ŞOVLARA KARNIMIZ TOK: Rum Lider Nikos Hristodulidis “Müzakerelere Crans Montana’da kaldığımız yerden devam etmeliyiz” diye çırpınıyor… Bilhassa BM genel kurul ortamında şahsı hakkında “barışçı” ve “uzlaşmacı” algısı yaratabilme adına KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’la masaya oturabilmek için yanıp tutuşan bu zat tam bir şovmen…
Crans Montana’da kaldığımız o yer tam bir Rum – Yunan skandalı idi… Crans Montana’nın “fiyasko” niteliğinde sonuçsuz kalması ve tarihin çöplüğüne atılması uğruna o günlerdeki patronu Nikos Anastasiadis’le omuz omuza elinden geleni yaptığı ve hatta Türk heyeti kendilerini son raund için masada iyi niyetle beklerken valizlerini toplayıp arkalarına bile bakmadan telaşla müzakere otelinden kaçtıkları tarihe geçmişken şimdi nedir bu pişkinlikler?..
Rum araştırmacı yazar Makarios Druşotis şiddetle engellenmeye çalışılmasına karşın önlerine sürülen onca cazip ödüne karşın, Hristodulidis – Anastasiadis entrikalarını “Crans Montana” kitabında düş kırıklıklarıyla birlikte ortaya sermedi mi?… Daha ne öyleyse?…
***
SUSKUNLUK: Aslında bugünlerde asıl konuşması gereken kendisine “bizim nesil bu işi başaramadı” hayıflanması yaptırılan ve karşısındakileri “maksimalist” diye tanımlayan Sayın Mustafa Akıncı’dır… Ama nedense ısrarla susmaktadır kendileri…
Benim diyeceğim o ki, Rum şımarıklığı ve uzlaşmazlığı sayesinde nasıl bir Annan Planı felaketinden dönmüşsek, Crans Montana felaketinden de yine onların “maksimalist”, yani “doyumsuz” tavırları sayesinde döndük…
Crans Montana’da sırf “nasıl olursa olsun bir çözüm” adına Rum tarafına verilen aşırı Türk ödünlerini ve zamansız sunum haritayı de dehşetle anımsamanın zamanıdır şimdi…
***
AB’NİN SERKEŞ ÜYESİ: Gel de bu kafalarla birleş bakalım!.. AB’nin talimatlarına ve ilkelerine uymayan asi üye Güney Kıbrıs… Bunlarla Kıbrıs’ta nasıl birleşme olabileceğini, o “Birleşik Kıbrıs” tezini ısrarla savunanlar çıkıp da bir açıklasınlar bakalım hadi…
Küreselleşen ekonomide halâ “Rum’dan Rum’a” kampanyasının kafasını güder bunlar… Sanki Türkleri ekonomik baskılarla ezdikleri 1950’li yıllardaymışız gibi!… Baksanıza Rum siyasi partisi EDEK’ten gelen sert çıkışa… Kaybettikleri on milyonlarca gelirin telafisi için Güney Kıbrıs’tan KKTC’ye geçişlere müdahale edilmeliymiş…
EDEK; “Yakıt deposunun dörtte üçünden azı doluysa, sürücüye geçiş kapısından ya geri dönüp yakıt doldurma, ya da kuzeye geçmek için 500 € ödeme seçeneği sunulmalıdır” diyor…
Ekonomilerindeki kan kaybını durdurabilme adına Rum hükümetinin fiyat düşürücü sübvansiyona gitmesi de isteniyor hu parti tarafından…
Federal sistemde birleşme iddiasında olanlar bu tür ambargocu önerileri nasıl üretebilirler?.. Üstelik sağda değil, sosyal demokrat çizgide olduğunu savunan bu parti Rum toplumunda yüzde 4 oranında oya sahip… Nasıl bir sosyal demokrat ise!… Pes!..
***
KKTC MEVDUATLARINA GÖZ DİKMEK: Güney Kıbrıs bankalarında Kıbrıslı Türklere hesap açma hakkının (!) tanınması Nikos Hristodulidis’in Osmosis paketindeki maddelerden biridir… Buna paralel olarak şimdi de Güney Kıbrıs bankalarındaki tasarrufların faizi yükseltiliyor… KKTC bankalarındaki birikimleri çekebilmek adına kampanya geliştiriliyor… KKTC banka faizlerindeki yüksek stopaj vergilerine bir de yüzde 2’lik deprem vergisi eklendiği düşünüldüğünde Hristodulidis planlarını anlayabilmek daha da kolaylaşıyor…
Bankacılık sektörümüzün duayenlerinden Hasan Zekâ Mullahasan’ın mesajıdır: “KKTC de 2001 yılında yaşanan bankacılık krizinde tüm bankazadeler Türkiye’den gelen kaynakla tazmin edilmiş ve KKTC Merkez Bankası ayağa kaldırılarak sağlam ve özerk bir yapı oluşturulmuştur… Bugüne kadar da bu sağlıklı yapı korunmuştur. Güney Kıbrıs’ta yaşanan mali kriz mevduat sahiplerinin hesapları tıraşlanarak atlatılmaya çalışılmıştır. Bugün itibarıyla KKTC de mali sektör Güneye nazaran daha sağlıklı bir yapıya sahiptir. Güney’le kıyaslandığında bu bizim ender üstün taraflarımızdan biridir. Güneydeki bankalara mevduat yatıracak vatandaşların iyice düşünmelerini öneririm…”
***
MÜNÜR MUHTAROĞLU HAKKINDA: Son zamanlardaki acı kayıplarımız arasında adı geçen Münür Muhtaroğlu’nun manevi huzurunda bir saygı duruşum olacak buradan… Eski Temel Eğitim Müdürü, KKTC İstanbul Başkonsolosu, Emekli Başbakanlık Müsteşarı olarak toplumsal yaşamımızda derin ve olumlu izler bırakan bir değerimizdir o… Yurduna borcunu fazlasıyla ödeyenlerimizden… Eğitimde, bürokraside ve diplomaside örnek kimliğiyle yetiştirdiği çoğunluk ona çok şeyler borçlu… Eğitimimize, bürokrasimize ve diplomasimize verimli emekleriyle silinmez damgasını vuran seçkin insan Münür Muhtaroğlu abimiz, kaybettiği eşi Yalkın Hocanımla kısa sürede buluştu…
Toplumsal belleğe geçmesi ve her zaman övgüyle anımsanması adına onun TMT saflarındaki pek bilinmeyen hizmetlerine de burada değinmek gereğini duyuyorum: Parlak bir ilkokul öğretmeni olarak meslek yaşamına başlayan Muhtaroğlu, toplumsal direniş günlerimizin isimsiz ve üniformasız kahramanlarındandır aynı zamanda… Lefkoşa Ana Sancağı Dal 2 saflarındaki kapalı bir birimin sorumlusu olarak yıllarca hizmet vererek adını direnişimize altın harflerle yazdırmıştır… Onun yaşamındaki bu önemli periyodu komutanlarından ve bir avuç silah arkadaşından başkası bilmez… Ruhu şad, mekanı cennet olsun değerli insanımızın…
O ÖZGÜRLÜK YOLUNA ŞEHİT HÜSEYİN KAFA’NIN ADI VERİLMELİ: Duraganlıklar yaşansa da o yol mutlaka açılacak… Bugüne dek sonuç üretemeyen diplomasi de tabii ki ihmal edilmiyor…
Pile’ye insancıl amaçlarla özgürlük yolunun açılmasında gösterilen kararlılık, BM askerleri tarafından şehit edilen Hüseyin Kafa’nın aziz ruhunu da teselli ve müsterih edecektir… 1980’li yılların ortasında, BM askerlerinin Rum kışkırtmasıyla olay yarattığı AĞILLAR denilen işte o bölgede Hüseyin Kafa sırf kendi toprağındaki ağılını özgürce kullanmak istediği için BM askerleri tarafından hunharca vurularak şehit edilmişti… Geçen Cuma günkü olayların yaşandığı Ağıllar bölgesi Hüseyin Kafa’nın cesur kanıyla sulanmıştır… Rum işbirlikçisi BM askerleri bu kez Türk kararlılığı karşısında püskürtüldü…
Durumun Türkler açısından ne kadar haklı olduğunun anlaşılabilmesi için hem bu olayın ayrıntıları ve hem de BM’nin Rum sevdasıyla ara bölgede oynadığı çirkin oyunlar dünden bu yana dikkatle izlenmeli… “Ara bölge benimdir” iddiasıyla hareket eden Rum’a her türlü hak tanınıyor, Türk’e özgür seyahat ve kendi malı olan topraklarına ulaşabilme hakkı bile tanınmıyor… Pile – Yiğitler arasında açılmakta olan yola HÜSEYİN KAFA ÖZGÜRLÜK GEÇİDİ adı verilmeli… Hüseyin Kafa’nın Avusturyalı mavi bereliler tarafından haksızca şehit edildiği kabul edilmiş ve resmen özür dilenen Kafa Ailesi’ne BM tarafından yüklü nakdi tazminat da ödenmişti…
***
RUMLAR PROPAGANDA PEŞİNDE: Egemenlik ve çıkarlarının zedelendiğine dair o kuru gürültüye sakın bakmayınız… Pile’den KKTC’ye yol açılması Rumları aslında o kadar da rahatsız etmiyor… Rum düşünürleri, askeri güç dengelerinin değişmeyeceğinin altını çizerek, halka güven vermeye çalışıyorlar… Onları esas ilgilendiren nedir peki?.. Propaganda…
Kıbrıslı Türklerin, tampon bölgedeki BM karşıtı zorlu duruşlarını, Türkler aleyhine devasa bir PR felaketine dönüştürebilmek esas hedefleridir…
Bu konuda hafta sonunda yorum yayınlayan Güney’deki “Cyprus Mail” gazetesi, alaylı şekilde “Prez. 2’nci Niko” dediği Rum Lider Nikos Hristodulidis’in ilgisizliğinin altını çizmek için bir karar bile üretilmeyecek olan Trodos’daki güvenlik toplantısını 1 Eylül Cuma’ya zamanlamasını da gösteriyor…
Yol yapımı acil tedbiri gerektiren bir olay olarak görülmüyor, ama Türkler aleyhine uluslararası propaganda yapma fırsatı bulmalarının heyecanını yaşıyorlar besbelli… Kıbrıs’ta barışın bu Bizantin kafalardan çekeceği daha çok şeyler var…
Türk tarafı bu olayda haklıdır ve haklılığını dünyaya duyurmak için elinden geleni beceriyle yapabilmelidir… Asıl sorulması gereken soru şu: Bizim diplomasimiz ve PR’cılarımız nerede?..
***
ARTIK ANLASINLAR: BM sözde Barış Gücü’nün işi gücü Rum’la işbirliği yaparak Türk halkının özgürlüğüne çomak sokmak… Bu mavi berelilerin bugünlerde Pile’de yaptıklarına tanık olurken Lefkoşa’daki geleneksel Türk alanı Taksim Sahası’nı Türklere kapatma marifetlerini de anımsadık… O skandal olay da kararlılığımız sayesinde aşılmıştı… BM Kıbrıslı Türk’ün Rum’a eşit egemen bir halk olduğunu artık anlamalıdır…
***
İHMAL EDİLEN 1950’LER ŞEHİTLİĞİMİZ: Gazetemizin üretken muhabiri Cemre Cemali’nin geçen hafta önümüze getirdiği iki haber birlikte okunup değerlendirilmeli. Cuma gün yayınlanan “Utanç Tablosu” başlıklı haberde içinde 1950’lerden kalma şehit mezarlarının da bulunduğu tarihi Küçükkaymaklı mezarlığının viran ve terk edilmiş durumu irdeleniyor…Aman Tanrım!.. Fotoğraflarla yansıtılan manzaralar gerçekten yüz kızartıcı, içimizi acıtıcı… Tarihimize ve atalarımızın gömütlerine hiç mi vefa ve saygı kalmadı?.. Tarihimize böyle mi sahip çıkılır?.. Orası Güney Kıbrıs’ta terk etmek zorunda kaldığımız mezarlıkların durumuna dönüştü… Çok üzücü…
Pazar gün yayınlanan “26 Şehitliğimiz Var” başlıklı haberin kaynağı ise KKTC Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı tarafından hazırlanan “Kıbrıs Türk Şehitlikleri Albümü.” Cemre Cemali, yaşadığımız toprakların özgür vatanımız olması uğruna canlarını feda eden bin 481 şehidimizin yattığı son derece bakımlı şehitliklerimizin sunumunu yapıyor bu haberde…
1950’lerin şehit mezarlarını içeren o viran Küçükkaymaklı tarihi mezarlığının sorumlusu belediye, 26 şehitliğin sorumlusu ise Askerimiz… İşte bu karşılaştırmalı iki sunum arasındaki ilgi, vefa ve bakım farklılıkları bizi düşündürmeli…
Son mevtanın 1963’ün sonunda gömüldüğü Küçükaymaklı tarihi mezarlığında diğer mezarlarla birlikte bakımsız kalan şehitliğin 26 şehitliğimizden birisine nakledilmesi için geçmişte yapılan girişimler engellenmişti… Engelleyenlerin kimliklerini burada açıklamak istemem… Ama engelleyenlerin de şu anda viraneye dönmüş olan o tarihi şehitliğe sahip çıkmaları gerekmez mi?..
Kıbrıs sorununun sıcak günlerinin kimilerince iddia edildiği gibi 1974’de değil, ta 1950’lerde başladığının en somut kanıtı olan 1950’lerden kalma şehitliğimiz Küçükkaymaklı mezarlığında korunamaz… Mutlaka 26 şehitlikten birine, özel bir konuma taşınmalıdır o şehitlik de…
Kabirlerinin büyük çoğunluğunun artık ziyaretçisi de kalmayan tarihi Küçükkaymaklı mezarlığının genelini ele alacak ve çözüm üretecek bir inisiyatife ihtiyaç olduğu ise kesindir… “Ben Kaymaklılıyım” diyenlere de görev düşer… Aidiyet gösterilmeli…
Yorumlar kapalı.
KOZMOPOLİTAN DURUMLAR: Rusya’nın KKTC’de temsilcilik açacağı resmi devlet ajansı Tass aracılığıyla dünyaya duyuruldu… Rum tarafının bilinen yaygaracılığını bu konuda da göstermesi şaşırtıcı değil…Ne olmuş yani?.. İngiltere’nin ve ABD’nin KKTC’de temsilcilikleri var… Rusya’nın da neden olmasın?.. Kaldı ki Güney Kıbrıs’taki Rusların siyasal bir partileşmeyle örgütlenmekte olduklarına dair bilgiler de var…
KKTC’nin demografi durumlarını düşünmek ise bize düşer elbet… Yakında temsilciliklerine kavuşacak olan Rusların nüfus sayısı 50 bin… İranlı ve İngiliz sayısı 15’er bin… İranlıların sayısında hızlı artış var bu arada… Yakında diğer yabancı unsurların sayısını da öğreniriz herhalde… Mesela Afrikalıların, İsraillilerin, Ukraynalıların, Türkmenlerin, Pakistanlıların, Bangaldeşlilerin ve de diğerlerinin…
Kıbrıs Türkü’nün sayısının bu kozmopolit nüfus ortamında kaça düştüğü öğrenemediğimiz tek bilinmez… Rahmetli İrsen Küçük bir zamanlar “kalabalığız” demişti… Yabancı nüfus yoğunluğu karşısında Kıbrıs Türkü olarak halâ kalabalık mıyız acaba?..
***
ENTERESAN: Söz ve düşünce özgürlüğünü savundukları iddiasında olanlar, o güncel haberi hep aynı şablonla şöyle veriyorlar: “Basın Emekçileri Sendikası (Basın-sen) Başkanı Gazeteci Ali Kişmir‘e, 2020 yılında dönemin TC Büyükelçisi Ali Murat Başçeri‘nin, Güvenlik Kuvveleri Komutanlığı’na ait ‘Beyaz Ev’de, Ulusal Birlik Partisi milletvekilleriyle yaptığı, Kıbrıslı Türklerin iradesini ilgilendiren ‘gizli toplantı’yı eleştiren köşe yazısı nedeniyle, ‘10 yıl hapislik’ cezası öngörülen bir suçlamayla Başsavcılık tarafından dava açıldı.”
Enteresan değil mi?..
Bu haberi bu formatta verenlerin hiçbiri Kıbrıs Türk direniş tarihinde kutsal bir konumu olan o Beyaz Ev’den Ali Kişmir’in “Genel Ev” diye söz ettiğine, Ankara’ya da “genel evin çalıştırıcısı” benzetmesi yaptığına zerrece değinmiyor…
Savunulmak istenen söz ve düşünce özgürlüğü o kutsal mekândan “Genel Ev” ve Ankara’dan da “genel ev çalıştırıcısı” diye söz edilebilmesini de mi kapsar?..
O tepkiciler temsil ettikleri kurum mekânlarına ya da “sweet home”larına birileri tarafından “genel ev” ve kendilerine de “genel evin çalıştırıcısı” betimlemesinin yapılmasını içselleştirebilirler mi?.
