
2025 Yaz girişindeki müthiş su darlığı, Güney Kıbrıs gündeminin baş sırasındaki yakıcı soruna dönüştü… Tarihi gerçektir ki, kuraklığın ve susuzluğun dramı Kıbrıs’ta tarih yazmıştır… Bu tarih, artık her yıl nüfusundan fazla turist ağırlayan Güney Kıbrıs’ta şimdi yeni boyutlar kazanmaktadır… Güney’in su rezervleri gittikçe zayıflarken, Rum medyası, susuzluğa çare arayışlarının haberleri ve yorumlarıyla dolu son zamanlarda…
Türkiye’den borularla gelen su, KKTC’de bu drama noktasını koydu, çok şükür… Geçitköy Barajı Anadolu’nun suyuyla dolarken, kuraklığın sarmalındaki ülkemizin ileride yeniden susuzlukla baş başa kalabileceği ise, aklımızdan hiç çıkarmamız gereken olasılığımızdır… Türkiye’den beslenen Geçitköy Barajı’nın yanı sıra, yerel kaynaklarımızın da gücünü artırmalı ve hatta yeni kaynak yaratmalıyız… Her damla suyu savurganlıktan kaçınarak değerlendirmeliyiz…
Kıbrıs’ın su öyküsünü özetle de olsa bir kez daha anlatmalıyım burada… Kıbrıs’a “Yeşilada” diyenlere “yoksa bunun renk körlüğü mü var?” kuşkusuyla bakılır oldu… Türkiye’nin suyunun, bu kuşkuyu da gündemden kaldıracağını ve en kısa sürede tüm tarım alanlarımızla buluşacağını umalım…
Kıbrıs, kuraklıklarla bütünleşen duyarsızlıkların etkisindedir… O nedenle bu çilekeş ada, “Yeşilada” özelliğini çoktan yitirdi. Hele de, evrensel boyutlu küresel ısınma faciasının büyümeye başlamasından sonra.
Tarihçilerin günümüze dek aktarılan bilgilendirmelerine göre, Kıbrıs bir zamanlar gerçekten yemyeşildi… Çünkü nüfusu bugünkü gibi yoğunlaşmamıştı.. Bol yağmur alan tenha bir adaydı eski Kıbrıs… Bol yağışlar da, elbette ki adanın yoğun ağaçları yüzündendi… Ormanlar yağmuru cezbeder.
Sağanak yağışlar başladı mı, günler boyu sürerdi eski Kıbrıs’ta…
Adanın yüzde elliden fazlası ormanlarla kaplıydı… Hem de genellikle sedir ağaçlarından oluşan ormanlardı bunlar…
Sedir değerli ağaçtır… Eskiden ticaret ve savaş gemilerinin yapımında ve ahşap yerleşim birimlerinin oluşturulmasında kullanılan dayanıklı kereste, bu sedir ağaçlarından üretilirdi…
Halen Trodos’taki parmakla sayılabilecek olanları hesaba katmazsak, nicedir sedir ağaçlarından yoksun bırakıldık.
Çünkü yüzyıllar boyu egemen güçler, çıkarları uğruna ormanları yok ederken, bu ağaçlara da kıymakta duraksamadılar…
Nice donanma ve deniz filosu yaratıldı Kıbrıs’ta yok edilen o ormanlardan… Nice kentler kuruldu…
Ve ormanlar yok edildikçe yağmurlar da azaldı… Yağmur bulutları ağaçları azaltılmış topraklar üzerine gelmeyi pek sevmez… Ormanlarla bulutlar arasındaki doğal çekimi hiç kimse yadsıyamaz… Ormanların olmadığı yerde bu çekim de yok olur. Ve yağmur bulutlarının uğramadığı ormansız ülkeler de çöle dönüşür…
Köy meydanlarını bizim Türk literatüründe “sebil” dediğimiz çeşmelerle donatmak, İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth’in tahta çıktığı 1952’de, susuzluktan muzdarip Kıbrıs insanlarına verilebilecek en güzel hediye olarak düşünülmüştü. Ne ki, betonuna Kraliçe’nin adı ve kraliyet tacı işlenen bu çeşmeler susuzluk yüzünden birkaç yıl içinde işlevsiz duruma gelecekti.
