GÖZDEN GEÇİRİLMESİ GEREKİR: Gündemde olan muhaceret tasarısı, iş hayatında bazı yeni açılımları içeriyor… Örneğin, çalıştırdığı üçüncü ülke işçilerinin konaklama ve yemek ihtiyaçlarını karşılayan işverenler onlara daha düşük bir asgari ücret ödeyebilecekler… Tartışılmaya değer bir konu!.. Da, tartışılması gereken daha başka açılımlar da var…
Bırakınız kalifiye sınıfına giren ara elemanları, düz işçi sayılan niteliksiz elemanlar bile bu ülkedeki çalışma hayatının kronik bunalımına dönüşüyorlar… İşverenler ve ihtiyaç içindeki vatandaşlar, çalıştıracak insan bulamamaktan yakınırken, çeşitli kisve altında ülkemize kapağı atıp kayıt ve denetim dışında çalışanlar da iş hayatındaki sorunun bir başka boyutunu oluşturuyorlar…
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük işçi açığı yaşayan Avrupa’nın çeşitli ülkesine savaşa girmemiş olan Türkiye’den protokoller çerçevesinde çok sayıda işçi gitmiş ve bu ülkeler işçi açığını bu yöntemle kapatmaya çalışmıştı… Önümüzde yaşanmış tarihi bir olayın tecrübesi var… KKTC devleti de ara eleman ve işçi açığını belirlemeli, iş protokolleri sayesinde özellikle Anavatan Türkiye’den eleman temin etmeli… Kaçak işçi çalıştırarak emek sömürüsü yapan kimi çevrelerin işine gelmese de, ihmal edilmeyecek böylesi bir seçenekle karşı karşıyayız…
Ülkeye çalışmaya gelenlerin 4 yıl kalması, 4 yılın sonunda 3 ay ayrılarak ondan sonra işverenin iradesiyle yeniden geri gelmesi babında tasarlanan uygulama hiç de sağlıklı değildir… 3 ay boyunca çalışanından yoksun kalan bir işverenin iki eli böğründe kalmaz mı?.. Öte yandan 3 ay boyunca ülke dışında işsiz kalmayı hangi dar gelirli ya da gelirsiz işçi kaldırabilir ki?… Ülke ekonomisinin esenliği için bu tür kesintili çalışma koşullarına rağbet edilmemesi gerekir…
Bu arada KKTC’yi yaşam alanı olarak seçen, düzgün gelirli ve düzgün harcamalı emekli yabancıların da aynı kesintili uygulamaya tabi olduğunu belirtmek isterim…
Çoğunlukla iyi gelirli emeklilerden oluşan, KKTC’de ev alan ya da kiralayan ve harcamalarıyla ülke ekonomisine katkıda bulunan, üstelik ülkemizde çevre de edinen, sosyal sorumluluk projelerine gönüllülükle katkıda bulunan yabancılara belli bir ikamet süresinin sonrasında “hadi ülkeden çek git ve 3 ay sonra ülkeye giriş şansını yenden dene” demek ne kadar adil, etik, gerçekçi ve yararlıdır?.. Bunu da bir düşünelim…
Turizmimizin duayeni Niyazi Aydeniz… Paratöner misali turist çekmeyi daha Limasol’da iken kendi albenili işletmesinde kanıtlayan bir deneyim insanımız… Kendisinden “Alsancak’ın kontu” diye söz ederim her zaman…
İşte onun tarafından arandım… Tüm gelirlerini ülkemizde harcayan yabancı konuklarımıza uygulanan o kesintili yaşam yönteminin hiç de yararlı ve hayırlı olmadığını belirtmek adına… Ve şunları söyledi bana: “Turizmimizin ve çarşımızın kaynakları olan yabancılar yavaş yavaş bizi terk ediyorlar… ‘Geri niye gidip, niye geri döneceğim?.. Gidilip kalınacak başka yerler yok mu sanki?’ diyorlar bize… Bu durumları ilgililere çok söylüyoruz ama bir yararı olmuyor… Kaybeden de ülke turizmi ve ekonomisi oluyor…”
Çalışma hayatımızdaki sakıncalı durumların deneyimler ışığında gözden geçirilip yanlışların ıslah edilmesi gerektiği gün gibi ortada…
***
AİLELER DE UYUŞTURUCU KULLANIYORSA: Trafik Kazalarını Önleme Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Zeki Avcı, uyuşturucu kullanımının toplumsal boyutları ile ilgili çarpıcı açıklamalarda bulunurken acı tespitlerini seslendirdi ve “artık aileler de uyuşturucu kullanıyor” dedi. Aileler de eğer işin içindeyse, çocuklar bu kahredici zehiri nasıl kullanmasın ki, bu felaketin sarmalına onlar da nasıl girmesin?!.. Bağrı yanık bir anne de uyuşturucu bağımlısı evladını tedaviye teslim ederken “Kuryeler aracılığı ile evlerin kapılarına kadar uyuşturucu servisi yapıyorlar” açıklamasında bulunmuştu bir süre önce…
Avcı, ailelerle ilgili o tespitini seslendirirken çok güvenilir bir kaynaktır tabii ki, Kadın Doğum Uzmanı olarak… Bakalım mesleki yaşamında uyuşturucu ile bağlantılı ne tür vakalarla karşılaşıyor boyuna…
Ve hiç kuşkusuz uyuşturucu kullanıcılarının trafikte saçtığı ölümcül dehşetin de altını çiziyor bir trafik gözlemcisi olarak… Yani sözün kısası, halimiz dumandır bu dumanlı kafaların aramızda gittikçe çoğalması yüzünden!.. Ne denli çoğaldıkları şundan da belli ki, artık uyuşturucu maddeler gramla değil, kilolarca yakalanır oldu…
Vay başımıza gelen!… Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderimizi?
***
İZMİR’İN DAĞLARINDAKİ ÇİÇEKLER AÇMAZ MI OLACAK?: Ezelden ebede tasa ve kıvanç birliğimiz olan Anavatan Türkiye, tarihinin en büyük orman yangınlarıyla boğuşurken, alevden darbeler en fazla İzmir’e ve İzmir’in dolaylarına indi…
İçimiz cayır cayır yandı…Türk Savaşı’nın sonlarına doğru denize dökülmekte olan işgalci Yunan’ın çıkardığı yangınlardan bu yana en büyük yangın felaketine maruz kalan İzmir’in dağlarında çiçekler açmaz mı olacak?.. Ne büyük bir felaket Tanrı’m!.. Doğal güzelliklerin ve turizmin efsaneleşen bölgeleri alevler içinde kaldı, o alevlerde ağaçlarla birlikte doğanın nice canlısı cayır cayır yok oldu, kül oldu…
Saptanan o ki, tüm bu yangınlar duyarsız, bilinçsiz ve aidiyetsiz insan ellerinden kaynaklandı… Kâh bir anız yakma, kâh bir piknik keyfi, kâh dikkatsiz sigara kullanımı…
Çok sayıda tutuklu var, ama hangi tutukluya öngörülen ceza yok olan o eşsiz doğal güzelliklerin nebzesini yerine getirebilir ki? Karada ve havada günlerdir alevlerle savaşan, soğutma çalışmalarını aralıksız sürdüren tüm vatanseverlere gönüller dolusu şükran…
Geçmiş olsun Anavatan Türkiye, geçmiş olsun Güzel İzmir ve Köroğlu’nun beldesi efsanevi Bolu…
Ahmet Tolgay
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı
Yorumlar kapalı.