İdeolojik platformlarından olmayan bir kadın gazetecimiz hapse girerken seslerini hiç çıkarmayanlar, şimdi kendilerinden biri olan gazetecinin yargılanma durumunda kalmasına yaygarayı basmak gibi bir çifte standardı sergilemektedirler aynı zamanda… Tabii ki bu çifte standart da enteresan…
Ama bir enteresan durum daha var ki, değinilmeden geçilemez: Söz ve düşünce özgürlüğünü bahane ederek yargıyı sert söylemlerle baskı altına almaya kalkışanların karşısına çıkmaktan imtina eden sözde akil kurumlarımız ve kişilerimiz de var… Tümüne birden kırık bir selam olsun benden!..
Ve asıl enteresan olan, davanın odak konusunu oluşturan o “Genel Ev” ve “genel ev çalıştırıcıları” küfrünü aradan geçen 3 yıla yakın süre içinde asla geri almayan ve özür dilemeye de yanaşmayan inatçı ve ısrarlı bir Ali Kişmir gerçeği var orada…
***
HADİ ORADAN: AKEL, “Türkiye’nin 1964 yılında Dillirga’da gerçekleştirdiği hava saldırısının çağdaş Kıbrıs tarihinde kanlı ve acı verici bir sayfa teşkil ettiği” iddiasında!… Dillirga’ya garantör Türkiye’nin neden müdahale etmek zorunda bırakıldığını tamamen es geçen AKEL, Kıbrıs gerçeklerinin çarpıtılarak sunulması devinimlerinin de yeni bir örneğini verdi böylece…
Sebep ve sonuç ilişkilerini göz ardı ederek tarihi gerçekler üzerinde yorum üretmek ve manipülasyonda bulunmak ister sağcı, ister solcu olsun tüm Rum frekanslarının değişmez taktiğidir… Öyle ya, Türkiye ortada hiçbir neden yokken durduk yerde yapmıştı o bölgesel askeri operasyonu!.
AKEL’in iddiasına göre Türkiye’nin Dillirga müdahalesi adayı bölmeye matufmuş!… Hadi oradan AKEL.. O günlerde Cumhuriyetin kurucu ortağı Türkleri adanın dört bir yanında kuşatmalarındaki gettolara kapatarak soykırımdan geçirdiklerini, Erenköy’de sıkıştırdıkları Türklere karşı da orantısız bir imha saldırısı düzenlendiğini saklamaya çalışanların dürüstlüğü asla söz konusu olamaz…
***
İZOLASYONCULARA SANATÇI YANITI: Yakın geçmişte Avrupalı müzisyen arkadaşlarıyla birlikte Girne’de unutulmaz müzik şölenlerinden birini daha sunan Turgay Hilmi, Rum makamlarının 1984’den beri gerek ülkemize getirdiği sanatçı arkadaşlarına, gerekse kendisine yardım eden arkadaşlarına ve hatta makam sahibi arkadaşlarına şaşırtıcı mektuplarla tehditler savurduklarını duyurdu… Turgay Hilmi; “9 Ağustos günü Berlin’deki elçileri yine Almanya’daki makam sahibi arkadaşlarıma yeni bir mektup yazarak aklı sıra bizimle olan kültürel ve sosyal işbirliğini derhal durdurmalarını buyurdular” diyen Turgay Hilmi’nin sosyal medyadan verdiği şu yanıt bir kararlılık gösterisidir, kutlarız: “Ey elçicik; boşuna uğraşma çünkü ben Almanya’nın sanatçısıyım, ‘yürü’ dersem değil Almanya, taaaa Japonya’dan sanatçı arkadaşlarım KKTC’de konserler vermek için peşimden gelirler. Gadalaves, yoksa engadalaves?.. O yazdığın mektup elimdedir ve inan seni kimse sallamaz.”
Yorumlar kapalı.
TATAR – HRİSTODULİDİS BULUŞMASI: Yorumları hâlâ sürüyor… Malûmdur: Ersin Tatar ile Nikos Hristodulidis Kayıp Şahıslar Komitesi’nin ara bölgedeki Antropoloji Laboratuvarı’nı birlikte ziyaret ederek çalışmaları yerinde incelediler ve oradaki görevlilerden bilgi aldılar… İşbirliği ve yakınlaşma güzeldir ve gereklidir… Ve içten dileğimiz artık bir daha Kıbrıs’ta ve dünyanın başka hiçbir bir yerinde böylesi iç sızlatıcı laboratuvarlar hiç kurulmasın…
Tatar, ziyaretin tamamıyla insani bir konu olduğunu, o nedenle ara bölgedeki buluşmanın görüşmelere zemin hazırladığına dair bir algı yaratılmasının doğru olmadığını belirterek bazı yorumcuları da düş kırıklığına uğrattı…
Fırsatı kaçırmayan Rum Lider Nikos Hristodulidis Ersin Tatar’a BM Genel Sekreteri’ne ortak bir görüşme için ortak başvuru teklifinde bulunmuşsa da beklediği karşılığı alamadı…
Tatar’ın bir kez daha kesin ifadeyle altını çizdiğidir: “Görüşme süreci başlayacaksa bizim siyasal durumumuzda hiçbir değişiklik yoktur. Egemen eşitlik ve eşit uluslararası statünün teyidi ve kabulü ile ancak bu süreç başlayabilir. Nitekim orada da Hristodulidis’e aynı şeyi söyledim.”
***
HAÇANA BİR: Olağan ve bilinen döngü tamamlandı… Döngü şu: Asgari ücret belirlendi, belirlenen rakama itiraz edildi, itiraz reddedildi ve iş olacağına vardı yine… Net 15 bin 750 TL, brüt 18 bin 103 TL olarak belirlenen asgari ücret, 1 Temmuz 2023 tarihinden itibaren uygulanmak üzere Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi… Asgari ücrete yapılan sendika itirazı devlet ve işveren temsilcilerinin oylarıyla reddedilmiş oldu… Karara uygun ödemeler de ay sonunda yapıldı… Allah kerim 6 ay sonraya… Bakalım Mevlâm ne göstere!.
Da, acı gerçek şu: Emekçiye, dar ve sabit gelirlilere hangi ücret uyarlanırsa uyarlansın verilen artış daha uygulanmadan enflasyon tarafından yutuluyor… Serbest piyasa ekonomisi serbest kazıklamaya dönüştürüldü… Piyasada her şey var, ama piyasadaki her şeyi satın alabilene aşk olsun… Asıl önemli olan paranın satın alma gücünü denetim, üretim ve hizmetle koruyabilmektir…
Bu bağlamdaki çabaya devlet olsun, işveren olsun ve de çalışanlar olsun tüm paydaşlar gönüllülükle katılmalıdır… Çünkü ödenen maaşların biteviye yetersiz kalması ve erimesi, devleti de, işvereni de, çalışanı da rahatsız edici bir nitelik taşımaktadır…
Haçana bir maaş kavgası, haçana bir sürtüşme, haçana bir iş sektörümüzde emek ve emekçi kaybı?!… Kalıcı istikrar adına kararlı bir mücadele verilmeli… Pandemiden bu yana süregelen kriz hiç bitmeyecek mi?.. Başlayan ve gittikçe büyüyen ekonomik yangın 5 yıla yakındır sürüyor…
Evet ya; haçana bir gerçekten?.. Artık ekonomik çözümler gereğine uygun yapılmalı ve ceplerdeki paranın satın alım gücü korunmalı…
***
ORANTISIZ NÜFUS ARTIŞI: Ekonomimizin bu duruma gelmesinde son yıllardaki nüfus patlamasının da önemli etkisi var hiç kuşkusuz… Demokrafi durumlarımız pek belli değil, ama aramızdaki yabancı uyrukluların sayısı küçümsenemeyecek oranda… Ve bu oran gittikçe yükselmekte… Tüketim arttı, üretimde özlenen artış ise yok… Arz ve talep dengeleri tüketici aleyhinde…
Kıbrıs Türk ekonomisine yaptığı tarihi katkılarla bilinen Yücel Dolmacı dostum bu durumu özetle şöyle açıkladı bana: “Normal ekonomik büyüme yüzde 5 olan ülkelerde nüfus artışı yüzde 1.2 olarak kabul edilir. Aksi takdirde enflasyon, asayiş çıkmazları, işsizlik, sosyal problemler, suç oranlarının artması, çevre sorunları kaçınılmaz olur… İşte bu nedenledir ki, Avrupa ülkeleri canavarca göçmen botlarını batırıp, garibanları kitlesel öldürüyorlar.”
Yorumlar kapalı.
KOOPERATİFÇİLİK: Hükümetin, kooperatifçilik çatısı altında 6 ilçede 6 mega süpermarket kurarak yaşamı yüzde 30 – 35 dolayında ucuzlatacağı söylentileri dolaşıyor… Ben bu söylentilere pek inanamasam da, resmi bir ağız çıksa, bu konuda aydınlatıcı ve inandırıcı açıklamalar yapsa olmaz mı?
Hayatı çekilebilir duruma getirebilme adına, bilhassa bizdeki gibi ekonomik krizlerde, kooperatifçilik sığınabileceğimiz bir kurtuluş hamlesidir… Bir kooperatif ülkesi olan İsrail bir zamanlar tarafımızdan örnek alınmış ve kooperatifçiliğimizi kurumsallaştırabilme adına İsrail’le yakın ilişkiler kurulmuş, heyetler gidip gelmişti karşılıklı…
Gelin görün ki devletleşme sürecimizde Kooperatif Bakanlığı bile varken zaman içinde kooperatifçilik acımasızca öldürüldü ve halk da, ülke de “serbest piyasa” adı altında vahşi kapitalizmin amansız kucağına terk edildi…
Ta İngiliz Sömürge Yönetimi döneminden başlayarak halkımız arasından Kenan ve Eşref Bey’ler gibi, Cahit Tilki ve Hüseyin Gültekin beyler gibi tarih yazmış kooperatifçiler çıktı… Kooperatif hareketin en büyük eseri bir dönem yönetimlerimizin Merkez Bankası fonksiyonunu da üstlenmiş olan Kooperatif Merkez Bankası’dır…
Kooperatif hareketin içinden gelen merhum İsmet Kotak’ın siyasal yaşamı “Kooperatif Bakanı” olarak başlamıştı… Bakanlık makamı da Kooperatif Merkez Bankası’nın en üst katındaydı… Kotak bu makamında çok başarılı olmuş ve siyasette önü açılmıştı…
Gelin görün ki artık ne bir zamanların kooperatif bakanlığı, ne halkçı kooperatif bakkaliyeleri ve ne de kooperatif girişimciliğin piyasaya adil dengeler getiren o ithalatları ve tanzim satışları kaldı… “Kooperatif kurumlar” denildiğinde ETİ, Koop Levazım, PEYAK, VİPKOP ve artık özelleşmiş sayılan BELÇA vardı. Bütün bu kurumlar piyasamızın denge unsurlarıydılar… Her birinin hazin bir batış öyküsü vardır ne yazık…
Gel zaman git zaman “yaşamı serbest piyasa ekonomisinden daha ucuza mal edebilecek bir düzen olamaz” mantığı galip gelecekti…
***
ORMANLARDA ÖNLEM ALINIRKEN: Orman Dairesi, aşırı sıcaklar nedeniyle orman yangın riskine karşı “kırmızı alarm” durumuna geçerek ormanlık alanlara girişi yasakladı… Hadi insanlar kontrole alındı… Çok güzel… Peki de, ormanların içinden dallar ve ağaçlar arasından geçen ve birçok yangının nedeni olan o salma elektrik kabloları ne olacak peki?:.
***
TEPKİ OYLARI NASIL OLUŞUR?: Meslektaşımız Sami Özuslu milletvekili andını içtiği gün yaptığı konuşmada tepki oylarının seçimi kazanmasında önemli rol oynadığının altını çizdi… Bu açıklama, bu ülkede sürekli tepki oyu üretenlerin kulağına küpe olur mu bilmem!..
Bakın mesela güncel bir örnek: Maaşı 100 bin TL dolayında olanlardan deprem vergisi alınmaz, kara günler adına 100 bin TL’nin de altında mevduatı olandan yüzde iki deprem vergisi kesilir… Milyarlık kaşanede oturandan deprem vergisi alınmaz, dar bütçesine katkı sağlayabilme adına kiraladığı evinden ayda birkaç bin TL gelir sağlayandan yine yüzde 2 deprem vergisi kesilir…
Adil düzen bu değildir ve bu tür adaletsizliklerden mutlaka tepki oyları doğar…
Olası bir depremin riski herkes için geçerlidir… Bu bağlamda herkese pamuk elini cebine attırmalı… Mevduat sahiplerinin ve ev kiralayanların suçu örgütsüz olmak mı yani?.. Örgütlüler ayağa kalkınca gerilemek ve örgütsüzlere yüklenmek adil değildir… Devlet örgütlülerin de, örgütsüzlerin de devleti olabilmeli…
Ve hiç unutulmasın: Örgütlüler de oy sahibidir, örgütsüzler de…
***
RUMLAR KKTC’DE KİRALIK KONUT ARIYORLAR: Güney Kıbrıs’taki astronomik konut kiralarından “el aman” çeken Rum komşular şimdi de KKTC’deki kiralık konutlara yöneldiler… Onlara göre KKTC konut kiraları Güney’e oranla hayli düşük…
Rafları boşaltırcasına marketlerdeki ürünleri kaldırıp kaldırıp götürürlerken bu duruma gıpta ile bakan Türkler zaten kolay bulunamayan “kiralık konut kriziyle” de karşı karşıya kalacaklar şimdi…
Parası olan malı – mülkü – hizmeti götürmekte, parasızlar ise “ah – vah” çekmekte…
Kendi elimizle yarattığımız bu bozuk düzeni ıslah etmek gerekir… Hem de acilen..
Yorumlar kapalı.
TL’NİN ERİMESİ – DÖVİZİN TAVANLARA VURMASI: KKTC’deki TL değer kaybı ve dövizin yükselişi
Türkiye’dekinden daha hızlı oldu… Bankalardaki döviz mevduat tutarı da TL karşısında tırmanarak yüzde 80’lere ulaşma noktasına geldi… Herkes cepteki ve yastık altındaki TL’yi dövize dönüştürme çabasındaysa bu yangın nasıl bastırılacak gerçekten?..
Bu çok acayip mali tablonun oluşmasında Türkiye’deki “Kur Korumalı Mevduat” hesaplarının KKTC’de uygulanmamasının da önemli etkisi var… Oysa başlangıçta o bankacılık önleminin KKTC için de geçerli olacağı açıklanmış, ama bu açıklamanın gereği yapılmamıştı… Sorgulanması gereken bir durum…
***
DOMUZUN KUYRUĞU: Evet, domuzun kuyruğu mengeneye konulmakla düzelir mi?… Buyurun işte… Bu bilgi “AB geldi ve Güney Kıbrıs’ı bir tamam yoluna koydu” diyenlere gitsin…
Eski Rum Başsavcısı Kostas Kleridis’in Kıbrıs Araştırmaları Merkezi’nde Elen Kültür Enstitüsü tarafından düzenlenen “Kıbrıs’ta Kurumlar ve Değerler” başlıklı etkinlikte yaptığı sunumdan:
“Yönetimimizin yüksek devlet görevlileri ucu kendilerine dokunan ihbarların çoğunu yok ediyorlar… Buna rağmen 2013 – 2018 yılları arasında toplam 120 vergi kaçakçılığı, rüşvet ve yolsuzluk dosyası soruşturuldu… Soruşturulanlar içerisinde suçlu bulunup mahkûm olanlardan 37’si vergi kaçırma, altın pasaportlardan rüşvet alma, yolsuzluklar ve ihalelerden pay almakla ilgilidirler… 12 dosyada adı geçenler arasında milletvekilleri, merkez bankası yöneticileri, belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, eski belediye başkanları, sorumlu devlet doktorları, devlet üniversitelerinin yüksek dereceli akademisyenleri ve altın pasaport prosedüründe imza yetkisi olan üst düzey bürokratlar ile Türk malları vasiliğinde yöneticilik yapan tapu memurları vardır…”
***
KUTLU ADALI VE “DAĞARCIK”: Merhum eşi Kutlu Adalı’nın “Dağarcık” adlı ünlü dönem eserinin yeniden basılacağını eşi İlkay Adalı’dan memnuniyetle öğrendim… Türk – Rum ortaklık cumhuriyetindeki Türk köylerinin durumunu net ve ayrıntılı biçimde ortaya koyan önemli ve ayrıntılı bir dönem araştırmanın ürünüdür bu kitap… 1960’lı yılların başı… Kutlu Adalı, Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Denktaş’ın özel kalem müdürü idi o dönemde… Denktaş’ın talimatıyla ve bir heyetle birlikte ada genelindeki Türk köylerini adım adım günlerce gezen Kutlu Adalı, bu köylerde gözlemlediklerini ayrıntılı bir rapor halinde Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Denktaş’a sunmuş ve arkasından da Denktaş’tan aldığı izinle o tarihi raporun pek çok bölümünü “Dağarcık” başlığı altındaki kitabında toplayarak basmıştı…
Kitaplığımda çok yıpranmış bir nüshası bulunan kitap, Rum otoritesindeki ortaklık Cumhuriyeti’nin Türk köylerine ve köylülerine reva gördüğü ayrımcı siyaseti belgeleri, örnekleri ve kanıtlarıyla ve çok kolay okunur bir dille sunmaktadır… Kitabı okuyanlar Türk köylerini susuz, elektriksiz yolsuz ve köylülerini de çaresiz bırakan Rum ırkçılığının örnekleriyle yüzleştikçe daha o günlerden Rumlar tarafından bizden çalınmış olan ortaklık cumhuriyetinin neden yürütülemediği bağlamında kesin görüş sahibi olurlar…
***
SİNEMALARDAKİ TOPLULUK DUYGUSU: Tom Cruise’un; “Beyazperde için filmler yapıyorum, çünkü insanların sinemalarda yaşadığı o topluluk duygusunu seviyorum” şeklindeki güncel vurgusundan etkilendim ve şimdi tarih olan Kıbrıs Türk halkının o eski sinema kültürünü anımsadım… Gündüzleri kapalı salonlarda, geceleri açık hava sinemalarında yıllar boyu yaşadığımız o harika topluluk duygusu ve o duygudan kaynaklanan sonuçlar ve değerler nasıl unutulabilir ki?… Sinemalarımızdaki topluluk duygusu yıllar boyu toplumsal yaşam biçimine dönüşmüştü, bu bizim tarihi gerçeğimiz… Bu konuda yığınla araştırmacı yazı, röportaj ve kitap yazıldı… Benim yüzlerce yazımın yanı sıra 3 de mevcudu tükenen kitabım oluştu mesela bu bağlamda: “Kıbrıs Türk Toplumunda Sinema Olayı”, “Sinema Albenisi” ve “Kıbrıs’ın Orta Yeri Sinema.”
