Ahmet Tolgay

Kıbrıs’ta mülke dair tarih dersi






Rum tarafının mülkiyet konusunda attığı son adımlar gerginliği artırıyor… Buna göre, Rum’un “malımdır” dediği her taşınmazla ilgisi olan herkes potansiyel suçlu durumuna getiriliyor… KKTC’nin yasaları çerçevesinde yatırım yapanlar da hedefe konuluyorlar…
Kuşku yoktur ki, Kıbrıs sorununun çözümünde, toprak, mülk ve harita en yaşamsal konular. Bu konular aşılabilirse geriye kalan ayrıntılar çorap söküğü misali aşılabilir… Ama müzakere masasında Kıbrıs Türk halkının bu bağlamdaki hakları hangi belgelere ve gerçeklere göre savunulmaktadır?..
Özellikle Rauf Denktaş döneminde engin bilgisi ve teknik donanımı ile görüşme sürecine önemli katkılarda bulunan uzman haritacı binbaşı merhum Halil Giray’ın Kıbrıs’a dair Osmanlı haritalarını inceleyerek hazırladığı “Kıbrıs’ta Gasp Edilen Sultan Malları: Emlak-i Humayun”, çok önemli ve çok uyarıcı mesajlarla yüklü bir belgesel… 3 Kasım 2022’de vefat eden merhum Giray’ın bu belgesel mirasının vazgeçilmez bir vasiyet olarak değerlendirilmesi gerektiği görüşündeyim…
“Fotogrametri Mühendisi” diplomasına sahip Giray’ın mesleki kariyeri, Türkiye’den Hollanda’ya, Hollanda’dan ABD’ye uzanan bir eksende, parlak başarılarla dolu. Bir dönem Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın danışmanlığını da yürüten Giray, KKTC Harita Dairesi’nin kurucusudur. Rum mallarının tazmini için oluşturulan “Saptama, değerlendirme ve Tazmin Komisyonu”nda da görev yaptı. Giray’ın belgesel kitabının içeriğine dair özet, etkileyici ve ibret verici bir tarih dersidir. Buyurun okuyunuz efendim:
“Sultan Malları (Emlak-i Hümayun), doğrudan padişah adına kaydedilmiş ve gelirinin tamamı padişaha ait olan arazi ve diğer taşınmazları ifade etmektedir. Bu mülk, padişah adına, Hazine-i Hassa tarafından yönetilmektedir.
93 harbi olarak isimlendirilen 1877-1878 Osmanlı-Rus harbini, Osmanlı’nın kaybetmesi ve İstanbul yakınlarına kadar gelen Rus ordusunun artarak devam eden baskı ve tehdidi, Osmanlı yönetimini, İngilizler ile bir ittifak antlaşması yapmaya mecbur bırakmış, karşılığında ise Kıbrıs adasının idaresi, geçici olarak İngiltere’ye bırakılmıştır. İmzalanan antlaşma doğrultusunda, Ada’nın hükümranlığı Osmanlı İmparatorluğu uhdesinde kalmak ve siyasi durum değiştiğinde, tekrar geri alınmak şartı ile Kıbrıs adasının yönetimi, 4 Haziran 1878 tarihinde İngilizlere devredilmiştir.
Ancak İngiltere İmparatorluğu’nun, Doğu Akdeniz, Ortadoğu ve Hindistan’daki haklarının korunması ve gelecekteki genişleme planlarının uygulanabilmesi için Ada’nın stratejik önemini eskiden beri bilen ve bu günleri bekleyen İngilizler, yönetimi devralmanın hemen akabinde, kendilerini Ada’nın tek sahibi addederek, Osmanlı Yönetimi ile daha yeni imzaladıkları antlaşmanın içeriğine aykırı tasarruflara girişmişlerdir.
Bu çerçevede, Antlaşmanın ek 4. maddesinde açıkça ifade edilen, “Bab-ı Ali’nin, Kıbrıs’ta bulunan Arazi-i Miri ve Emlak-i Hümayun’u füruht eylemek salahiyeti (devlet arazileri ile sultan mallarını satma veya kiralama hakkı) kamilen ve sarahaten muhafaza olunmuştur” hükmüne ve ayrıca, Padişah Abdülhamit’in “Hukuk-i Şahaneme asla halel gelmemesi şartı ile muahedenameyi tasdik ederim” şerhini koymasına rağmen, İngilizler çeşitli oyunlar ve adil olmayan kararlarla, bu emlakin tasarrufunu önlemeye ve kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmaya veya arazileri kiralarında tutan Rumlara devretmeye başlamışlardır.
Buna karşılık Osmanlı Yönetimi, Kıbrıs adası üzerindeki haklarını korumak ve ileride adanın idaresini tekrar geri alabilmek için, Ada’da mevcut Türk nüfusuna ve Osmanlı’ya ait emlake sahip çıkmanın gerekliliğinin bilincinde olarak, bu haksız davranışları önlemeye çalışmıştır.
