İçinde Kanlı Noel’in sarsıcı anılarını barındıran o aya girdik yine bu yılın sonunda da… Aralık 2023’teyiz…
21 Aralık 1963 Kıbrıs tarihinin milat önemindeki yaşanmışlıklarından biri… Tarihe “Kanlı Noel” olarak kazınan kara dönem…
Kanlı Noel’in 60’ıncı yıl dönümü yaklaşıyor… Bizim Kıbrıs neslinin en kâbuslu günlerinin yıl dönümü için geriye sayma işlemi sürüyor…
Bu işlem süredursun, toplumsal hafızamızı imha etmeye yönelik sarsıcı olaylarla da üzülerek karşılaşıyoruz… Oysa gerçekleri barındıran toplumsal hafızası imha edilmiş bir halk, halk olmaktan da çıkar ve kuru bir kalabalığa dönüşür…
Halklar ve milletler tarihlerindeki kara günleri düşmanlık duygularını geliştirmek için değil, bilinçli olabilme adına anımsarlar ve her dem canlı tutarlar…
Kanlı Noel’in çok yakındaki 60’ncı yılı gelip çattığında bizim neslin o kâbusuna dair hiç kuşkusuz yine yazacaklarım olacak da, günler öncesinden şimdi neden yazdım şu satırları, açıklamalıyım…
***
Bu ülkede spordaki, toplumsal direnişteki, tıptaki ve bürokrasideki hizmetleriyle efsaneleşen bir kimliktir Dr. Ayten Berkalp… Beni telefonda aradığında kırgın sesi ağlamaklıydı… “Dr. Ayten’in Romanı’ndaki yaşam öykümden ve bu öykünün yazarı olarak da sen, anlattıklarımızdan dolayı bizi yalancı çıkardılar” diye girdi söze… Ve konuşmacısı da olduğu bir toplantıda maruz kaldıklarıyla ilgili şunları söyledi:
“Genç bir doktor kadın geldi yanıma… Yaşam öykümle ilgili, yazarı sen olan kitabı okumuş… ‘Dr. Ayten’in Romanı’… 1963 Kanlı Noel’i sırasında bir grup Türk sağlıkçıyla birlikte mahsur ve esir kaldığımız Rum işgalindeki genel hastanede EOKA’cılara karşı verdiğimiz yaşam mücadelesinin yalanlarla örülü olduğunu ve o hastanede öyle şeylerin yaşanmadığını öne sürdü… O dönemi yaşamış olanlardan Firdevs İslamoğlu’ndan aldığı bilgiye dayandığını öne sürerek anlattıklarımın yalan olduğuna vurgu yapıyordu… Eşinin halen Güney Kıbrıs’ta güven içinde çalıştığını ve hayatından da memnun olduğunu belirtince, onunla tartışmaya girmenin gereksiz olduğunu düşündüm ve ‘benimle neden böyle konuştuğun işte belli oldu, müsaadenle’ diyerek yanından uzaklaştım…”
***
Tıp dünyamızın bir başka efsanesi olan, ama o günlerde hastanede mahsur kalan ve aralarından şehitler de veren bu grup içinde bulunmayan Firdevs İslamoğlu’nun, Kanlı Noel’i ve sonrasını yaşamış bir toplum emektarı olarak o kitapta yazılanları yalanlayacağına ben şahsen inanmıyorum… Firdevs İslamoğlu kurşun yağmuru altında, sağlıkçı arkadaşlarının esir tutulduğu hastaneye giderek Naimoğlu kliniğinde ölümle pençeleşen Türk yaralılara kan getirmiş sağlıkçı kahramanımızdır… Adı neden referans verildi ki?..
Hep gerçekleri belirleyip yazan ve anlatan, saygın tarihçi ve araştırmacı eğitimcimiz Mahmut İslamoğlu’nun eşi olan Firdevs Hanım, sadece Dr. Ayten Berkalp’ı ve beni değil, selefi olan merhume başhemşire Türkân Aziz’i de yalanlamış olur çünkü… İnanamam verilen bu referansa…
***
27 Mart 2019’da 101 yaşında yaşama veda eden, bizden çalınmış devletin ve daha sonra da bizim devletimizin baş hemşiresi Türkân Aziz, o hastanede mahsur kalan Türk hastalarla Türk sağlıkçıların başına gelen sıra dışı hunharlıkları mükemmel İngilizcesiyle kaleme aldığı “Dostluğun Ölümü” adlı kitabında, Dr. Ayten Berkalp da “Dr. Ayten’in Romanı” adlı uzun soluklu biyografisinde anlattı…
Türkler için bir ölüm tuzağına dönüştürülen o hastaneden bizzat Başpiskopos Makarios’un duruma müdahale etmek zorunda kalmasıyla kurtulabilmişlerdi, arkalarında şehitlerimizi bırakarak…
O ölüm tuzağı hastanede şehit edilen Türk sağlıkçıların ve hastaların fotoğrafları, merkezi hastanemizin yaratıcısı Dr. Burhan Nalbantoğlu’nun fotoğrafıyla birlikte uzun süre hastane duvarında asılı kalmıştır… Bu fotoğrafların yerlerinden neden kaldırıldığını hiç anlayamayan ve üzülenler arasındayım…
Tarihi gerçeklerimizin üstüne böylesi süngerler geçilirse, birilerinin de bilgisizlik ve bilinçsizlik içinde gerçekleri seslendirenleri yalancılıkla suçlaması olağanlaşır…
***
İlginçtir ki, yazar arkadaşım Akay Cemal de, Gazze’deki hastane ve sağlık trajedileriyle 1963’teki bizim hastane ve sağlık trajedileri arasındaki benzerliklere değinen yazısını 3 hafta kadar önce bu gazetedeki köşesinde “Türk hastaların kanları çekildi” başlığı altında isimler de vererek irdelemiş, hatta Mehmet Ali Tremeşeli’nin kitaplaştırılan anılarında bu olayların sözü edildiğine değinmişti…
Ortada bu kadar kanıt ve referans varken, o günlerde olup bitenler BM raporlarına ve dünya basını arşivlerine de girmişken, yaşanmışlıkların kahramanlarını, tarihi inkârcı bir dille yalancılıkla suçlamak ve üzmek çok ağır bir etiketsizliktir… Ülkemizde ve toplumumuzda tarihine küs insanların yetişmekte olduğu bir yana, bu tarihin figürlerini yalancılıkla suçlamak da yönteme mi dönüşüyor?.. Gerçekten çok üzücü…
Kıbrıs’taki kapkara günlerin nesli olan bizim neslimizin en büyük duası, o tür kara günleri halkımızın bir daha hiç yaşamamasına dairdir… Tarihini inkâr edenler için tarihin tekerrür ettiğini hiç unutmadan, sarsılmaz bir tarih bilinci içinde geçmişimizi çok iyi bilmeli ve bildiklerimize de sahip çıkmalıyız…
Yorumlar kapalı.