Ne mutlu bizim nesle ki, köhne sinemalardaki o ilhamlar da yaratan “topluluk duygusu” nu yıllar boyu birebir yaşadık…
Yorumlar kapalı.
ŞU HAVA KORİDORU MESELESİ: Türkiye’yi sömürücü bir ülke olarak kötülemek için uydurulan şehir efsanelerinden biri de hava koridorundan geçen uçaklardan KKTC’nin alması gereken uçuş bedellerini TC’nin gasp ettiğine dairdir…
“KKTC’nin hava koridoru mu var?” diye sordum kıdemli bir hava kontrolörüne… “Olsaydı ne güzel olurdu!.. Bu turistik ve stratejik bölgede vallahi paraya para demezdik!..” dedi bana…
Ondan net biçimde öğrendiğim kadarıyla “hava koridoru” adlı altın yumurtlayan bir tavuğumuz ‘maalesef yok… Kıbrıs üzerinde uçan uçaklar resmi olarak sözde Kıbrıs Cumhuriyeti hava koridorunu kullanırlar ve bir “maalesef” daha ki, bunun bedelini de Rum’a çatır çatır öderler…
Sonuç olarak bu bağlamdaki parasal hakkımızı asıl gasp eden Rum Yönetimidir… Tıpkı diğer haklarımızı gasp ettiği gibi!..
Gerçek teknik durum şu ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin hava koridoru Kıbrıs adasının güneyine kadar uzanır… Kıbrıs’a gelecek veya üzerinden geçecek olan uçaklar mecburen Türkiye’nin bu hava sahasından geçer ve ödemesini de Türkiye Cumhuriyeti’ne yapar tabii ki….
Uluslararası havacılık Kıbrıs’ta hava koridoru olarak Rum Yönetimi’ni tanır. Türkiye ile KKTC arasında gidip gelen uçaklar ise uluslararası alanda resmen tanınmış olan Kıbrıs Cumhuriyeti hava koridorunun altında uçarlar. Bu uçaklar Türkiye Cumhuriyeti hava koridoruna gelince yükselirler ve geçişlerini bu hava koridorunda yaparlar… Diğer bir deyişle, Türkiye üzerinden adaya gelen uçaklar Kıbrıs Cumhuriyeti hava koridoru sınırında alçalır ve koridor altı uçuşla iniş yaparlar…
***
AÇIKLANMAYA MUHTAÇ DURUM: “Dövizdeki dalgalanmalara karşı halkın alım gücünü korumak” amaçlı kararlar arasında siyasi partiler, sendikalar ve sivil toplum kuruluşları tarafından düzenlenen piyango ve balo biletlerinin KDV’lerinin sıfırlanması da var…
Eğer aklımızla alay edilme niyeti yoksa böylesi bir kararın neden alındığının akılcı açıklamasının mutlaka yapılması gerekir… Halk KDV’siz piyango ve balo biletlerini alarak döviz darbeleri karşısında rahatlayacak mı?.. Yoksa devletin hazinesini bu gelirden yoksun bırakarak siyasi partilere, sendikalara ve derneklere popülist bir jestte bulunma fırsatı mı yakalandı?..
KDV indirimleri elzem gıda ve tüketim maddeleri için gerekli… Devlet hazinesinin kayıpları da elzem olmayan lüks maddelerde yapılacak KDV ayarlamalarıyla telafi edilmeli…
***
RUH SAĞLIĞIMIZ TEHLİKEDE: Uzman psikiyatristlere göre, KKTC’de ruhsal hastalıklarda yüzde 30’luk artış var… “Toplumdaki şaşırtıcı anormalliklerin, suçların ve olayların nedenlerini arayanlar bu açıklamalara odaklansınlar” derim ben…
Bedenimiz gibi ruhumuzun da bağışıklığa ihtiyacı var… Ama ruhsal bağışıklığımız adına maalesef fazla bir şey yapılmıyor… Tam tersine ruhlarımızı hırpalayan olayların trajik seyri paylaya patlaya sürmekte ve her geçen gün daha da yoğunlaşmaktadır…
Yüzlerce çocuğumuzun psikolojik destek almakta olduğuna ilişkin bilgiler ise bize soğuk terler döktürecek nitelikte… Sadece günümüz değil, geleceğimiz de risk altında…
***
İHMAL EDİLEN O YASA: Milli değerleri istismar edenleri mahkemeye sevk edecek bir yasa vardır: “Bazı isim ve deyimlerin kullanılmasını kısıtlayan yasa / 39 / 1975” Da, bu yasayı uygulatacak iradeyi bir türlü göremiyoruz… Sanki o yasa iş ola ve şaka olsun diye bu ülkenin Meclisinden geçirilmişti!..
Yorumlar kapalı.
BİR DE SİVİL İTAATSİZLİLİK BAŞLADI: Soranlar var: Eğitimi durduran, sınavları yapmayan, karne vermeyen öğretmenlerin grevine hükümet neden yasak koymuyor?.. Son bazı grevlere ve özellikle EL SEN grevine hükümet yasak koymuştu da ne oldu?.. Bu kez “sivil itaatsizlik” deyip eylemlerini ve hatta sabotajlarını sürdürmediler mi?.. İtaatsizlik maalesef bazı sendikalara egemen olmaya başlayan yeni trend… Otorite yetersizliği bunun esas nedeni olmalı…
Sahi ama; ne oldu o kanıt ve belgeleriyle birlikte saptanan elektrik sabotajcıları?.. “Sendikacıdırlar” diye affa mı mazhar oldular?.. Ya eylemlerinin vazgeçilmez gereği olarak ille de Meclis kapısı kıran kahramanlardan (!) kamu malına zarar vermekten dolayı tek kuruşluk tazminat mı alınıyor?.. Kırılan her Meclis kapısı halkın vergileriyle oluşan KKTC bütçesine en az 15 bin TL’ye mal oluyor…
Sağduyunun görüşü şu noktaya kaymaktadır ki, AB kriterlerine uyarlanmak üzere sendikal yasalara da artık el atılmasının zamanı gelmiştir… Sendikacılar popülist siyasetin yıllar boyu kendilerine verdiği yetkileri ve hakları çok yıpratıcı biçimde kullanma sürecine girdiler… Büyük çoğunluğumuzun beklenti ve düşüncesi: AB kriterlerine uygun sendikacılık artık bize gereken ve yakışandır…
***
GEL DE EVLEN: Hiper enflasyonun sarmalına fena halde almadığı ne kaldı ki?.. Genç bir meslektaşımızın araştırma ürünü haberidir ki; evlenebilmek de artık ateş pahası… Havaların ısınmasıyla birlikte düğünlerin mevsimi de gelip çatmıştır… Gelin görün ki, genç çiftlerin yalnızca donanımlı ve ikramlı bir düğün salonu kiralamak için 245 bin TL’ye ihtiyacı var… Ayrıca, en ekonomik gelinlik 15 bin TL iken damatlık giysi en az 10 bin TL… Gelinin saçını ve makyajını kuaförde yaptırmak gerek… Bunun bedeli en az 2 bin TL… Damadın düğün öncesi bakımının bedeli en az 700 TL…
Evlenebilmek için yalnız düğüne yapılan bu kadar masraftan sonra boşanmalardaki rekorumuzu anlayabilen varsa lütfen beri gelsin!..
***
SERİ KATİLİMİZ CAN ALMAKTA VE KAN DÖKMEKTE BERDEVAM: Ölümcül trafik kazaları dehşetengiz bir süreçte berdevamdır… Trafik kurallarına hiç eksiksiz uymak, uymayanlara karşı caydırıcı yasaları yürürlüğe koymak, bu cana ve kana doyumsuz seri katile karşı direnebilmemizin acil ve kaçınılmaz yöntemleridir… Bunca kaybımıza ve dur durak bilmeyen yoğun uyarılarımıza kaşın tamir ve düzenlemeleri, aydınlatılmaları ihmal edilen, bu yüzden de sık sık kan göllerine dönüşen yolların çok iyi bilinen güvensizliği ancak bu şekilde kendi çabamızla asgariye çekilebilir…
Giden canlara Allah’tan rahmet dilerim ve “artık yeter olsun” derim… İçinde, otorite, kural ve yasa tanımayan sürücü teröristlerin de kol gezdiği bu kaotik trafik ortamında herkes kendi güvenliğini özel duyarlılığı ve dikkatiyle sağlamak yükümlülüğündedir… Ben bu satırları yazdığım sırada kaotik trafiğin karmaşası içinde bakalım daha neler olup bitmektedir… Kaygılarımız hep ayaktadır…
***
SU FATURALARI DEHŞET: Başkent Belediye Başkanı Mehmet Harmancı’nın ve Belediye Meclis üyelerinin yaygınlaşan yakınmalarla ilgilenmeleri gerekir… Lefkoşa Türk Belediyesi faturaları milleti hop kaldırtıp hop oturtuyor.. Öfke ve tepki büyüyor… Su kullanımı kısıtlı minik ailelerin faturalarına bile onlarca ton su kullanıldığına dair rakamlar yazılıyor… Zaten suya okkalı zam yapılmıştır… Bir de bu şaşırtıcı şok faturalar kabul edilemez nitelikte… Bu soruna ciddiyetle eğilmek ve çözüm bulmak gerek… Ya su sayaçlarında bir sorun var, ya da sayaçları okuyanlarda… Ya da anlaşılmaz bir kasıt ve boş vermişlik var…
Faturalardaki anomalileri teftiş edecek bir denetim mekanizması yok mu?.. Bu konuyu Belediye Meclisi’ne götürecek bir belediye meclis üyesi de mi yok?.. Ki onlar halkın belediyedeki temsilcileridirler..
Faturayı kabartan diğer maddeler sayaçların bakım ücreti ve temizlik bedeli… Yahu arkadaş; “sayaç” dediğinin bakımı ve servisi mi olur?.. Yoksa faturayı yazmak için sayaca bakanın maaşı da mı tüketiciye yüklendi?..
Ya o yüzlerce liralık temizlik ücretine ne demeli?.. İnsanlar “Ben kendi evimin temizliği için bile bu kadar harcama yapmam” deme noktasına getirildi…
Yorumlar kapalı.
ACİL İLETİŞİMDE YENİ AŞAMA: Dijital iletişimde gerçekleştirilen yeni hamlenin tetiklenmesine geçen haftanın önemli basın toplantısında tanıklık ettik… Anlık mesajlaşma uygulamaları Bip’e acil durum butonları yerleştirerek acil vaka iletişimlerinde de anlık mesajlaşma aşamasına imza atan Kuzey Kıbrıs Turkcell’e teşekkürler ve tebrikler… Kaderimizle baş başa yapayalnız durumda olsak da, doğal afet, kaza ya da herhangi bir felaket anımızda acil sağlık servisinin, polisin, itfaiyenin, sivil savunmasının numarası neydi diye panik içinde bocalama ve düşünme yoktur artık… Tek dokunuşla ihtiyacımız olan yardım ve destek ekiplerine artık ulaşabilecek ve bu hızlı iletişim sayesinde talihsizliklerimizi o zor anlarımızda daha etkin biçimde göğüsleyebileceğiz… İnternetin ve telefonun çekmediği durumlara da çözüm getirildi… Bip ile Bluetooth bağlantısı sayesinde destek, yardım ve kurtarma ekiplerine konum gönderilebilecek… Bu aşamayı çağdaş düzeyde yaşayabilmek için akıllı bir telefonumuz olması yeter…
***
ÇÜRÜTÜLMEKTE OLAN SALHANE: Et, önemi tartışılmaz bir gıda… Yetişmekte olan neslin de, her yaştaki insanın da protein kaynağı…
Ne ki, fiyatı gittikçe artmakta olan et ve et ürünleri, büyük bir çoğunluğumuz için artık yanaşılamaz oluyor… Dar gelirli birçok eve etin girmediği acı sosyal gerçeklerimizden biridir… Görmezlikten gelinemez…
Ama besbelli bugünün ekonomik koşullarında hâlâ et alabilenlerin varlığı et sektöründekilerin tatlı kazancının sürdürülmesine yeterlidir… Ki, çok pahalı et düzeni halk çoğunluğunun isyanına karşın sürdürülebiliyor…
Hem sağlıklı ve hem de daha ucuz et sunumunu gerçekleştirecek olan AB standartlarında inşa edilmiş, üstelik “et kombinası” görevini de yapacak donanımdaki o modern salhane Lefkoşa’nın unutulmuş bir köşesinde atıl durumda ve çürüme sürecinde…
Herhalde o modern salhanenin atıl durumda kalması et sektörünün kazançlılarını memnun eden bir durum!… Etin fiyatını aşağıya çekecek bir salhane kurumsallaşmasına ne gerek var efendim?!..
Yıllardır devreye konulamayan yaşamsal bir tesis… Üstelik de o salhane orada yok sayılırcasına hiçbir belediye başkan adayının da, seçilmiş olanların da manifestosunda ve programında yer alamaz oldu…
Biz nasıl bir düzende yaşatılmaktayız böyle?..
***
OSMAN BALIKÇIOĞLU’NUN KIRGINLIĞI: Osman Balıkçıoğlu sahneye vedasını hüzünlü gerekçeleriyle birlikte sosyal medyada açıklarken bizi de hüzünlendirdi… Bakınız dostumuzun yazdıklarına:
“Tam elli yıldır Londra’da tiyatro yapıyorum. Tiyatro oyunu yazmak, sahnede olmak bana keyif veriyor. Ancak Londra’da tiyatro salonuna izleyici getirmek anamdan emdiğim sütü burnumdan getiriyor. İnsanları tiyatro salonuna getirmek, onları düşündürüp eğlendirmek için çok uğraş vermem gerekiyor. Elbette ayrıcalıklı insanlar, tiyatroyu seven ve her zaman oyunlarımıza seve seve gelen değerbilir kardeşlerimiz de vardır. Ama çoğunluk, üç – beş kuruş verip bilet alırken size dünyaları bağışlıyorlar havasına giriyorlar. Bu yüzden artık bu tür etkinliklere son verme kararı aldım. Karşıma çıkan zorluklar, insanlara kendimi anlatmak için yaşadığım utançlar, aldığım keyiften çok ağır basıyor. Bu geçen elli yıl boyunca binlerce insana, özellikle de yaşamı boyunca hiçbir tiyatroya gitmemiş insanlara tiyatromuzu sevdirmeye çalıştım ve bunda da oldukça başarılı oldum. Ancak bu insanların sayısı her geçen yıl biraz daha azalıyor. Artık arkadan gelenleri tiyatroya getirmek, onlara tiyatroyu sevdirmek kolay değildir. Çok yoruldum, gururum çok yaralar aldı. Bundan sonra benim yeniden sahneye çıkmam için, birilerinin gereken hazırlıkları yapması, biletleri satması gerekiyor. Ancak bana yalnızca oyun yazması, yönetmesi ve oynaması kalırsa tekrar sahneye çıkmayı düşünebilirim. Bu da olmayacağına göre, 79 yaşında istemeyerek sevdiğim meslekten emekli oluyorum. Bundan sonra kimse merak etmesin. Kendilerini arayıp bilet almaları için ricacı olmayacağım. Selamlar, sevgiler, saygılar.”
