkasına faydası olmayan kişisel gelişim kitapları?
   Duygusal bütünlüğümüz ve dünyamız arasındaki kopukluk artıyor. Bu yetmezmiş gibi, kendimizden de uzaklaşıyoruz. Tanımıyoruz, “ben”i. Tanımadan, sevebilir misin kendini?
   Kendini sevemezsen eğer, sevebilir misin başka birini?
   Çıkmaz sokak dedim ama aslında kendimizden başlayan bir çıkar yol var.
   Zor olsa da.
   Ne dersiniz, denemeye değer mi?
  

SİZ SORUN
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Ayla Kahraman

Siz sorun






Endişe bozukluğum var ve hap kullanıyorum. Sevgilime söylemeli miyim?
Ayla Abla, ben 24 yaşındayım. Askerliğimi yeni bitirdim ve çok hoşlandığım bir kız ile çıkıyorum.
Ben yaklaşık beş yıldır, endişe bozukluğumdan dolayı hem psikoterapi almaktayım hem de hap
kullanmaktayım. Şu an gayet iyiyim hatta doktorum, yavaş yavaş hapları kesmekten söz etmeye başladı.
Ancak kız arkadaşım hap kullanan biri olduğumu bilmiyor ve karar veremedim acaba ona anlatsam mı
diye. Ya beni akıl hastası zanneder ve ayrılır diye çok korkuyorum. Saklamak da doğru gelmiyor aslında
ve size danışmaya karar verdim.
Ben kız arkadaşıma çok bağlandım. O da bana çok yakın ve ilgili davranır. Birbirimiz için yaratılmış
gibiyiz. Bu açıdan her şey mükemmel. Üstelik, bir işe müracaat ettim ve oldu. Yani hayatımın en güzel
zamanını yaşamaktayım. Ama bir şekilde, hap kullanıyor olmam, beni çok zayıf düşürüyor, eksik
hissettiriyor. Söylersem, bu güzel rüyadan uyanacağım ve her şey kötü olacak gibi geliyor. Söylemezsem,
sanki onu kandırmış gibi hissedeceğim. İşte bu nedenle sizden yardım istiyorum. Yanıtınızı sabırsızlıkla
bekleyeceğim.
Rumuz: AYYILDIZ
Endişe bozukluğu, normal insanlarda sıklıkla ve farklı derecelerde görülebilen bir rahatsızlıktır. Tedavinizin
başarıyla devam ettiği ve sonuna doğru gelindiği anlaşılıyor.
Öncelikle her normal insanın sizin yaşadıklarınızı yaşama olasılığı vardır. Diş çürümesi yaşama olasılığı gibi..
Her ikisi de uzmanlar yardımı ile iyileştirilir ve kişi sağlıklı yaşamına devam eder. Demek istediğim yaşadığınız
durumu öncelikle siz doğal kabul etmelisiniz. Bu konuda kendinizi eksik veya sorunlu hissetmekten
vazgeçmelisiniz.
Endişelerinizin rahatsız edici derecede günlük yaşamınızı etkilediğini ve doğru yolu seçip, uzmanlar eşliğinde
sorunu çözme girişiminizi anlatabilirsiniz. Bir kusuru değil, bir başarıyı anlatmalısınız.
Karşınızdaki kişi, bu konuda bilgisiz olabilir. Yargılayıcı olabilir veya olmayabilir. Benzer sorunları yaşamış
veya yaşıyor olabilir.
Birbirinizi tanıma süreciniz uyum içinde geçtiğine göre, güven duyduğunuz noktada, her ikiniz de birbiriniz ile
ilgili pek çok yeni bilgi paylaşacaksınız. Bu da onlardan biri. Saklamayın ama anlatmak için acele etmeyin. Bu
durum ne değerinizi düşürüyor ne de yükseltiyor.
Yani, öncelikle siz konuyu büyütmeyin ve doğal olarak açıklamaya gayret edin. Bu konuda bilgisi yoksa bilgi
verin.
Hepimizin bütünlüğünde hassas noktalarımız, incinebilir taraflarımız vardır ve bu gayet doğaldır. Sevmeye
başladığınız kız, sizi anlayacaktır. Anlamaması, bir şekilde kârınıza olur. Hasta değilsiniz ve başarılı, iyi ahlaklı
bir genç adamsınız.
Duygusal ilişkilerde, bir noktadan sonra, kişiler birbirlerini tanımak açısından, çaba göstermelidirler. Gerçekte
hiçbir ilişkide her şey toz pembe olmaz ve samimiyet; çiftin birbirine güvenmesini sağlar. Bu sadece sözünü
ettiğiniz konu için geçerli değildir. Sonsuz miktarda, konu vardır ki, sevgiliden, eşten saklanmaması gereken.
Kişiler çift olma yolunda, bir noktadan sonra birbirlerine, kendi varoluşsal değerlerini ve varsa sorun veya özel
durumların anlatabilmelidirler.
FOTO: ENDISE 1-4
**
BURADA VE ŞİMDİ
Kayıplarımızın ardından, ne yapabiliriz?
Deprem felâketinin ardından elli gün geçti. Bazılarımız, acının kaygan zemininden kaçmaya çalışırken
bazılarımız özellikle en yakınlarını kaybedenler, evsiz, barksız kalanlar; çaresizliğin bir tokat gibi yüzlerine
vurduğu acılarla boğuşmaya çalışıyorlar… Kaybettiklerimiz için her şey bitti. Artık yaşamayacaklar.

