Büyük Orta Doğu Projesi, ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya emperyallerinin destek ve korumacılığı altında yürürlüktedir… Projenin baş aktörü olarak seçilen İsrail Siyonizmi, Filistin’i haritadan silmek için her türlü kuralı ve insaniyeti çiğneyerek soykırım nitelikli operasyonlarını pervasızca sürdürmektedir… TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yakın geçmişteki bir konuşmasında Siyonizmin hedefleri arasında Türkiye’nin de bulunduğunu şu önemli tümcelerle vurguluyordu:
“Filistin toprakları 1918’de Osmanlı Devleti oradan çekildiği günden beri Siyonistler tarafından karış karış işgal ediliyor. Filistinliler, Rammallah ve Gazze’de daracık toprak parçalarına sıkıştırıldılar. Şimdi İsrail soykırım yaparak oraları da işgal etmeyi hedefliyor. Gazze’de bir İsrail-Filistin savaşı değil, yayılmacı Siyonizmle vatanlarını koruyan Müslümanların mücadelesi var. Gerek ülkemiz içinde, gerek İslam ülkelerinde bazıları bu meseleyi kendisinden uzak bir mesele olarak görüyor ve fena halde yanılıyorlar. İsrail, Gazze’de durmayacak. İsrail bu şekilde devam ederse gözünü başka yerlere dikecek. Sıra bölgedeki diğer ülkelere gelecek. Lübnan’a, Suriye’ye gelecek. Dicle ve Fırat arasındaki vatan topraklarımıza göz koyacaklar. Önünde poz verdikleri her haritayla bunu açık açık söylüyorlar. Sadece Gazze’yi işgalle yetinmeyeceklerini ilan ediyorlar…”
Nitekim, nokta vuruşlardaki siber saldırılarla başlayan ve akabinde ağır bir bombardımana dönüştürülen Lübnan operasyonu Erdoğan’ın vurgularını doğrulayan gelişmeydi…
*
Erdoğan’ın bu kritik dönemde İslam ülkelerini bir an önce uyanmaya ve iş birliğine ilişkin çağrısının ise boşlukta kalacağı kesindir… Çünkü o İslam ülkelerinin Siyonist yayılmacılığı destekleyen emperyalizm tarafından nasıl teslim alındıkları ortadadır… Türkiye bu dur durak bilmeyen Siyonist yayılmacılık karşısında yine kendi kaderini kendi gücüyle belirlemek durumundadır…
*
Siyonist yayılmacılığın hedefinde olduğu Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da belirtilen Türkiye’miz, bir zamanlar yeryüzünden yok edilmekte olan Yahudiler için kucağını sonuna dek açmış ve onları güvence altına almıştı…
On üçüncü yüzyıldan itibaren Müslüman egemenliğindeki bölgelerin Hıristiyan yönetimine geçmesiyle birlikte Yahudilerin çoğunluğu Avrupa’da ve Hıristiyan ülkelerinde mahsur kalmışlardı… Bunun yanında gerek Akdeniz ve Ege bölgesinde, gerekse Osmanlı Devleti’nin ilk başşehri olan Bursa gibi şehirlerde antik dönemden itibaren Yahudiler bulunmuş, sonraki dönemlerde de başta İstanbul olmak üzere Osmanlı Devleti çeşitli şehirlerde büyük bir Yahudi nüfusunu barındırmıştır.
Osmanlı toprakları, İstanbul’un fethinin ardından, en eski Yahudi cemaatlerinden olan ve “Romaniyot” diye bilinen Bizans Yahudilerinin yanı sıra önemli bir Karâî cemaatine, Alman ve Doğu Avrupa kökenli Aşkenaziler ile “Franko” denilen İtalyan Aşkenazileri’ne ev sahipliği yapmıştır. Osmanlı Devleti ayrıca, on altıncı yüzyılın başlarından itibaren İspanya sürgününden kaçan Sefarad kökenli yüz binlerce İber Yahudisi’ne kapılarını açmış ve bu yüzyıl boyunca Osmanlı Yahudi cemaati dinî, ilmî ve kültürel açıdan dünya Yahudiliğinin lideri konumuna yükselmiştir.