Gelişimini tamamlayamamış toplumlarda sanatın ve sanatçının kaderi bu… Maalesef!.. Bu kader özveriyle algılanamazsa, sanat da, sanatçı da olmaz böylesi toplumlarda… Emeklerine şükran Balıkçıoğlu kardeşim… Ama “her şeye rağmen yola devam” diyorum sana buradan… Sen değil misin “sahnede ölmek isterim” diyen.
Yorumlar kapalı.
SİYASET TEDAVİ EDİCİDİR: Kıdemli bir kamu görevlisi okurumdan gelen mektuptur… Paylaşmayı gerekli gördüm:
“Bazıları için siyaset ilaç gibidir, tedavi edicidir… Öylesine tedavi edicidir ki, ‘çalışması risklidir’ gerekçesiyle devlet hizmetinden malul emekli olanları bile dipdiri ayağa kaldırıyor, sapasağlam ediyor… Örnek mi?.. İşte Devrim Barçın olayı… Kendisi Mahkemelerde tebliğ icra memuru olarak göreve başladı. İki seneye yakın bu görevde işledikten sonra ‘profesyonel sendikacı’ adı altında memuriyeti bıraktı, ama maaşı bırakmadı.… Allah şifasını versin ‘Al amiloidoz’ diye bir hastalığa yakalandığını duyurmadığı kalmadı pandemi dönemindeki tedavisi sırasında… Evde tedavide olduğu dönemlerde mahkemelerde çalışmadan terfi alıp içtihat yayım memuru oldu. Birkaç fakülte, master ve saire derken 2021’de bir baktık ki devlet hizmetinden, yani kamu hizmetlerinden malul emekli oldu çalışamaz durumdaymış diye… Oysa yorucu sendikacılıkta malul falan değil oldukça faaldi… Malulen emekli olmasından sonra onu yine Meclisimizin en faal milletvekili olarak malul olduğu kamu hizmetinin siyaset sahnesinde izlemeye başladık. Şimdi de yorucu bir çalışmayı gerektiren parti ilçe başkanlığında görüyoruz onu…
Siyasetin iyileştirici ve tedavi edici özelliklerini yansıtan en iyi örneklerinden biri kamu hizmetinden malulen emekli bu çok faal milletvekilimizdir… Malulen emekli olduğu kamu görevini tüm enerjisiyle siyasette sürdürebiliyor… Gönülden tebrikler.”
***
KRONİK KONU: Okullarımızdaki harabiyeti irdelemek güncelimiz… Bütçenin birinci sırasında yüzde 85 oranındaki maaşlar var… Eğitim 25’nci sırada minicik bir oranla… Eğitimin ıslahı için maaşlardan sembolik kesinti önerilir… Vay sen misin öneren!… Ülke kalkıp oturur!…
İşte mutlaka yüzleşilmesi gereken 1974’ten beri var olan ama gelip giden hiçbir hükümetin dokunamadığı bu kronik konu…
***
ŞÜKRETMEK: 26 yaşında yakalandığı ağır Parkinson hastalığıyla 60’lı yaşlarına dek gelebilen “Geleceğe Dönüş” klasik üçlüsünün ünlü oyuncusu Amerikalı aktör Michael J. Fox’un dediğine kulak verelim: “Kendime üzülecek zamanım yok… Halime şükrediyorum… Eğer şükredecek bir şeyiniz olmadığını düşünüyorsanız, aramaya devam edin.”
Michael J. Fox şükretmenin giderek daha da unutulduğu günümüzdeki bu vurgusunu hakkında yayınlanan ve büyük ilgi toplayan biyografik kitabının tanıtım etkinliğinde yaptı…
***
“EYVAH” MI DESEK, YOKSA SEVİNSEK Mİ?: Bir enerji kaynağı olarak petrolün yerini alacak çeşitli alternatifler bilim dünyası tarafından gündeme getirilirken bunlara bir yenisi daha eklendi… Avustralyalı bilim insanları, havada bulunan hidrojenden elektrik üretebilen enzim buldular… Ajans haberlerine göre, Melbourne’deki Monash Üniversitesindeki bilim insanlarının yaptığı araştırma, “Huc” olarak adlandırılan enzimin, havadaki hidrojen moleküllerini elektrik enerjisine dönüştürebildiğini ortaya koydu.
Araştırmacılardan Rhys Grinter, yaptığı açıklamada, “Huc” enziminin laboratuvar ortamında izole edilerek elektrik devresine yerleştirildiğinde elektrik üretilebileceğini keşfettiklerini söyledi.
Peki, enerji bu buluş sayesinde ucuzlarsa insanların yaşam kaynağı olan su ve hava için birtakım riskler oluşur mu?..
Hidrojeni de yaşam kaynağımız doğadan alıp tüketirlerse kim bilir doğa dengeleri ne hale gelir…
ABD Cumhurbaşkanlarından George Bush, Arabaların benzin deposuna doldurulan su ile çalıştırılabileceğini ilk açıklayan olmuştu… Onun kastettiği de sudaki hidrojen idi… Ne var ki, enerjiyi tekellerinde tutan güçler Bush’un bu açıklamasını gündemden düşürmeyi öyle bir başarmışlardı ki…
***
MAYMUNLAR CEHENNEMİ: Uluslararası Uzay İstasyonu’ndaki 6 aylık nöbetlerini tamamlayan iki Amerikalı, bir Japon ve bir Rus astronotu taşıyan kapsül geçen hafta Dünya’ya döndü. Haberi izlerken “Maymunlar Cehennemi” filmini anımsadım… O filmde uzun ve yalnız uzay nöbetinden dönen astronotlar nükleer savaş geçiren ve medeniyetleri tümden yok olan bir dünyaya inmişlerdi… Dünya ilk çağlarındaki atmosferine bürünmüş ve insan ırkından hayatta kalabilen ilkelleşmiş topluluklar kendilerinden daha akıllı ve daha gelişmiş ırkçı maymunların kölesine dönüşmüşlerdir…
Eminim uzun süre uzayda kalıp dünyaya dönüşe geçen astronotla bir “Maymunlar Cehennemi” sendromunu mutlaka yaşarlar… Çünkü insanların yıkıcı eğilimleri dünyanın en büyük tehdidi olma durumuna çoktan gelmiştir… Doğal felaketleri ardı ardına sıralamakta olan iklim değişiklikleri, nükleer savaşa gerek olmadan da gezegenimizin mahvedilebileceğinin trajik göstergesidir… Allah oldukça hırpalanan gezegenimizi insanların şerrinden korusun!..
Yorumlar kapalı.
HADİ CANIM SİZ DE: Kıbrıs Türk halkının canına okuyan 4 Mart 1964 tarih ve 186 numaralı o meşum BM Güvenlik Konseyi kararının 59’ncu yıl dönümünde, işte bu yıl dönümünü vesile sayarak Türkleri kendilerinden çalınan devletteki görevlerine dönmemekle suçlayanlar var hâlâ… Görevleri başında kalanların ve görevlerine geri dönenlerin trajik akıbetleri bilindiği halde… Ortaklık devletinin soykırımcı Makarios Rejimi’ne hunharca armağan edildiğinin ve Akritas Planı’nın onaylandığının beratı olan 186 numaralı karara rağmen… Bu kararın geçtiği gün Kanlı Noel ve Limasol saldırılarındaki çetelerini ve silah donanımlarını takviye eden Rumların, Baf Türklerine saldırmaya hazırlanırken, tam da o 4 Mart 1964 günü, Templos (Zeytinlik) ve Kazafana (Ozanköy) Türklerinin üzerinden silindir gibi geçerek Baf operasyonunun antrenmanını yaptıkları gerçeğine rağmen…
Lanet olası Rum soykırım marifetlerini sayayım mı daha?.. Hadi canım siz de, saçmalamayın artık!..
***
GÖNÜL KONUKLARIMIZIN BARINMA SORUNU: Asrın felaketi o dehşet depremler nedeniyle evlerini, işlerini, geleceklerini ve umutlarını yitiren yüzlerce felaketzede aile gönül konuklarımız olarak KKTC’ye geliyor… Onların sayısıyla ilgili olarak açıklanan son resmi tutanak 3500 dolayındadır.. Ki hiçbir yardım katkısına muhtaç olmadan gelip burada güvenli köşesine çekilenlerin sayısı buna dahil değildir…
Çözülmesi gereken sosyal, ekonomik ve kültürel sorunlarının yanında bu acılı insanların barınma sorunu da önümüzdeki günlerde gündemimizi oldukça meşgul edeceğe benzer… Mesken darlığımızın daha da büyümesi, halkın bütününü ilgilendiren ciddi bir mesele…
Deprem bölgeleri için üretilmekte olan konteynerlerin bir bölümünün de gündeme gelmekte olan bu göçmen barınma sorununun çözümü adına tahsis edilmesi, akla gelen ilk çaredir… İlgililer bilmem bu konuda ne düşünür…
***
KOOP DURUMLARI: Yakıcı fiyatları nedeniyle Kooperatif ürünlerinin yanına artık yaklaşılamazken, Koop – Sen’i de çileden çıkartan istihdamlar yapılıyor… Kooperatif ürünlerine biteviye gelen zamlar bu istihdamları karşılamak içinse vazgeçilsin diyorum… Çünkü halk çok öfkeli… Kooperatiflerin varlık nedeni iş bulma kurumu olmak değil, ürünleri ve hizmetleri ucuzlatmaktır… Başta navlun ve gümrük çeşitli masrafla çarşımıza gelen ithal süt ve süt ürünleri yerel süt ve süt ürünlerinden çok daha ucuz… Olacak şey mi bu?.. Yıllar öncesinin beslenme geleneğine dönüş yapan Kıbrıs Türk tüketicisi yeniden teneke kutu içindeki yoğunlaştırılmış şekerli ya da şekersiz süte rağbet etmeye başladı.. Çaya ya da kahveye teneke kutudan aktarılan birkaç çay kaşığı sütle olayı çözmek güncelleşiyor… Muhallebisini ve keklerini bile bu sütlerle yapan aileler gözlenir oldu…
***
SOYGUN DÜZENİ: Yüksek enflasyon fırsatçıların elinde tam bir soygun aracına dönüştü.. Elit bile olamayan soygunlar… Canımızı çok yakıyor… Vahşi soygunlar dönemi…
Nereden de aklıma geldi şimdi?… Eski Başbakan Faiz Sucuoğlu ödemelerde kredi kartı zorunluluğu getirileceğini açıklamıştı… Bu da unutuldu… Unutulmasa ve uygulansa vergi kaçakçılığının büyük ölçüde önüne geçilecek ve kayıt dışı ekonominin boyutları da daralacak… Ama nerede!..
Ha, Sucuoğlu Başbakanlığa geldiğinde “ilk işim çarşıya ve marketlere inip denetlemek olacak” da demişti… O konuda da bizden aynı nida: Ama nerede!..
Ne demişti rahmetli Barış Manço?.. “Ali yazar, veli bozar…”
***
GECEYARISI EKSPRESİ GÜNEY KIBRIS: Rum Merkezi Cezaevi’ndeki aşırı doluluk oranı ciddi sorun oldu… Asayiş de sağlanamıyor, gardiyanlar azılı mahkûmlarla başa çıkamıyor, azılı mahkûmlar birbirlerini biçmekte… Mahkûmlar arası şiddet ve hatta cinayetler gündem oluşturuyor… Cezaevi şartları AB standartlarının çok altında, isyan da çıkabilir!… Yerleştirilemeyen mahkûmlar polis korumasına alınıyorlar… Hiçbir AB ülkesinde görülmeyen bir durum…
Tehlikeli cezaevi izdihamını gidermek adına Nikos Hristodulidis seçilmesinin şerefine bir af ilan etmeyi düşünmez mi acaba?!.. Bizden söylemesi: Oranın gazını almak gerek, yoksa büyük patlama olacak…
Yorumlar kapalı.
SUYUN PAHASI: Kışın ortasında suya hem belediyelerin ve hem de içme suyu firmalarının yaptığı okkalı zam yaz mevsiminde suyun fiyatının daha da katlanacağının işaretidir… Bir örnek: Daha ucuz su noktaları olarak bilinen su istasyonları bile zam yaparken kantarın topuzunu kaçırdılar… Açık su istasyonlarında bidonlarını götürenlere 2.50 liradan satılan 5 litre içme suyunun fiyatının keyfi kararla 5 TL’ye çıkarılması ne demektir Allah aşkına? Yoksul halka karşı hem hadsizlik ve hem de acımasızlıktır… Temel maddelere, hele Allah’ın suyuna yüzde yüzlük zam, dünyanın hiçbir ülkesinde şıp diye göze alınabilecek bir uygulama değildir…
Geçitköy Barajı’ndaki Anadolu suyu arıtılmış olarak tonu 3 buçuk TL’ye elektrikle şebekeye pompalanıyor… Kaynağından bu kadar ucuza sağlanan, dahası kuyulardakinden çok daha düşük maliyetle alınan suya bu denli orantısız zam yapılırsa halkın infiali de kaçınılmaz olur…
Anadolu Türklüğü Geçitköy’deki baraja o suyu Kıbrıs Türklüğünün acımasızca kazıklanması için göndermiyor…
***
UZMAN GÜVENCESİ: AKSA dahil, KKTC’deki çeşitli kurumda yöneticilik görevlerinde bulunmuş olan su mühendisi Recep Dönmez’in aracılığımla vermek istediği bu güvenceye teşekkürler:
Sayın Tolgay; bir su mühendisi olarak sizi temin ederim ki, musluklarınızdan akan Türkiye suyu, insan sağlığı açısından, RO ile arıtılarak şişelendirilen kuyu sularından çok daha iyidir. Anadolu’dan gelen gerçek bir kaynak suyudur. Ben Ada’da iken musluk suyu içiyordum.
Burada yapılacak iş, Sağlık Bakanlığı’na bağlı Temel Sağlık Hizmetleri Dairesi’nin, nihai noktalarda sürekli musluk suyu analizleri yapmasıdır… Düzenli bakteriyolojik kontrol şarttır… Suyun güvenle içilebilir kalitede kalması böylece sağlanmış olur… Bu bağlamda Ada’da tek sorun, apartmanlarda bulunan su depolarının sürekli dezenfekte edilmemesidir…”
***
DEPREM PARANOYASI: Eczanede olası depreme karşı ilk yardım paketleri hazırlatanların oluşturduğu kuyrukla karşılaştım… Eczacı dostuma “Eczacılığımızın altın dönemi” dedim… Onun verdiği yanıt ise şu oldu: “Yok, asıl psikiyatristlerin altın dönemi. Bir de onların kliniklerini görsen!..”
Bu arada ülkede düdük darlığı başladı… Deprem çantalarına herkes imdat çağrı aygıtı düdüğü de koymaya kalkışınca olacağı budur!..
Deprem gerçeğiyle yüzleşirken paniğe hiç kapılmadan durum değerlendirmelerimizi bilinçle ve soğukkanlılıkla yapmak ve de önlemlerimizi de buna göre almak gerçeğin ilk kriteridir…
***
ULAŞIMDA ÖNEMLİ HAMLEYE DOĞRU: Kimileri olaya kuşku ile baksa da veriler hava ulaşımında önemli bir hamlenin arifesinde olduğumuzu gösteriyor… Hem uçuş seferlerinde ve hem de fiyatlarda rahatlama sağlayacak olan yeni hava yolu şirketinin 16 Nisan’dan itibaren uçuşlarını sağlayan Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı Erhan Arıklı hem sevap ve hem de oy kazanacak…
En sonunda ukdesini gerçekleştirmekte olan bir bakan… Arıklı uçuş biletlerine yüklenen ağır vergilerin de altını önemle çizerek bunların giderilmesi gerektiğine parmak basmaktadır… Görev Bakanlar Kurulu’nda…
Nedir insanlarımızın çektiği bu meydanı boş ve rakipsiz bulmuş uçuş fırsatçılarından?.. En kötüsü, halkımızın uçuşları için Güney Kıbrıs’ın olanaklarından yararlanmak zorunda bırakılması… Eşit, egemen devlet kavramımız da yara almaktadır bu durumda, bu da olayın siyasal boyutu…
(“İlk Uçuş 16 Nisan’da” başlıklı ayrıntılı haber gazeteniz KIBRIS’ta yayımlandı. Okuyamayanlar için de web sayfamız ellerinin altında.)
Yorumlar kapalı.