Her aklıselim sahibi kişinin takdir buyuracağı gibi, her özel mülk sahibi kişiye ait emlakin, tapu defterlerinde onun adına kayıt edilmesi ne kadar normal ve gerekli bir işlem idi ise, Kıbrıs’ta mevcut Emlak-i Hümayun’un da, Osmanlı tapu defterlerinde padişah adına kayıtlı bulunması da o kadar normal ve gerçekte de var olan bir durumdu. Kıbrıs’ta mülk sahibi herhangi bir Türk veya Rum, Mehmet, Hüseyin veya Yorgo, adına kayıtlı malı üzerinde her türlü tasarrufu yapmak, malını satmak veya kiralamak hakkına sahip ise, II. Abdülhamit’in de aynı haklara sahip olması ve bunların, İngiliz Yüksek Komiserliği tarafından da kabul edilmesi beklenirdi. Ancak İngiliz yönetimi, görüşmelerin ta başından itibaren bu arazilerin mevcudiyetine karşı çeşitli itirazlarda bulunarak, oldukça geniş arazileri içeren bu emlaki yok saymak veya asgari düzeye indirmek için her türlü yolu denemiştir.
Bu maksatla Osmanlı yönetimi, emlakin sahibi II. Abdülhamit’in de emri doğrultusunda, tapu kayıtlarında gösterilmesine rağmen, o güne kadar maalesef haritalanması düşünülmemiş olan emlakin, kesin hudutlarının belirlenmesi ve dönüm miktarlarının tespiti için, gerekli mesaha çalışmalarını yapmak üzere, erkân-ı harp kolağası (kurmay kıdemli yüzbaşı) Rif’atlu Kamil Bey ile sivil mühendis Mehmet Ali Efendi’yi Ada’ya göndermiştir.
Bu girişimden rahatsız olan Kıbrıs’taki İngiliz Yüksek Komiserliği, yine antlaşmaya aykırı olarak, arazilerle ilgili kesin mutabakata varılıncaya kadar, arazilerin satış ve kiralanmasını durdurma kararı almıştır. Bununla da yetinilmeyerek, ulaşabildikleri Emlak-i Hümayun ile ilgili belgeleri ve kira sözleşmelerini ortadan kaldırmaya başlamışlar, ayrıca Kamil Bey ile Mehmet Ali Efendi’nin mesaha çalışmalarını engelleme yoluna gitmişlerdir.
Padişahın, İstanbul’daki İngiltere Büyükelçi’si Layard üzerinde yaptığı baskı sonucu, İngiltere’nin Kıbrıs’taki Yüksek Komiser’i, emekli general Sir Garnet Wolseley, Layard tarafından uyarılmışsa da, o yine bildiğini okumaya devam etmiştir.
Ancak, Wolseley tarafından yapılan her türlü baskı ve engellemelere rağmen, Kıbrıs’ta 21 farklı bölgede bulunan ve tamamı 322,109 dönüm olarak hesaplanan Emlak-ı Hümayun ile ilgili mesaha çalışması tamamlanarak, hazırlanan haritalar ve elde edilen bilgiler, Bab-ı Ali’ye teslim edilmiştir.
Osmanlı Hükümetinin, elindeki söz konusu bu harita ve dokümanlarla, İngiliz Yönetimi nezdindeki ısrarlı girişimleri sonucu, bu malların geleceği ile ilgili çalışma ve araştırmaların yapılması, İngilizler tarafından da, istemeyerek de olsa kabul edilerek, gerekli çalışmaları yapmak üzere, içerisinde iki de Türk üyenin bulunduğu bir komisyonun oluşturulması kararlaştırılmıştır.
Bu doğrultuda, Wolseley’in direktifleri ile, The Cyprus Gazette’in 8 Aralık 1879 tarihli nüshasında gerekli karar yayımlanmış, Osmanlı Yönetimi görevlilerince gerçekleştirilen mesaha çalışması sonucu tespit edilen ve İngiliz Yüksek Komiserliği’ne sunulan Emlak-i Hümayun listesinin İngilizce çevirisi de, yine bu kararın ekinde verilmiştir.
Ancak, oldukça uzun ve çekişmeli geçen pazarlıklara rağmen, İngilizlerin Rus tehdidini de kullanarak baskı yapmaları sonucu, 3 Şubat 1879 tarihinde, emlakin değerinin çok altında bir kira bedeli üzerinde anlaşma sağlanmış ve İngilizlerin, Osmanlı Yönetimi’ne her yıl için 5000 sterlin kira ödemeleri karara bağlanmıştır.
Ne var ki, daha anlaşmanın mürekkebi bile kurumadan, İngiliz Yüksek Komiserliği, Sultan’a ait arazilerin bir bölümünü kendi malıymış gibi kullanmaya, bir kısım arazileri ise, bu arazileri kiralarında bulunduranlara dağıtmaya başlamıştır.
O yıllarda, Türk köylüsünün çoğunluğunun yeterli miktarda araziye sahip bulunması ve bu nedenle, kiraya verilen Sultan’a ait arazilerden, Rumları aksine, kiralama ihtiyacını duymaması sonucu, Türk çiftçisinin kirasında pek az sultan malı bulunması ve bu durumu kendi siyasi çıkarları için bir fırsat olarak değerlendiren İngilizlerin aldığı önlemlerle, Emlak-i Hümayun’un çok büyük bir bölümü, bu malları kira ile elinde bulunduran Rumlara verilmiştir.
İngiliz Yönetimi, 1927 yılından itibaren, Emlak-i Hümayun için ödediği kirayı da kesmiştir…”

Kıbrıs’ta mülke dair tarih dersi
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.