*
Osmanlı yönetimindeki Yahudiler, sivil konularda kısıtlayıcı hükümlere ve imparatorluğun ekonomik ve siyasal sıkıntı yaşadığı dönemlerde baskıya mâruz kalmalarına karşın, özellikle Fâtih Sultan Mehmed, İkinci Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanûnî Sultan Süleyman gibi güçlü padişahların yönetiminde ve ilk kez Fâtih tarafından irat edilip sonraki dönemlerde yenilenen “tolerans fermanları” doğrultusunda istedikleri bölgelere yerleşip istedikleri mesleği icra etme, seyahat yapma, inançlarını uygulama, eğitim ve kültür teşkilâtlarını kurma, hatta yeni sinagog tesis etme noktasında daha önce görülmemiş bir serbestliğe sahip olmuşlardır.
Kimi zaman devlet otoritelerinin müdahalesine karşın çoğunlukla kendi iç işlerinde özgür bırakılan Osmanlı Yahudileri, yerel farklılıkların korunduğu bir yapılanma içine girdiler… Osmanlı Devleti’nin sağladığı dinî serbestînin yanında siyasal ve ekonomik güven ortamı dolayısıyla on altıncı yüzyılda Polonya’nın yanında Osmanlı ülkesi Yahudilerin en yoğun yaşadığı ülkelerin başında yer almıştır. Her dinî grubun devlete verdiği cizye ve haraç karşılığı kendi iç işlerinde özerk olması ve askerlikten muaf tutulması esasına dayanan Osmanlı millet sistemi, genel olarak gayri Müslimlerin ve özel olarak Yahudilerin kendi toplum bütünlüklerinden ve dinî-etnik kimliklerinden vazgeçmeksizin devletin siyasal ve ekonomik işleyişinde etkin rol oynamalarına ve devlet kademelerinde üst düzeylere çıkmalarına olanak tanımıştır. Bunun yanında bankacılık, ticaret, liman ve gümrük idaresi, silâh üretimi, dokumacılık ve dericilik konularında deneyimli olan, matbaa tekniğini beraberlerinde getiren İber Yahudi’lerinin Osmanlı topraklarına yerleşmesiyle birlikte İstanbul, on altıncı yüzyılın ikinci yarısında Yahudilerin yoğun biçimde yaşadığı Selânik ve Safed’in yanı sıra en önemli Yahudi merkezi haline geldi.
*
“Yeşiva” denilen Yahudi din akademilerinin bulunduğu İstanbul’da 1493’te David ve Samuel İbn Nahmiyas kardeşler tarafından ilk matbaa kurulmuş, burada pek çok Yahudi klasiği basılmıştır. En çok Yahudi’nin yaşadığı Selânik ise 1515’te kurulan matbaanın yanı sıra kütüphaneleri, akademileri, tabii bilimlerin öğretildiği okulları ve mistik çalışmalara verdiği destekle İstanbul ile yarış halinde olmuştur.
İmparatorluğun üçüncü büyük Yahudi nüfusunu barındıran ve günümüzde İsrail Devleti sınırları içinde yer alan Safed ise, dönemin büyük Yahudi mistiklerinin yetiştiği önemli bir kabala merkezi olarak öne çıkmıştır. Daha küçük bir Yahudi nüfusunun yaşadığı Edirne, Bursa, Şam, Kahire ve Kudüs Yahudi cemaatleri de kendi akademilerine, dinî ve sivil liderlerine sahip olmuştur.
Siyasal alanda ise kendi olanaklarıyla sivrilen Yahudilerden başka Nasi, Acıman ve Eşkenazi gibi önemli Yahudi ailelerinin fertleri elçilik, malî işler sorumluluğu, eyalet yöneticiliği, sarrafbaşılık ve Sultan İkinci Murad’dan itibaren süregelen bir uygulama ile saray hekimliği ve danışmanlık gibi görevlere getirilmiştir. Osmanlı Hânedanı’nın kadın üyelerine danışman olarak hizmet veren üst düzey Yahudi kadınları da devlet siyasetinde etkili olmuştur.
Yorumlar kapalı.