ÇEK ÇEKEBİLİRSEN: Savulun da geldi Crans Montana yıkımcısı…
Güney Kıbrıs başkanlık seçiminde beklenen gerçekleşti… Bir Nikos daha… Ve selefi Nikos’tan daha fanatik bir Nikos…
Nikos Hristodulidis’in ikinci turda yüzde 51,92 oranlı tastamam 204 bin 633 oyla sürpriz olmayan Güney Kıbrıs başkanlığı kalıcı barış ve çözüm adına pek bir şey vaat etmiyor…
Açıkladığı kırmızı çizgiler Kıbrıs Türkü’ne esenlik ve güvenlik içinde yaşama hakkı tanımaz…
Tarih konuşuyor: Amiri Nikos’un yanında tüm oyunbozanlığıyla olmasa belki de Crans Montana’da olumlu bir şeyler kotarılabilecekti…
Crans Montana iz düşümlerinde Hristodulidis figürünün olumlu bir imajı yok… Söylenceler o ki, masaya pozitif tavırda mola veren Nikos Anastasiadis adaşı Nikos’la istişareden sonra negatif tavırlarda dönerdi hep geriye…
Şimdi işte böylesi bir figürü çekeceğiz orada yıllarca… Çek çekebilirsen!..
***
BİR ANIMSAYALIM: Hoş, şimdiye dek hangi seçilmiş Rum liderinden uzlaşıcı, çözümcü ve barışçı tavır gördük ki şimdi onların tümünün selefi Hristodulidis’ten göreceğiz?..
“Al birini, çal ötekine” tipler…
Bir anımsayalım hadi o geçmişte kalanları dönemleriyle birlikte:
Başpiskopos Makarios (16 Ağustos 1960 – 15 Temmuz 1974) Nikos Sampson (15 Temmuz 1974 – 23 Temmuz 1974) Glafkos Klerides (23 Temmuz 1974 – 7 Aralık 1977) Spiros Kiprianu (3 Ağustos 1977 – 28 Şubat 2003 / 4 dönem üst üste seçildi) Yorgo Vasiliu (28 Şubat 1988 – 28 Şubat 1993) Glafkos Klerides (28 Şubat 1993 – 28 Şubat 2003) Tasos Papadopulos (28 Şubat 2003 – 28 Şubat 2008) Dimitris Hristofyas (28 Şubat 2008 – 28 Şubat 2013) Nikos Anastasiadis 28 Şubat 2013 – 13 Şubat 2023)
***
BEKİR PAŞA SU KEMERLERİ: Hala Sultan Tekkesi olayına ilişkin yazıma değerli emektar bürokratlarımızdan Hilmi Öztemiz de ek bilgilerle katkıda bulunmak istedi… Memnuniyetle…
Öztemiz’in Güney Kıbrıs’ta kalan Türk kültürel mirasına ilişkin ilginç açıklamalarını takdimimdir: “Köyüm Mormenekşe’nin hudutları dahilinde olan Hala Sultan Vakfı ile Bekir Paşa Vakfı 6000 dönümlük arazinin sahibiydi… Köyüm Mormenekşe karma bir köydü…1974’te 650 Rum, 252 Türk nüfusa sahipti. Buna karşın arazinin %80-90’ı Türk toprağı idi.
Köyün adı, dedem ve nenemden de önce ‘Mormenekşe’ idi. Nenemin İngiliz Koloni İdaresi tarafından verilen kimlik kartında, doğum yeri ‘Mormenekşe’ olarak kayıtlıdır.
Bekir Paşa su kemerleri, su sıkıntısı çeken Tuzla (eski Larnaka) ve tuz iskelesi olarak kullanılan iskeleye su götürmek üzere Bekir Paşa tarafından yaptırılmıştır… Su, arazinin engebesine göre kâh yer altından, kâh yer üstünden götürüldü.
Suyu yer altından götürebilmek için kısa mesafelerle sıra kuyular kazıldı… Kuyular yer altından birbirlerine kanallarla bağlanıyordu.. Bu kuyular arasındaki mesafeler, arazinin eğimine göre, 5-6 metreye kadar değişiyordu. Düz bir hatta suyu götürmek gerektiğinden, yer üstünde de, yine arazinin eğimine göre, 1 ile 10-15 metre yüksekliğinde kemerler inşa edilmişti.
Teknik detayını pek bilmiyorum, ama tevziat mekanizması o kadar mükemmeldi ki, ulaştığı her noktaya gitmesi gereken miktarda su götürüyordu. Suyu Alaniçi – Mormenekşe Tremitros (veya Drimitros) deresinden temin ediyorlardı. Kemerlerin büyük bölümü Bekirpaşa Vakfı arazisi içinde bulunmaktadır.
Rahmetli gazeteci ve televizyon program yapımcısı Aslan Mengüç’le birlikte buralara tanıtıcı çekimler de yapmıştık. Sanırım arşivlerde durur…”
Yorumlar kapalı.
GEREKSİZ ENDİŞELER: Güney Kıbrıs’ın, Derinya’ya inşa edileceği açıklanan sosyal konutlarla ilgili endişeleri varmış… Hiç endişeye gerek yok… Projenin öngördüğü askere mevzi değil, askeri yığınak ise hiç değil… Evsizlere barınak yapılıyor… Ne kadar da insancıl!..
***
AB ÜLKESİ GÖRSÜN GÖZLER: Güney Kıbrıs’ta 2022 yılında karşılıksız çeklerde yüzde 62’lik artış meydana geldi. Bir AB ülkesine hiç de yakışmaz…
Ve devam diğer yakışık kaçmayanlara: Güney Kıbrıs’ta 2022 yılının Ekim ayına kadar 2 bin 665 aile içi şiddet vakası yaşandı… Her ay 270 dolayında kadına şiddet… Vay be!.. Vakalar da doludizgin sürmektedir ha… Doğrusu bu da yakışmadı AB üyesine!..
Ve yine devam… Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, kamuoyunda “altın pasaport” diye anılan yatırım karşılığı pasaport uygulaması çerçevesinde pasaport alan istismarcıların marifetleri say say bitmez… Mesela bunların bazıları, kendi ülkelerinde işledikleri suçları gizlemek için Rum tarafında isim değiştirerek çifte isim ve çifte pasaportla AB içinde serbestçe dolaşabilme şansını yakaladılar… Ne kadar kıyak!.. Suça ve suçluya serbest dolaşım hakkı!..
AB içinde patlayan yeni mali skandalda da oynadı rolünü şu Güney Kıbrıs… Hiç geri kalır mı?!.. Kripto para borsası yöneticilerine yönelik “kara para” operasyonunun Güney Kıbrıs ayağında da tutuklamalar yapıldı…
Devam mı?.. Devam: AB çevre organları yabani kuşların zehirlenerek öldürülmesinden sorumlu tuttuğu Güney Kıbrıs’a on binlerce Euro’luk ceza kesti… Kuş cehennemi mi Güney Kıbrıs?..
Yine devam… Tarafların ikisi de sağcı, ikisi de Grivasçı, ikisi de milliyetçi; ama Grivas’ı anma törenini kan gölüne, savaş alanına dönüştürdüler… Ne denir buna?.. Şiddetin şeytanı Grivas’ı şiddet ritüeli ile anmak!..
Son tahlilde sözün özü: AB üyesi görsün gözler!..
***
KAÇIRILMAYAN FIRSAT: Rum gazeteci – yazar Makarios Druşotis de “Mafya Devleti” başlığı altında Güney Kıbrıs’ın bu facia durumlarını kitap formatında sunabilme fırsatını yakaladı işte… Gerçekçi bir yazar için hiç de kaçırılmayacak fırsat doğrusu… Böylesi bir kitap için Güney Kıbrıs biçilmiş kaftan… Helal olsun biçilmiş kaftanı kitap malzemesi olarak kullanan adama…
***
GREV FIRTINASI GÜNEY KIBRIS’A DA ULAŞTI: AB ülkelerini sarmalına alan ve şiddetin de bulaştığı grev fırtınaları Güney Kıbrıs’a da ulaştı… Büyümekte plan ekonomik krizin getirdiği sonuçlar… Rum Çalışma Bakanlığı ile sendikalar arasında Eşel Mobil konusunda uzlaşıya varılamaması nedeniyle geçen perşembe 12.00 -15.00 saatleri arasında yapılan genel ihtar grevi yaşamın akışını oldukça etkiledi..
Kreş, anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise ve teknik liselerin kapandığı grevde toplu taşımacılık durduruldu, 22 uçak seferi yapılamadı… Baf ve Larnaka havaalanları ile limanlarda güvenlik personeli devreye girdi…
Daha büyük grev dalgalarının eşikte olduğunun belirtileri duyumsanıyor… Grevlere şiddetin bulaşması olasılığına karşı Rum Yönetimi’nin tedbirler almakta olduğunun haberleri de var gündemde…
***
AH ŞU BİZİM KAYIT DIŞI EKONOMİ: KKTC’de enflasyondan da kötü bir şey var, o da kayıt dışı ekonomi… Gün gelir enflasyonu yeneriz, ama şu kayıt dışı ekonomiyle başa çıkabilmemiz gerçekten zor… Büyüklü küçüklü Vergi kaçırmak iliklerimize işlemiş bir kez…
Bakınız işte yine o gelenek bozulmadı. Alişan Şan da kayıt dışı ekonominin yüzde 50 dolayında olduğunu açıkladı. Göreve gelen her maliye bakanımız bu açıklamayı mutlaka yapar, ama ekonomimiz yine de kayıt altına alınamaz…
Bu bağlamdaki kara delik büyüdükçe büyür… Çok iyi bilinen ve hakkında çok da yakınılan bir ekonomik dert işte, bize özgü…
***
UKRAYNA DURUMLARI: ABD’li senatörler heyeti de Kiev’i ziyaret ederek gaz verdi… Dramatik olay şu ki, boyuna gaz verenler, boyuna mali ve askeri yardım gönderenler değildir ölenler oralarda… Ukraynalılardır… Cehenneme dönüşen ülkelerini boyuna terk edenler de Ukraynalılar… Hiç kimse onlar için ölmez, ama ölmeleri için bol keseden destek verirler işte…
Ukrayna, kanla beslenen silah tüccarlarının şölen alanına dönüştü… Bu kanlı şölenin devamı için ellerinden geleni hiç eksiksiz yapar bu ölüm tüccarları…
***
GÜZEL TÜRKÇEMİZ: Yapılan ankette gençlerin en sevdiği bilim inanlarından biri olduğu saptanan Prof. Dr. İlber Ortaylı’dan o gençlere net ve öz tavsiye: “8 tane sesli harfle konuşulan Türkçe’de telaffuzunuza dikkat edin.”
İlber Ortaylı Hoca’nın bu tavsiyesi elbette ki KKTC’deki gençleri de kapsar…
Yorumlar kapalı.
HELEN YÖNETİMİNDE TÜRK OLMAK: TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasının 99’ncu yıl dönümü nedeniyle yayınladığı mesajda Batı Trakya Türklerinin dramına da değindi.. Başkan Erdoğan, “Yunanistan tarafından Türk azınlığın hakları başta olmak üzere Antlaşma’da kayıtlı şartlar yok sayılmakta veya bilinçli bir şekilde aşındırılmaktadır” dedi…
İmza attığı ahitlere uymamak Yunan ve Rum fıtratının gereğidir… Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Kıbrıslı Türklerin kurucu ortaklığına da imza attılar, ama aradan 3 yıl geçmeden Cumhuriyetten kovdukları Türklere soykırım uyguladılar… Uluslararası ahitlerin Türklerle ilgili bölümlerinin çiğnenmesine de dünya hep seyirci kalmaktadır…
Olayın asıl vurgulanması gereken güncel yanı, Kıbrıs Türklerinin içinde “Birleşik Kıbrıs” martavalıyla Rum Yönetimi’ne yama olmaya can atanların olması. “Türk” bilincinden sıyrılan bu kişiler, “Kıbrıslı” bilincini ön plana almaya başladılar… İşte Helen yönetiminde yaşama mahkûmiyetini çekmekte olan Batı Trakya Türklerinin durumu… Kıbrıslı Türkler olarak başımıza gelenleri unutanların, Batı Trakya dramından ders almaları tabii ki olanaksızdır…
***
ENFLASYON CANAVARI HERKESİN KÂBUSU: Bu ülkede savaşmak zorunda kalınan enflasyon canavarı, herkes için aynı canavardır… Herkesin ortak kâbusu… Dar gelirlinin karşısındaki minik bir canavar, üst gelir düzeyindekilerin karşısındaki büyük bir canavar mı sanki?.. Değildir…
Gelin görün ki, asgari ücrete uygulanan zam artışı her seferinde gerçek ve resmi hayat pahalılığı oranının altında olmakta ve dar gelirliler o canavarla savaşmakta aciz bırakılmaktadırlar…
Bu arada tabii ki asgari ücret olgusunu sömüren işverenlerin de bulunduğu gerçeği inkâr edilemez…
Asgari ücret aslında niteliksiz düz işçilere ödenmesi öngörülen ücrettir… Gelgelelim nitelikli olan çalışanlarına da aynı ücreti ödemekte ısrarla berdevam olanlar vardır… Oysa hiçbir işveren çalışanlarını ille de asgari ücretle ödemekle yükümlü değildir… Yasa ile getirilen zorunluluk, esasında asgari ücret altında işçi çalıştırılmayacağına dairdir… Tüm dünyanın çalışma hayatındaki asgari ücret kuralını biz kendi anlayışımıza göre uyarladık vesselam…
Söz emeğe gelmişken ülkemizin o utanç tablosuna da mutlaka değinmek gerekir… Nasıl değinilmesin ki?.. Asıl fecaat durum, sayısı gittikçe kabarmakta olan kaçak işgücünün asgari ücretin de altında ve sigortasız – güvencesiz çalıştırılmakta olmasıdır… Bu bağlamda ülkemizde resmen herkesin gözü önünde o acımasız kölelik sistemi oluşturuldu…
Maaş ve gelir dağılımı dengesizliklerini eleştiren herkesin, özellikle de sendikacıların işte bu acı gerçek üzerinde durmaları ve acil önlem düşünmeleri gerekmektedir… Hatta, yasal çerçevede çalışanlar, maaşlarını yasal zeminde alanlar da bunun üzerinde duyarlılıkla durmalıdırlar… Çünkü kölelik sisteminin sosyal sigortalara yatırmadığı primler, diğer çalışanların geleceklerini ve sosyal özlük haklarını da tehlikeye düşürmektedir…
Baksanıza, Sosyal Sigortalar’da çalan tehlike çanları herkesin kulaklarını çınlatmaktadır… Kayıt dışı ekonominin ve iş yaşamının ağır darbelerine bu kurum daha ne kadar dayanacak sanırsınız?.. Elzem önlemler alınmaz ve kayıt dışı ekonomi ile kaçak işgücü üzerine gidilmezse sosyal güvenlik sisteminin kökten çökmesi kaçınılmazdır ve yakındır…
Yine de son tahlilde söylemek zorunda olduğumuzdur: Korkunç enflasyonu durduracak önlemlerin mutlaka alınması ivedilik taşır… Sabit maaşlara yapılacak hiçbir zam gemi azıya alan bu pahalılıkla başa çıkamaz…
İşte bu amanız krizde hükümetin kaçınılmaz temel görevi ne yapıp edip zincirinden boşanan fiyatları denetim altına almak olmalı… Yoksa hayat pahalılığı adına ödenen rakamlara nanik çeken piyasadaki bu skandallar zinciri sürüp gider…
Ha, nereye kadar mı?.. Piyasadaki acımasız zamları uygulayanlar dahil, açlıkla oyun olmayacağını herkesin anlayacağı o eşref saate kadar… Aman ha, kuzuların sessizliğine kimse kanmasın!..
***
KOVİD GİTMEMİŞTİ Kİ ŞİMDİ GERİ GELSİN: Birçok ülke gibi bizim ülke de Kovid bitmeden hemen gevşemenin ağır bedelini ödüyor… Oysa Dünya Sağlık Örgütü uyarmıştı tedbirin elden asla bırakılmaması gerektiği konusunda… Ülkemizin gündeminde halen yüzlerce vaka var kayda geçen… Ve 3 de ölüm… Uzmanlar, önümüzdeki günlerin daha da ciddi ve riskli olacağı konusunda açıklamalar yapıyorlar… Kulak verelim onlara… Açıklamaların gereklerini yapmazsak, vakalarda rekor kırdığımız bu çürük ortamda halimiz dumandır… Sağlık mottomuz: MASKE-HİJYEN-SOSYAL MESAFE-HATIRLATMA AŞISI…
***
APARTMANLAR ORMANINDAKİ ORMAN YASALARI: İçişleri Bakanımız Ziya Öztürkler, kim ne derse desin ülkenin huzurunu bozanlara ve olaylara karşı mücadelesini sürdüreceğine dair açıklamalar yapıyor… En büyük huzursuzluk kaynağı apartmanlar sorunsalına kayıtsız kalamaz öyleyse… Ülkemiz bir apartman ormanına dönüştü… Bu orman, içinde barındırdığı kozmopolit nüfusla birlikte gittikçe büyüyor… Ama halâ çağdaş bir apartman yasamız yok… Ve ülke çapında yayılan bu apartman ormanında maalesef orman yasaları uygulanıyor… Hem de bu çağda… Huzursuzluk kaynağı olayların yanı sıra, Devlet’in en büyük gelir kayıplarından biri de apartmanlar ormanındaki sözleşmesiz ya da naylon sözleşmeli kiralar…
Yorumlar kapalı.