Kıbrıs’ın yönetimini Osmanlı’dan devralan İngiltere’nin karşılaştığı doğal sorunlardan biri de, adanın sivrisinek ve sıtma üreten bataklıklarla kaplı olmasıydı… Bataklıkları yaratan suyun denetimsizliği idi… Bu bataklıklarda üreyen sivrisineklerin taşıdığı sıtma hastalığı, ada insanlarını kırıp geçirmekteydi…
Bataklıkları esas oluşturan da, başladığında genellikle dur durak bilmeyen o sürekli yağışlardı…
Günümüzde hâlâ adanın otantik manzarasını oluşturan okaliptüs ağaçları, o sıtma günlerinin mirasıdır.
Neden mi?… Çünkü İngiliz müstemleke yönetimi, hastalık saçan bataklıkları kurutabilmek adına adanın her yanına binlerce okaliptüs fidanı dikti…
Okaliptüs ağaçlarının suya doymaz bir anatomisi var… Çevresindeki suyu yaygın kökleri aracılığıyla kana kana sömürür… Büyüdükçe ağaç, suya doyumsuzluğu daha da artar… Çevresindeki diğer canlıları susuz bırakacak oranda artar hem de!…
Okaliptüs korulukları sayesinde bataklıkların kurutulması sağlandı. Ne ki, yer altı su kaynakları da bu koruluklar tarafından yoksullaştırıldı…
Bu arada baltalarla, yangınlarla, denetimsiz keçi sürüleriyle orman ve ağaç kıyımı sürdürüldü…
O kıyım sürdükçe ve yağmuru davet eden ağaçlar yok oldukça, yağmurlar da azaldı… Adanın yeşil örtüsü silinmeye başladı…
Var olan derelerin ve pınarların kuruma sürecine girildi…
Suyu tutabilmek için uygun alanlara yapay göletler, barajlar inşa edilmeye başlandı…
Ama yağmursuzluk, o göletleri ve barajları da kuruma riskiyle karşı karşıya bıraktı
Su kaynaklarının gittikçe daralması, insanların günlük yaşamına da yansıdı…
Günün 24 saatinde akan çeşmeler, su nöbetine konuldu…
Zayıflayan su kaynakları kirlendi ve tuzlandı… Çeşmelerden akan su içilebilme özelliğini yitirdi… Kıbrıs’ın insanları, ithal şişe suyuyla tanıştı…
Gün gele pet şişelerde parayla içme suyu satın alınacağı, eski Kıbrıslıların aklının ucundan bile geçmezdi…
Susuz kalmamak için insanlar evlerine su depoları monte etmeye başladılar…
Önceleri su depoları yapıların çatısındaydı… Yerden metrelerce yükseğe çıkıp oradan tekrar depoya akmaya suyun basıncı yetmekteydi…
Su azaldıkça, bu basınç da azaldı… Zemindeki depodan yüksekteki depolara suyu pompalayabilmek adına, çeşitli güçte hitroforlara gereksinim duyuldu…
Dağıtım şebekesine seyrek verilebilen su, artık depoları doldurmaya bile yetmiyordu…
Kuyulardan çekilen ve tankerlerle taşınan suyla takviye edilmeye çalışılıyordu artık evlerin ve iş yerlerinin su depoları…
Ama gidişat, su kuyularının da sıfırı tükettiğini göstermekteydi… Çünkü bu kuyuların beslenme şansı kuraklık nedeniyle gittikçe azaldı… Halen yer altı su damarlarımız, her gün biraz daha fazla zayıflamakta, tuzlanmakta ve kireçlenmektedir…
Yer altından sinsice ilerleyip akiferlere dolan deniz suyu, müthiş bir tuzlanma sürecini tetikledi… Bu suyla sulanan yeşillikler kuruyup gitti… Vazgeçilmez simgemiz yaseminler dahil…
Bir zamanların “Yeşilada”sı Kıbrıs’ın, kadere dönüşen kuraklık ve susuzlukla başa çıkabilmesinin çok zorlaştığı bir döneme girilirken, işte bu adanın imdadına Türkiye’den pompalanmaya başlanan “Barış Suyu” yetişti…
Yorumlar kapalı.