Acıkmayacaklar, sevemeyecekler. Özlemeyecekler, üzülmeyecekler. Yarınlara umut dolu gözlerle
bakamayacaklar.
Bu güzel çocuklar, genç kadın ve erkekler dönmemecesine, yaşama veda etmek zorunda bırakıldılar. Onlar için
her şey biterken, geride kalanlar için artık hiçbir şey aynı olmayacak. Kimi çocuk anasız babasız; kimi ana baba,
çocuksuz. Kimi ailelerimiz ise artık yok.
Bundan sonra pek çok kişi için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Sevilenin kaybı, telafisi olmayan bir eksikliktir.
Hele böyle, insan hatasının, kâr güdüsünün, oburluğun, doymaz bilmezliğin yok ettiği yaşamların yokluğunun
yarattığı örselenmenin duygusal bütünlüğümüzde açacağı yaraların herhangi bir sınırı yoktur.
Bu nedenle ateşin kavurduğu evlerdeki anne, baba, kardeş, çocuk ve yakın akrabaların yaşadığı acının dışa
vurumu, birbirine benzemeyen ıstırap fırtınalarıdır. İçine gömülen acı ile kendini dünyaya kapatan anneler,
babalar, kardeşler, dostlar var. Gözyaşlarını akıtamayacak kadar derin acılar içindedirler. Kimileri şu an doktor
kontrolünde, kimileri uyuşturuluyor, uyutuluyor.
Kimi çocuk ve genç; ölümün soğuk gerçekliğini kavrama sorumluluğunu yüklenemeyecek durumda şu an.
Abisini, ablasını, sıra arkadaşını, anne veya babasını kaybeden çocuklar yaşamın acı gerçekleriyle baş
edemeyecek kadar yaralılar.
Kalbimiz, aklımız acılarla yoğruluyor. Gözümüzden akan her damla yaş; kaybedilenlerin çok yakılarının
yaşadığı büyük acıyı anlamamızı kolaylaştırıyor değil mi? İşte, bu acı fark edişte bizim bir görevimiz var.
Depremin elimizden aldıklarıyla, can evinden vurulan anneler, babalar, çocuklar..sevgili dostlarım, yas tutan
annelere babalara, kardeşlere, akrabalara teselli verme çabanızı anlarım. Ancak teselli etmek istediğiniz
yakınlarınız ve dostlarınız için yapacağınız ilk adım, acıyı paylaşmaktır. Sessizse sessiz kalmaktır. Çığlıklar
atmasına, isyan etmesine yardımcı olmaktır. Acıyı çoğaltacak kalıp sözcüklerden kaçının. Teselli etmeye
çalışırken, evladını kaybeden bir ana babaya, ebeveynini kaybeden bir çocuğa, ölümün doğal veya kader
olduğuyla ilgili yorum yapmayınız. Kendini toparlaması gerektiği ile ilgili telkinler için çok erken. Şimdi,
dediğim gibi acıyı paylaşmak zamanı. Cennet, melek gibi, ölümü özendirecek, güzelleştirecek sözcükleri
çocukların yanında kullanmayınız.
Her sevilenin kaybının yarattığı isyanı yaşamalarını kolaylaştırın. Bütün duygularıyla isyan etsinler ki, acıyla
yüzleşebilsinler. Acı onları yok etmeden, ayağa kalkmayı başarabilsinler.
Yanlarında olun, beslenmelerine dikkat edin. Sevin, ellerini sıkıca tutun. İsyanları, yas tutmaları için gereken
bir öncüldür. Öfkeleri de öyle. Saygılı, sevgili ve sessiz olun. Elinizden ne gelirse onlar için yapın. Evlerini
toplayın, tencerelerinde yemek olmasını sağlayın.
Acıyı yaşamak; her bir ana, baba ve çocuk için farklıdır. Parmak izimiz gibi. Çaresiz hissettiğiniz, ne
yapacağınızı bilemediğiniz noktalarda hep yanınızda olacağım.
Bana yazın. Bir şekilde size ulaşacağım ve dostlarınıza, akrabalarınıza verebileceğiniz manevi desteği, onların
acıyı yaşama biçimlerine göre birlikte değerlendirebileceğiz.
Allah hiç birimize evlâdından uzun yaşamayı nasip etmesin. Kaybettiklerimize rahmet geride kalanlara sabır
dilerim.

Siz sorun
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.