RUM TARAFI VE GÜVEN: Türk kadın doktorun haklı isyanı, Rum komşularımızın güven yaratıcı önlemler martavalının aslında neresinde olduğunu bir kez daha gösterir niteliktedir… 70 yaşındaki kıdemli kadın hekimimiz, “Ben dünyanın çok ülkesini gezdim. Böylesi itici davranışlarla karşılaşmadım” diyerek girdi söze… Aslında Güney Kıbrıs’ı sıkça ziyaret eden birisi olmadığını belirten kadın hekimimiz, arkasından Kurban Bayramı’ndaki Güney Kıbrıs serüvenini bana şöyle anlattı:
“Larnaka Muhaceret Dairesi, sonra Hala Sultan Tekkesi ziyaretimiz oldu… Küçük grubumuzdaki arkadaşlardan birinin torununun pasaport sorunu vardı, Avrupa’ya öğrenime gidecek… “Önce Muhaceret Dairesi’nden geçelim” dedik.. Bayram tatili vesilesiyle orası hıncahınç Türk dolu… Kimisi pasaport, kimisi kimlik kartı için yardım bekliyor… ‘Yardım bekliyor’ sözünü boşuna değil, tam yerinde kullanıyorum… Çünkü orada görevli olarak bulunan 3 Rum kadın öylesine aheste çalışmakta ki… Hiç de yardımcı halleri yok… Sarışın birisi karşımızda ‘hart hart’ elma yer, diğeri dar alanda dolanır, bir tanesi de güya görev yapmaya çalışır… Ufak bir yer olduğundan Türklerin çoğu dışarıda kızgın güneşin altında… Birimiz “pasaport’ diyecek oldu, Rumca konuşmamızı istedi elma yiyen… O Türk ezile büzüle Rumca bilmediğini anlatmaya çalışırken, ‘Rumca bilmeyenin burada işi ne?” tepkisini aldı… Arkadaşım başaramadı pasaport işini, telefon numarası verdiler ‘randevu al” dediler… Bazı Türkler de kendi aralarında tuvaletlerin kapatıldığını söyleşmekte, ama Rum görevlilere bir şey demiyorlar… Hala Sultan Tekkesi’ndeki durumlar da iç açıcı değildi… Orada görevli genç bir din adamı kendini Şeyh Nazım dergâhından gelmesi beklenen grubun heyecanına kaptırmış, Rum polis ise Türk ziyaretçilere ayar vermekte… ‘İçeriye girmek için kıyafetleriniz müsait değil” diyor kadınlarımıza sert bir sesle, genç bir kızın kısa eteğini, benim de başımdaki yetersiz bulduğu örtüyü göstererek… Dayanamadım “Hoca bir şey demiyor, sen bize dinimizden dersler vermeye çalışıyorsun. Yoksa burada beklerken Müslüman mı oldun?” diye ona çıkıştım İngilizce.. Büyük giriş kapısını da açmadılar, halkı dar kapının önünde güneşin altında kuyruğa dizdiler.. Ama benim asıl üzülmeme neden olan, bizim tarafta bu gibi sakat hizmetler karşısında arslan kesilen, isyan eden tepki veren insanlarımızın, orada hiç tepki vermemesi, inadına ezik bir duruş sergilemesi… Bizim tarafta hiçbir Rum’a bu tür ırkçı ve hakimiyetçi tavırlar gösterilmez… Size bu anlattıklarımı lütfen yazınız… Güney Kıbrıs’ta insan haklarıyla gerçekten ilgilenen kurumlar varsa, ya da AB ve BM yetkilileri gerçekten görev yapıyorlarsa Türk hoşnutsuzluğunu bu ırkçı boyutlara taşıyan Rum görevlileri bir denetlesinler, bir uyarsınlar…”
***
ORMANLARIMIZI KORUMA ADINA: Benden kallavi bir selam olsun yangına neden olanlara caydırıcı cezalar öngören “Orman Değişiklik Yasa Önerisi”ni Cumhuriyet Meclisi’ne sunan Ulusal Birlik Partisi Lefkoşa İlçe Başkanı Sadık Gardiyanoğlu’na… Bir hektardan fazla ormanın yanmasına neden olana asgari ücretin 100 katına kadar para cezası veya 15 yıl hapislik cezası… Çok geç kalınmış olan bu değişiklik yasasının ivedilikle geçmesini dileyelim… Tarihimize kara bir leke olarak geçen ünlü Beşparmaklar orman yangınından hemen sonra başvurulması gereken önlemdi bu… Eğer bu yasal caydırıcı önlem zamanında alınmış olsaydı yıllar içinde ormanlarımızın dörtte birinin kül olması dramı bu ülkede yaşanmayacaktı… Doğal zenginliğimiz ormanlarımızı koruma adına hiçbir önlem ihmal edilemez… Gelecek nesillerin de bizden beklediği aynen budur…
***
MÜTTEFİK: ABD Temsilciler Meclisi, Türkiye’ye yönelik skandal bir karara daha imza attı. Yunan lobisine yakınlığı ile bilinen Demokrat Chris Pappas ve Cumhuriyetçi Frank Pallone tarafından sunulan ve Türkiye’ye yeni F-16 savaş uçakları ile F-16 modernizasyon kitlerinin satışını kısıtlayan yasa tasarısı Temsilciler Meclisi’nde yapılan oylamada 244’e karşı 179 oyla kabul edildi. Parasıyla bile Anavatan Türkiye’ye savunma aracı satmıyorlar… Yunanistan’ı ABD askeri üsleriyle donatanlar zaten Türkiye karşıtlıklarını belgelemişlerdir… Sanırlar ki, gelişen, büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye pranga vuracaklar… Asla onlar gibi düşünmeyen aklı başında Yunanlılar da var… “Türk askerinden korkuyorsunuz, ama Yunanistan Amerikan askerlerinin postalları altında” uyarısıyla Yunan Meclisini çınlatıyorlar…
Bunlar NATO’da Türkiye’nin müttefiki ha!… Pes!.. Böyle müttefikleri varken, Türkiye’nin düşmana ihtiyacı yoktur…
***
EKSİLİYORUZ: Dünkü yazım son günlerde yitirdiğimiz değerlerimizle ilgiliydi… Başlık: “Yitirdiklerimize Dair Notlar.” Yazımı yayına gönderdikten sonra yeni ölümlerin arka arkaya gelen şok haberleriyle sarsıldık…Nasıl sarsıcı bir süreç bu böyle?.. Dönemlerini olumlu izleriyle güzelleştiren değerlerimiz dur – durak demeden gidiyorlar ve bizi feci şekilde eksiltiyorlar…
Hüseyin Çobanoğlu da, erken kaybıyla bu sarsıcı sürece hazin damgasını vurdu… Beyin ölümünün yoğun bakımda gerçekleştiğini duyduğumuz anda kaçınılmaz acı sona hazırlanmıştık çarnaçar… Beklenen ve bir gün sonra gelen o acı haber karşısında yine de şoku yaşadık işte… Bayrak Radyo Televizyon Kurumu’nu bugünkü düzeyine ulaştıran hizmetlerinin yanı sıra, beyefendiliği, saygınlığı, hoşgörüsü, yaratıcı çalışkanlığı, denge adamlığı ve sevecenliğiyle anımsanacaktır… Onunla tanışıklığımız, Bayrak Radyosu tesislerinin Sarayönü Merkezi Postanesi üst katlarına konuşlandığı tarihi günlerde başlamıştı… Ne diyebilirim ki?.. Duyarlı beyni ve yüreği ancak bu kadar dayanabildi… Çobanoğlu’nun cennete giden yollarının açık olduğu kesindir…
Varoluş mücadelemize ve turizm sektörümüze büyük hizmetleri olan, Mimoza Beach Hotel’in başarılı ve konuksever müdürlüğünü yaptığı günlerden bu yana tanıdığım, sevip saydığım çok iyi ve donanımlı insan, Larnaka kökenli mücahit, yetkin muhasebeci Fethi Günalp Beyefendi’yi de kaybettik… Acımız büyüktür… Sevgili eşi Arife Hanımefendi’yi 2021 Ağustosunda yitirdiği günden bu yana yaşadığı ve tüm dostlarıyla paylaştığı derin acı en sonunda onu eşiyle sonsuzlukta buluşturdu… 12 Nisan’da yaptığı son sosyal medya paylaşımında eşinin fotoğrafını yayınlayarak “Bu bakışa, bu tebessüme bir değil binlerce ömür veririm… Seni özledim SULTANIM, çok özledim” demişti… Özlem bitti…
Ve Bitlis doğumlu Bayram Karaman… Kıbrıs’a yerleştikten sonra turizm emekçiliğinden sendikacılığa, oradan iki dönem milletvekilliğine doğru seyreden yaşam çizgisini Dome Hotel platformunda, emekçilerin paydaş olduğu turizm tesisi yöneticiliği ve çalıştırmacılığına dek taşıyan önemli ve ilginç bir figür… O da dün toprağa verilen değerler arasındaydı… Tüm yitirdiğimiz ve bizi eksilten değerlerimizin ruhu şad, mekânları cennet olsun…
Yorumlar kapalı.
AHİTLERİNE SADIK KALACAKLAR MI?: ABD’nin Suriye’de “müttefiki” olarak tanımladığı YPG’yi Finlandiya veya İsveç’in “terör örgütü” olarak kabul etmeleri mümkün mü? Ben şahsen hiç sanmıyorum… İmzalanan ÜÇLÜ MUHTIRA’nın 4 üncü maddesinden alıntı:
“4. Müstakbel NATO Müttefikleri olarak Finlandiya ve İsveç, milli güvenliğine yönelik tüm tehditlere karşı Türkiye’ye tam destek verirler. Bu çerçevede, Finlandiya ve İsveç, PYD/YPG ve Türkiye’de FETÖ olarak tanımlanan örgüte destek sağlamayacaklardır.”
Zaman içinde göreceğiz bakalım ahitlerine ne denli sadık kalacaklar… Tecrübeyle sabittir… Kenan Evren’li dönemde Türkiye’nin onayıyla yeniden NATO’ya girebilen Yunanistan Türkiye’ye ilişkin o günlerdeki taahhütlerinden hiçbirini yerine getirmedi…
***
GÜVENİLMEZLER: İsveç ile Türkiye arasında imzalanan mutabakat metni üzerinden sadece 4 gün geçmişti ki, geçen pazar günü terör örgütü PKK sempatizanları, İsveç’in Göteborg şehrindeki Järntorget Meydanı’nda toplandı. Örgüte ait sözde bayrak ve flamaların kullanıldığı eylemde, Türkiye karşıtı sloganlar atıldı. İsveç, terör örgütü PKK ile etkin mücadele ve örgüte ait propagandalara karşı önlem alma sözü vermişti. Ancak terör örgütü PKK sempatizanlarının eylem yaptığı alanda, İsveç polisi yer almadı. Polis, örgüt yandaşı eyleme müdahale etmedi. Ayrıca yoruma gerek var mı?… Yoktur elbet…
***
PUTİN’İN AYNASI: Rus Lider Vladimir Putin’in somut soruları, ülkesine yaptırımcı ambargolar uygulayanların yüzüne tuttuğu aynadır:
“1. Masum Filistinli kadın ve çocukların öldürülmesi ve yok edilmesi için İsrail’e karşı herhangi bir yaptırım var mı?..
2. Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da, Küba’da, Vietnam’da masum kadın ve çocukları öldürüp yok eden, hatta zenginliklerini, elmas ve altınlarını bile çalan Amerika’ya karşı herhangi bir yaptırım var mı?..
3. Muammer Gaddafi’ın linç edilmesi ve Libya’nın yıkılması konusunda Amerika ve Fransa’ya karşı herhangi bir yaptırım var mı?..
4. Bahsi geçen tüm mağdur ülkelerin masum kadınlarına, çocuklara tecavüz ve işkence eden herhangi bir Amerikan, ya da NATO askeri hiç cezalandırıldı mı?..
5. Çeşitli Afrika ülkesinde kriz ve huzursuzluğa neden olduğu için Fransa’ya karşı yaptırımlar var mı?..
Tüm bunlardan çok daha fazla savaş suçu Amerika ve NATO tarafından her gün işlenmekte, ama tüm bunlar cezasız kalmaktadır. NATO, ABD ve tüm müttefiklerinin zamanımızın en tehlikeli kötülüklerini işlemekte olduklarını anlama zamanı gelmiştir. Dünyadaki güç dengelerini değiştirip herkesin eşit haklara sahip olmasını sağlamalı ve zalimleri durdurmalıyız…”
Tabii ki, Putin’in yaptırımcılarına karşı tuttuğu bu aynayı irdelerken onu Ukrayna saldırısından dolayı aklama düşüncemiz de asla yoktur… Yasasız kuralsız dünyamızda, filler tepişmekte, çimler de ezilmektedir…
***
2024’E VE O KEHANETE DOĞRU: Dünyanın başındaki en güncel ve en tehdit edici olgu aşırı kirlenme ve bunun iklim üzerinde yarattığı dehşetengiz etkilerdir… Yıllar önce sinema kültürüne yumruk gibi giren “Highlander” film dizilerinde dünyanın gömülmekte olduğu kirlenme bataklığına odaklanan, kehanetlerle örülü sarsıcı öyküler ve mesajlar vardı…
Başrolünde Christopher Lambert’in oynadığı efsane serinin 1991 yapımı ikinci filminin konusu 2024’te geçiyor… Endüstriyel kirlilik ozon tabakasını tümüyle yok etmiş ve dünya güneşin mor ötesi ışınlarının insafına kalmıştır. Artık dünyayı, yine endüstri yapımı elektro manyetik bir kalkan koruyabilmektedir ancak… İyimserliği elden bırakmayan küçük bir insan grubu ise, o deliğin kendi kendini onardığına ve insan eliyle üretilmiş bir kalkanın olmadığına inanıyordu… Ne var ki, hiç kimse hiçbir şeyden emin değildi ve dünya yavaş yavaş insanlarıyla birlikte işte tükenmekteydi…
Çevre sorunlarını düşünüyordum ki, Christopher Lambert’le birlikte Sean Connery’nin de unutulmaz performans gösterdiği bu filmi birkaç gün önce ekranıma indirip yeniden izledim… Ve izlerken de düşündüm: Global kirlenme tüm hızıyla sürmekte, iklim değişikliğinin çeşitli felaketi her gün dünyanın bir başka köşesini vurmakta, seller, tayfunlar, hortumlar, tsunamiler, orman yangınları, ölümcül sıcaklar ve dondurucu soğuklar, salgınlar ciddi gündem oluşturmaktadır… İklim değişiklikleri ve global kirlenme konusunda önlemler alınabilmesi bağlamında yapılan konferanslar ise olumlu sonucunu vermemekte… Ve 2024’e de çok az bir zamanımız kalmakta… Dilerim o filmdeki kehanet gerçekleşmez…
Yorumlar kapalı.
BOŞLUKTA KALAN TEMENNİ: Geçen hafta bir kez daha KKTC ziyaretinde bulunan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay seslendirmeye ihtiyaç duymuş olmalı ki; “Gece gündüz çalışacağız, mazeret üretmeyeceğiz” temennisinde bulundu… Yazık ki, genel manzaramıza baktığımızda boşlukta kalan bir temenni bu… Gece gündüz çalışmıyoruz ve tembelliklerimize mazeret de üretmiyoruz…
Ülkenin en krizli döneminde, geçirilmesi gereken yasa yığınları orada tepeleme dururken Cumhuriyet Meclisi 3 aylık yaz tatiline çıkmak üzere… Başa çıkılamayacak şekilde dava dosyalarının rafları doldurduğu mahkemelerimizde adli tatil başlıyor… Devlet daireleri yaz mesaisine geçmiş durumda, bomboş hizmet yerlerinin görevlileri siestada… Memurların çoğu yaz tatilinde… Maaşlarını alabildikleri halde ek mesai ücretlerini alamadıklarını gerekçe gösteren devlet hizmetlileri grevleri zincirleme gitmekte… Üreticiler, üretim alanlarında harcamaları gereken değerli zamanlarını eylem alanlarında harcamakta… Gece – gündüz çalışma durumundaki fedakâr bir azınlık ise ağır iş şartlarının altında herkesin gözü önünde ezilmekte… Bu rehavetçi koşullarda krizi savuşturmak da, kalkınmak da, esenliği ve refahı yakalamak da KKTC için olanaksız bir hayaldir… Acı gerçeğimiz bu…
***
ÖRNEK BİR BÜROKRAT VE SENDİKACI: Hasan Hastürer’in KIBRIS TV’deki programına `Kıbrıs Türk Amme Memurları Sendikası Eski Başkanı` olarak çıkan ve şu anda emekli olan Ahmet Kaptan, deyim yerindeyse izleyenlerini program boyunca karşı köşeye yatırdı… Neden mi?.. Çünkü söyleşiyi baştan sona izleyenlere, sendikacılıktan pek de söz etmeyerek, çoğu kişinin bilmediği gerçek kimliğini çok değerli ve ilginç bilgiler eşliğinde sundu…
Onu ünlü bir sendikacı olarak tanıyan çoğunluğumuz Ahmet Kaptan’ın aslında hava trafik kontrolörlüğü tarihimize adını yazdırmış bir başarı abidesi olduğunu bu söyleşi sırasında ve sayesinde öğrendi. Görevi sırasında iki uçağın havada çarpışmasını önleyerek parlak bir ödülü de hak eden çok usta bir hava trafik kontrolörü… Adı ile müsemma hava trafik kontrolörlüğünün kaptanı…
Ahmet Kaptan, son derece iyi donanımlı özverili mesleğinin inceliklerini ve gerçeklerini anlatırken, sanırım birçok kişi benim gibi şu sorunun çengeline takılmıştır: “Bu şahane donanımınla çok değerli kariyerinin içine sendikacılığı sokup neden zaman harcadın ey sevgili Kaptan?..” Hele hava trafik kontrolörlerinin pahalı ve titiz bir eğitimden geçtikleri de hesaba katılırsa…
Ercan’da ta başından bu yana hava trafik kontrolörlüğüne alın terlerini akıtmış ağabeylerini de adlarıyla anma vefasını gösteren değerli teknik adama bu soruyu sormakta haksız değiliz. Çünkü onun düzeyinde bir hava trafik kontrolörü olabilmek, sendikacı olmak kadar kolay bir iş değildir…
Bu konuya yaptığım dokunuşlar nedeniyle Ahmet Kaptan adresime attığı ve memnuniyetle karşıladığım mesajda sendikacılık uğruna mesleğini asla ihmal etmediğinin, profesyonel sendikacı da olmadığının altını çizdi… Dedi ki; “Ahmet Tolgay Abi; bilmeni isterim ben profesyonel sendikacı olmadım. Yani işe gitmemezlik hiç etmedim. Hem çalıştım, hem de sendikama hizmet ettim. Ben vardiya çalışırdım ve planlamamı; yani toplantıları, görüşmeleri boş günlerime göre ayarlar ve sendikacılık yaparken, ailemden, çocuklarıma ayıracağım zamandan çalardım. Benim görev anlayışım bunu emrederdi. Daha detaylı konuşuruz bir kahve içersek karşılıklı… Ailemin verdiği terbiyemden ötürü özen gösterdiğim ilkelerimi de paylaşırım sizinle…”
Hem adresime attığı mesajdan ve hem de KIBRIS TV’deki söyleşi boyunca hava trafik kontrolörlüğü ve havacılık konusunda bize verdiği yakası açılmadık ilginç bilgilerden dolayı Ahmet Kaptan’a şahsi teşekkürlerimi, saygılarımı ve sevgilerimi sunarım… Yeterince bilmediğimiz çok önemli ve duyarlı bir hizmet alanına dair o konuşurken ben boyuna not aldım…
***
APARTMANLARDA YAŞAM: Tanınmış mimar ve araştırmacı yazar Hasan Erhan, apartman sorunsalı hakkında yaptığım yayınlara gönderdiği ilginç önerilerle katkıda bulundu. Teşekkürlerimle paylaşıyorum:
“Apartmanlarda yaşayanlarımızın sorunlarıyla ilgili birkaç madde de ben paylaşayım izninizle:
1-En üst kat tavanı izolasyon bakımları yapılmaz, en üst katta oturanın tavanından sular akar, elektrikli cihazları ve lambaları sürekli değiştirme ister.
2-Su depolarının motorları çalışırken en üst katta gürültü olur ve bu gürültü geceleri daha da rahatsız eder.
3-Zemin katta oturanlar bahçeyi kendi ihtiyaçları için düzenler, arsaya telleme yapıp bir de gancelli koyar ve içeriye kendinden başkası giremez, üsttekilerin de ortak kullanım alanı olması gereken o arsada hiç hakkı olmaz. Aydınlık içinde gaz tesisatı kurar, tüm apartman için yangın riski oluşturur. Zemin kat satılırken yüksek fiyata, üst kat çok düşük fiyata satılır.
4-Zemin katta oturanlar, bahçe tellerini açarak apartman çevresine zerzavat eker, suyu da sayaçtan önce şehir şebekesinden karşılar, bedavaya getirir.
5-Belediye sayaçların hangi eve bağlandığını bilmez, ama faturada ‘Sayaç bakım ücreti’ diye bir ödeme alır. Bu şikâyetler çoğu apartmanda var. Bölgeye göre şikâyetler o kadar çok olur ki. Örneğin, benim de oturduğum KÜÇÜK KAYMAKLI SOSYAL KONUT APARTMANLARI…”
Yorumlar kapalı.
CENGİZ AYMATOV ANISINA SAYGILARLA: Türk edebiyat dünyası düşünceleri ve eserleriyle literatüre geçen büyük yazar Cengiz Aytmatov’u ölümünün 14’ncü yıldönümünde çeşitli etkinliklerle anmaktadır… Aymatov’un ölüm tarihi 10 Haziran 2008…
“Güzel sözler sıcak demir gibidir; vaktinde söylenmezse soğur, taş gibi olur” diyen Aytmatov’un kimliğine özetle bir bakalım:
• Sovyetler Birliği döneminde diktatoryal Komünizmin acıları içinde yetişmiş, Türk dünyasında zor koşullarda çok sayıda eser vermiş, dünya yazınının önde gelenlerindendir.
• 12 Aralık 1928’de Kırgızistan / Talas’ın Şekerköyü’nde doğdu…
• “Gün Olur Asra Bedel” kitabının “Nayman Ana” efsanesinde “Mankurt” kavramını kullanarak dünya literatürüne kaynak kazandıran yazardır…
• “Mankurt”un kardeşi “Közkaman” ise, bir diğer Türk yazarı Rahmankul Berdibayev’in “Baykal’dan Balkan”a adlı kitabında geçmektedir.
• Bu kavramlar Manas Destanı’da geçmektedir. Şöyle ki, Mankurtlaştırılan insana hangi soydan, hangi boydan geldiği unutturulur… Dahası, anasını ve babasını bile bilmez duruma getirilir… Kafasına dikte edilen ideolojiyi ve eylemleri uygularken, “insan” olduğunun bile farkındalığında değildir…
• Közkaman ise bilinçli olarak kendi halkına ihanet eden, ontolojik bir yabancılaşma içinde bulunan, kimlik yitimine uğramış kişidir. Çıkarlarına göre hareket eden közkamanlar, gücün, menfaatin ve konforun yanında yer alarak kendi yakınlarına, insanına ve halkına yüz çevirendir… Mankurtlaştırmada ise birey ideolojik bir köleleştirme sürecine maruz kalır. İki kavram arasındaki temel fark ise bilinçtir… Mankurt zararlı icraatını bilinçsizce, közkaman ise bilinçle yapar… Ruhu şad, mekânı cennet olsun, defalarca filme çekilen, başka eserlere de ilham veren o “Selvi Boylum, Al Yazmalım” öyküsüyle aşkın ve sevginin emek ve özveri olduğunun altını da çizen büyük edibin…
*
YA ÇÖZÜLECEK, YA ÇÖZÜLECEK: Enerjiden de sorumlu Maliye Bakanımız Sunat Atun, “Elektrik sorunu yaşamak bizim kaderimiz değildir. 2017’deki gibi bu sorunu çözeceğiz” dedi. Çözülmezse bu sorun, ülke çözülecek zaten… Enerji ve su bir devletin ve ülkenin öncelikli yaşam kaynağıdır… O kaynakları kurutmak intihardır…
*
GIDA KRİZİ: Ukrayna İçişleri Bakanı Yardımcısı Dmitro Senik, gıda krizine engel olmak için, Polonya ve Romanya’ya doğru 2 tahıl koridoru açıldığını duyurdu… Sanırsınız dünyada tahıl üreten tek ülke Ukrayna!.. Mesela Türkiye’nin tarım coğrafyası Ukrayna’dan daha büyük!.. Gıda krizinin Türkiye’yi teğet geçmesi gerekir… Ukrayna’nın yüz ölçümü 603 bin 549 Km. kare; Türkiye’nin ise 783 bin 562 km. kare.
Tarım uzmanı Dr. Orhan Cemali Aydeniz dostum diyor ki; “Anavatanın tahıl arazisi 7.288 622 hektar. Üretimi 20.000.000 ton… Ukrayna’nın 6.619,600 hektar… Üretimi 24.652 840 ton. Ancak Ukrayna Türkiye’ye oranla daha bol yağış alır. Türkiye’nin tahıl verimini bir miktar artırması mümkündür…”
*
ÖPÜLESİ ALIN: Başarılı atletimiz Yiğitcan Hekimoğlu, Bursa’da gerçekleşen Türkiye Turkcell Süper Liginde 4x100m bayrak yarışmasında ENKA spor kulübü ile 4’ncü adam olarak koştuğu yarışı birinci tamamlayarak Türkiye Şampiyonluğuna imza attı… Bize “Güzel ve iyi şeyler de oluyor” dedirten Yiğitcan bir kez daha alnından öpülmeyi hak ediyor… O toplumsal gururumuzdur… Başarılarıyla var olsun…
*
GÖZLEM: Paket servis için restorandayım… Boynu bükük sıska Afrikalı genç yaklaştı “I am hungry sir” dedi… 20 TL verdim… Buzdolabına gidip en ucuzundan bir bira seçti… Çok geçmedi, boynundaki ve bileklerindeki altınlar pırıldayan şık Afrikalı obez hazırlattığı dolgun paketi aceleyle alırken vezneye yüz Euro’yu bıraktı, üstünü ve makbuzu boş verip dışarı fırladı… Arkadaşlarının beklediği ve içine atladığı dışarıdaki lüks kırmızı Mercedes ok gibi fırlayıp giderken, beynimden geçendi: Hem sefaletin ve hem de zenginliğin göstergesi şu Afrikalı konuklarımız!..
*
BORIS BAŞBAKAN DİREKTEN DÖNDÜ: İngiltere’de yaşanan olay kamuoyunun siyasetçilerinin özel yaşamıyla da yakından nasıl ilgilendiğinin güncel kanıtıdır… İngiltere Muhafazakâr Parti Başkanı ve Başbakan Boris Johnson, hayli soğuk ter döktükten sonra, partisi içinde yapılan güven oylamasını 148’e karşı 211 oyla kazandı…148 karşıt oy da az – buz değildir hani… Johnson bu oylamayı kaybetseydi parti genel başkanlığından da, başbakanlıktan da ayrılmak zorunda kalacaktı… Johnson’ı güven oylamasına kadar getiren süreç, Covid-19 tedbirlerine uymaması ve Başbakanlık konutunda bakanları ve yakın dostlarıyla birlikte vur patlasın, çal oynasın doğum günü partisi vermesiyle tetiklenmişti… Başkalarına verdi talkını, kendi yuttu salkımı hesabı… Medyanın bu partiyi belirleyerek yaptığı yayınlarla İngiltere’de büyük tepkiler oluşmuş ve partiye katılan bazı bakanlar da istifalarını sunmuşlardı…
Bilmem açıklamama gerek var mı; o partideki tüm harcamalar, içilen içkilerin bedeli dahil devlet bütçesinden değil, Boris’in cebinden karşılanmıştı… Eğer bunun aksi olsaydı zaten Boris’i hiçbir güven oylaması kurtaramaz ve toz edilip postalanırdı siyasetten… Merak ediyorum; Boris Başbakan güven oylamasını kazanması şerefine de bir parti düzenledi mi?…
Yorumlar kapalı.
DÜŞÜNME ZAMANI: Doğrudur ve kabulümüzdür; ekonomik krizler küresel bir sorundur ve her ülke için geçerlidir… Ama bizim açımızdan asla geçerli olamayacak durumlar da söz konusudur… O da şu ki, diğer ülkeler bu küresel krizin etkilerini azaltabilmek, düzlüğe çıkabilmek ve bunalımdaki insanlara rahat bir soluk aldırtabilmek adına ellerinden geleni ciddiyetle yapmakta, bir dereceye kadar da çabalarında başarılı olmaktadırlar… Bizim şu KKTC’de ise bu bağlamda hiçbir çaba ve niyet görülmemektedir…
Bu acınası durumumuz içinde ekonomik kriz gittikçe derinleşmekte, kükreyen pahalılık ortalığı kasıp kavurmakta, üretim düşmekte, hizmetler aksamakta, her doğan yeni gün insanları çaresizlik ve umutsuzluklarıyla baş başa bırakmaktadır…
Travma gittikçe büyür ve siyaset kurumu çare üretme aracı olma özelliğini feci şekilde yitirirken, “KKTC nasıl bir üniversiteler ülkesidir?” sorusunun acıtan çengeli de beyinlere takılmaktadır… Bilim yuvası olan üniversiteler, bilimsellik adına çareler ve çözümler üretme adına hiçbir şey yapmıyorlar, yapamıyorlar… Profesörü ile, doçenti ile, yardımcı doçenti ile, doktoralısı ile, AR GE ekipleriyle nüfus oranına bakıldığında dünyanın en fazla bilim adamına sahip olan KKTC, eğer bilimsel ve akademik bağlamda çarelere ve çözümlere ulaşamıyorsa, işte bu durum üzerinde de çok ciddi biçimde düşünmek zamanıdır…
***
TARIM VE DÜNYAMIZ: Küresel tarım fiyatları dünyada rekor üstüne rekor tazelerken KKTC’deki şu güncel arpa ve üretim kavgasına da global gözlükle bakmalı… Hızla yaklaşan açlık dünyayı bekleyen büyük tehlikedir… NASA ise Ay’dan getirdiği toprağı inceleyerek ay yüzeyinin tarıma elverişli olduğu sonucuna vardı…
Sözün özü, insan eliyle dengelerini bozduğumuz ve korkunç iklim değişikliklerinin sarmalına soktuğumuz gezegenimizde üretim olanakları da mahvolmaya başladı… Bilim, tarımı uzaya taşıma araştırmalarına çoktan başladı… Tabii ki dua etmeliyiz, haris insanoğlunun uzayı da gün gele mahvetmemesi için…
Ekonomimizdeki başarı öykülerine attığı imzalarla bilinen Yücel Dolmacı bilinçli üretimi savunup diyor ki; “Bilinçli ve sulu tarıma geçilirse Mesarya bizi doyurur Ahmet Bey dostum…. Üreticilerimiz hep Devletten bekledikleri için ziraat gelişi güzel yapılıyor… Portakal İstanbul’da 20 TL / kg., Güzelyurt’ta 2 TL / kg…”
***
BİR ÜRETİCİ MEKTUBU: Hayvan yetiştiricisi ve üreticisi olduğunu bildiren Zekiye Sönmez adlı okurum, yazılarımı, eleştirilerimi ve yorumlarımı severek ve dikkatle okuduğunu belirten mektubunda, üretimle ilgili yazdıklarıma da değinerek; içinde bulundukları zor koşulları şöyle açıkladı:
“Tüketiciye ucuz ürün sunmak en önemli amacımız. Ne var ki, biz hayvancıya varsayılan zam daha yapılmadan ve yansımadan kendi menfaatlerini düşünen imalâtçı anında süt ve süt ürünleri fiyatlarını misliyle artırdı… Bu yapılan kaçıncı zam? Ama halâ daha hayvancı bu zamdan yararlanmış değil. Yazacak anlatacak o kadar çok şey var ki… Gelin görün ki, hayvancıyı ayıplayan, hor gören bir kesim halkımız içinde vardır. Onları bir gün olsun bir mandıraya gidip orada olan biteni, gideri ve geliri nasıl sağladığımızı, bu çarkın nasıl döndüğünü görmeye davet ederim…
Hayvan yetiştiricisi ve üreticisiyim… Benim bunları size yazdığım şu anda, herkes yatağında güzel güzel uyurken bizler sabah 3’te / 4’te uyanıp işimizin başına geliyoruz… Evde okula gidecek çocuklarımıza yetişebilmek için, onları hazırlamak için her zaman bir yarış içindeyim. Kendi şahsi tespitim ve görüşümdür ki, hayvancıyı bitirme noktasına getirdiler, ama asla bitiremeyecekler… Saygılarımla…”
***
HASAN YÜKSELEN: Okul günlerimde bir edebiyat, tarih, coğrafya çılgınıydım, ama matematiği “nefret” derecesinde sevmezdim… Hep düşük not aldığım bir dersti… İlerleyen yaşlarımda bir gün bizim ailenin çocuklarının ders masalarında senin kadim dostum Hasan Kahvecioğlu hoca ile birlikte yazdığın bir matematik kitabını gördüm… Zaten “kitap” denen güzelliği nerede görsem uzanırım ya… “Neler yazmış bu arkadaşlar?” merakına kapıldım… Aldım, sayfalarını karıştırdım, inceledim o kitabı… Ve dedim ki; “İlkokulda bizim elimize de böylesi kitaplar verilse ben bir matematik sevmezi olmazdım asla…”
Sadece eğitimimizin değil, beyefendiliğin, bilgeliğin, tevazuun ve insanlığın da yıldızıydın eski dostum; Kumsal günlerimin unutulmaz komşusu HASAN YÜKSELEN hocam… Adınla müsemma, ülken adına el attığın her işte hep yükselen bir trendin oldu…
Yaprak dökümünün feci bir sonbahar misali fırtınaya dönüştüğü bu hüzünlü ve kritik toplumsal sürecimizde seni de yitirdik işte, ne kadar acı… Beşeri zenginliklerimizin erimekte olduğunu bizlere duyumsatarak… Seni tanıyanların, senden feyz alanların, sayısını senin de bilmediğin öğrencilerinin ve seni içtenlikle sevip sayanların vefalı yüreklerine gömülüyorsun… Görevini hakkıyla yapmış, eğitimimizin özelleştirilmesindeki rolünü de başarmış olmanın, sana güvenenleri hiç yanıltmamış olmanın huzuru içinde uyu…
***
BM KURŞUNUYLA ŞEHADET: Bugünkü durumumuza süt liman bir süreçten geçerek gelmediğimizi hep yinelerim… 1964’de Kıbrıs’a sözde barışı korumak için gelen, ne var ki devleti kurucu ortak Türklerden şiddet yöntemiyle çalmış olan faşist ve ırkçı Rum otoritesini “devlet” kabul edip bu kanlı otoriteyle işbirliği yapan BM Sözde Barış Gücü, bu işbirliğinin onursuz boyutlarını Türkleri vurup şehit edecek dereceye kadar taşımıştır… BM kurşunuyla şehit edilen kahraman üretici TMT üyesi HÜSEYİN KAFA’yı şehadetinin yıl dönümünde saygıyla anarım… 21 Mayıs onun şehadetinin 32 yıl dönümüydü… Aslında bu direniş kahramanımızın anıtını dikmesi gereken çiftçi ve üretici örgütlerimizin HÜSEYİN KAFA dramına duyarsızlığını da kınarım… HÜSEYİN KAFA olayı, yayılmacı Rum faşizminin Türk üreticisine ve emekçisine nasıl düşmanca saldırdığının trajik örneklerinden biridir… HÜSEYİN KAFA, kendi iş yerinde, sınır bölgesindeki mandırasında, işi başında Rum tahrikli BM kurşunuyla şehit edilmişti… Ruhu şad, mekânı cennet olsun emek ve direniş şehidimizin…
Yorumlar kapalı.
BALIK SKANDALI: Çarpık manzaralarımızda sanki eksik olan bir buydu… Gazimağusa’da Laguna Limanı’na lağım suyu akıtılmasının saptanması üzerine KKTC’nin imajını yerle bir eden skandallardan biri daha yaşanıyor… Avrupalı uzmanların bölgede sıkça yaptıkları denetimlerde bu yörede avlanan balıkların sağlığa ve bu nedenle de Yeşil Hat Tüzüğü’ne aykırı olduğu belirlenince, bir AB ülkesi olan Güney Kıbrıs’a balık satışı durduruldu… Oysa balıkçılık sektörümüzün Güney’e sattığı balıklardan küçümsenemeyecek oranda ticari kazancımız vardı…
Acı olan gerçek şu ki, KKTC’nin çeşitli kıyısından denize lağım suları akıtılmaktadır… Özellikle Girne’de bu vurdumduymazlıkla ilgili nice habere ve eleştiriye konu olan duyarsızlıklar var…
Menşei kuşkulu balıkların tezgâhlardaki fiyatları ise adeta altın fiyatlarıyla yarışmaktadır… Dar gelirli halkımız zaten balığı alıp sofrasına koyamayacak duruma getirildi, bir de alın size şu sağlık bağlamında ortaya çıkan AB raporlarıyla tescillenmiş durum…
Balık ihtiyacı için ne yapsın insanlarımız yani?.. Tezgâhlardaki şaibeli ve ateş pahasındaki taze balıklardan vazgeçip konserve ve dondurulmuş ithal balıklara mı yönelsin insanlar?.. Hiç değilse konserve ve dondurulmuş balıkların lağımlı sulardan değil, açık denizlerden toplandığından eminiz…
***
RUM HAKİMİYETÇİLİĞİ ADIM ADIM İLERLERKEN: Kıbrıs adası için “ENOSİS” sözcüğünün tanımı ülkenin topraklarını Elenleştirmektir… Adanın ikiye bölündüğü bugünün koşullarında bile Rum otoritesi, Yunanistan’ın ve diğer destekçilerinin dayanışmasıyla bu ülküsünü adım adım gerçekleştirmektedir…
Son dönemin bu bağlamdaki gelişmelerine bakar mısınız: Solar elektrik enerjisi montajı gerekçesiyle Rum hakimiyeti bir siyasal çözüme dek BM’nin denetiminde olması gereken ara bölgeyi, yani sınır boylarını işgal ediyor… Bu taktik projesi için üstelik AB’den parasal destek ve takdir de alıyor… Olası tepkileri göğüsleyebilmek için Anastasiadis Rejimi ara bölgede üretilecek çevreci enerjiden Türklerin de yararlanabileceğini söylüyor…
Ve şimdilerde bir hamle daha: İngiltere, kendi egemen üs bölgelerindeki dönümlerce araziyi devasa inşaat yatırımları için Rum Yönetimine hibe ediyor… Türkiye ve Yunanistan’dan sonra Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üçüncü garantörü olan İngiltere Ağrotur ve Dikelya Üslerini bu cumhuriyete vücut veren Zürih ve Londra Anlaşmaları sayesinde sınırları da anlaşmalar çerçevesinde belirlenerek almıştı… Şimdilerde ise bu üsleri çeşitli gerekçelerle daraltırken, boşalttığı toprakları da Rumlara hibe etmektedir… Kıbrıs Türklerinin hakları ne olacak peki?.. İngiltere Türklere “gelin size de mallarınızı vereyim” dese, hakimiyetçi Rum otoritesi karşısında Türkler o malları nasıl değerlendirebilirler?..
Acıdır, ama tüm bu önemli konuları tartışmak ve çıkarlarımız adına politikalar geliştirmek yükümlülüğünde olan siyasetçilerimiz kısır iç siyasi çekişmeler içinde zamanlarını harcayarak esas tarihi görevlerini es geçmektedirler…
***
HADSİZLİK – ACIMASIZLIK: Zam üstüne zam neyin nesi oluyor hadsizlikten başka?.. Ne insafa gelen var, ne de gemi azıya almış olan insafsızları denetleyen!.. Serbest piyasa ekonomisi resmen acımasız bir rezilliğe dönüştürüldü… Dövizle uzaktan yakından hiç ilgisi olmayan ürünler ve hizmetler bile fiyat üstüne fiyat katlıyor… Meydanı boş bulmuşlar ya; çoğu kişi haramilere has vurgunlarıyla ille de ultra zengin olma peşinde… Üretimleri de, hizmetleri de ne kadar pahalı!.. Ateş pahası!.. Halkın anasını ağlatan doyumsuz hadsizlerin Allah layığını versin…
***
GÜNEY’DEKİ ŞİDDET: Güney Kıbrıs’ta ev içi şiddette patlama varmış. Yüzde 33 artış gerçekten ürkütücü. Ekonomiden mi kaynaklanıyor bu sorun?..
Evlerin içi mi sadece? Güney’in sokakları da şiddetten geçilmez oldu. Futbol maçlarından sonra yaşanan olaylar “holigan kompleksi” diyerek geçiştirilemez… Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis sokaklardaki şiddetle ilgili olarak tez zamanda rapor istedi…
Yorumlar kapalı.
İŞ YAŞAMINDAKİ DENGESİZLİKLER: Bu yazacaklarımın kamu görevlilerinin pek de hoşuna gitmeyeceği kesindir… Ama gerçeklerin seslendirilmesi bazen acıdır: Kıbrıs Türk sanayinin ve ticaretinin özel sektördeki temsilcileri devlet dairelerinin siesta tatiline ciddi ve haklı itirazlarını yaptılar…. Bildiri ve görüşleriyle devlete de başvurdular… İşlerin yürütülebilmesi için devlet dairelerinin tam mesaide olması gerektiğini savunuyorlar… “Yaz mesaisi kaldırılsın. Çalışma yaşamında zamanı azaltarak, verimlilik, hizmet ve üretim beklenemez” diyorlar…
Doğruya doğru; çok da haklıdırlar… Hele ülkenin bu bunalımlı döneminde… Sendikalar statükoya karşı olduklarını hep yineleyip dururlar… İş yaşamındaki en önemli statüko kamu sektörü ile özel sektör arasında gittikçe kökleşen dengesiz koşullardır… Devlet dairelerindeki her yılın yaz mesaileri ise bu dengesizlikler içinde önemli bir yer tutar… Özel sektör kan ter içinde çalışırken, kamu sektörü klimalı ortamlarda bile yaz tatiline girer… Sendikalar eğer ileri sürdükleri gibi statükocu değillerse, hiç değilse bu krizli süreçte devlet dairelerindeki yaz mesailerine tavır koyarak statüko karşıtlıklarını neden ispatlamazlar?..
Kazanılmış bazı haklar bazen zamana ve zemine uymuyor işte… Siyasal bunalımların tavan yaptığı ülkemizde Cumhuriyet Meclisi’nin yaz tatili ise tam bir skandal!..
***
EKONOMİK AKIL: ABD ile İngiltere başını almış giden enflasyona karşı paralarının değerini koruyabilme adına faizleri artırıyor… Diğer ülkelerin de aynı yönteme başvurması ekonomik aklın gereğidir… Bizim taraflarda izlenen sakat faiz politikası, Milli Türk parası TL’nin ekonomik akılla kullanılmadığının açık göstergesidir… TL’nin faizi düşürüldükçe düşürüldü, TL’nin satın alma gücü eritildi ve enflasyon yüzde 70’lere dek kışkırtıldı… Allah beterinden korusun…
***
BM EN BÜYÜK YALAN: Ukrayna’nın işgali, acı dersler vererek kan revan içinde sürüyor… İşgali ısrarla sürdürmekte olan kim?.. BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinden biri!… Ne “güvenlik” ama?.. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres Moskova’da barış adına görüşmeler yaparken, Ukrayna’nın fasılasız bombardımanı sürdü… Genel Sekreter, kendi Güvenlik Konseyi’nin üyesine bile söz geçiremedi…
En büyük yalan, işte şu Birleşmiş Milletler… Orada birleşebilen milletler yok, birbirine düşman milletler var…
***
TÜRKİYE’DE DE PAHALI ELEKTRİK TARTIŞMALARI: Türkiye’de de pahalı elektrik sorunu var… Ne ki, oradaki pahalılık KKTC’deki pahalılığın yanında ne ki?.. Üstelik Türkiye’deki elektrik faturalarına “Yakıt değişim ücreti” ve “maktu ücret” gibi absürd eklemeler de yapılmıyor… Enerjinin maliyeti neyse buna bir de kâr ekleyip fatura düzenleniyor Türkiye’de… Tüm diğer ülkelerde olduğu gibi…
İşte bu atmosfer içinde, Türkiye Cumhuriyeti Ana Muhalefet Lideri CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 140 metre karelik apartman dairesinin elektriğinin kesilmesi ve bunun yankıları, elektrik sorunundan muzdarip KKTC’de de ilgiyle izlendi tabii ki… Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz şubat ayında art arda gelen elektrik zamlarını protesto etmek amacıyla faturalarını ödemeyeceğini açıklamıştı… Faturalar ödenmeyince evinin elektriği kesildi.
Üç aylık birikmiş elektrik borcunun 1.030 TL olduğunu öğrenen Kılıçdaroğlu, mum ışığında verdiği demeçlerle yüksek elektrik fiyatlarına ve elektriği kesilen vatandaşlarının sosyo – ekonomik sorunlarına dikkati çekmeye çalıştı… Kılıçdaroğlu eylemini sürdürürken, bir hafta boyunca eşi Selvi Hanım’la karanlıkta kaldı… İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun elektriğinin kesilmesi konusunda faturayı kendisinin ödeyebileceğini söylese de, bu öneri nezaketle geri çevrildi…
Bu konuda KKTC odaklı bir yorum yapmak gerekirse; 3 aylık 1030 TL elektrik faturası nedir ki!.. 340 TL dolayında aylık elektrik hesabı var Kılıçdaroğlu’nun… Bizim KKTC’de tüketiciye gelen aylık faturalarda ise binlerce TL yazmakta… Öde ödeyebilirsen…
Kılıçdaroğlu faturayı ödememesinin bir sivil itaatsizlik değil, sadece “bir haftalık eylem” olduğunu söylemiş ve fatura ödememe eğilimi gösteren partililerine de engel olmuştu…
***
HİNT DÜĞÜNLERİ: Turizmimizin duayen emektarlarından Nedim Tamel, Fikri Ataoğlu tarafından “yeni bir turizm hamlesi” olarak sunulan Hint düğünlerinin aslında ülkemiz için yeni bir olay olmadığını bildirdi bana… Çeşitli tarihlerde ve lüks mekânlarda Hint düğünleri yapıldığının ve bu düğünlerdeki otantik keyfin yerel davetliler tarafından da yaşandığının öykülerini seslendirdi… Hollywood’dan sonra dünyanın en büyük ve en önemli sinema endüstrisi olan Hint sinema sektörü Bollywood da KKTC’yi keşfetmiş durumdadır..
2012’de tümü KKTC’de çekilen Bollywood yapımı “Race” adlı filmi unutmadık… Hindistan´ın ünlü yönetmenlerinden Abbas ile Mustan tarafından yönetilen aksiyon – gerilim filmi “Race-2” gösterildiği ilk haftada 40 milyon izleyiciye ulaşmıştı.. Ve bunun devamı vizyon boyunca gürül gürül geldi… Güney Afrika´da çekilen 2008 yapımı “Race” filminin devamı olan “Race – 2”nin başrollerini Hindistan’ın ünlü aktörü Anil Kapur ve Sayif Ali Han paylaştı. Filmde, Dipika Padukone, John Abraham, Caklin Fernandez ve Amişa Patel gibi popüler Hint oyuncuları da rol paylaştı… Hindistan´daki 3 bin 200 sinemanın yanı sıra Amerika, İngiltere, Avustralya, Dubai gibi 50 ayrı farklı ülkede de gösterime giren filmin KKTC’nin tanıtımına yarar sağladığı kesindir…
Tabii ki KKTC’yi mekân seçen Hint düğünlerinin de, Hint filmlerinin de devamını dileriz… Bu konuda devletimiz tarafından organize ve bilinçli çaba harcanmalı…
Yorumlar kapalı.
İŞ İŞTEN GEÇMEDEN: Zümresel ve hatta bireysel menfaatlerin korunması ve daha fazla menfaat temini için önüne gelen grevde ve eylemde… Ortalık grevlerden ve eylemlerden geçilmiyor… Neredeyse her canı sıkılan pankartını açıp sokağa çıkacak… Bu arada vergi muafiyeti isteyenler, maddi devlet teşvikleri için kapı aşındıranlar… Devlet gelirleri dibe vurdukça vurmakta… Bu vuruşlarla dip de delindi resmen… Kaynakları kurumuş ya da kurutulmuş devlet mi olur?.. Bu gidişle devlet mekanizması tam anlamında çökecek, gelir ve kaynaklar tümden kuruyacak ve ortada paylaşılabilecek hiçbir menfaat kalmayacak… Dahası maaşlar bile alınamayacak… “Vermeyince mabut, ne yapsın Sultan Mahmut” durumlarına çoktan gelindi… Her zamankinden daha fazla sağduyuya ihtiyaç var… Bu ülkenin akil insanları uyarıcı davranış ve telkinleriyle devreye girmelidirler iş işten geçmeden… AKIL TUTULMASI MI YAŞANIYOR BU ÜLKEDE?..
***
GIDA TERÖRÜNÜ KENDİ ELİMİZLE KÖRÜKLEMEK: Devlet Laboratuvarının gıda test kitleri tükendiği için artık gıda analizlerinin yapılamaması kanser türlerinin ve gıda terörüne bağlı çeşitli hastalığın ülkemizi kasıp kavurduğu bir sürecin dehşeti yükselten haberi oldu… Gıda terörünü kendi eliyle körükleyen bir toplumsal düzen oluşturduk… Bravo bize!.. Test kitlerinin tükendiğinin ancak testler durunca anlaşılabilmesi bu ülkedeki kim kime dum duma havalarının bir başka hazin yansımasıdır… Test kitlerinin suyunu çekmesinin sorumlularını araştıracağını açıklayan Sağlık Bakanı Dr. Ali Pilli de bizi hem güldürdü, hem de ağlattı… Devlet Laboratuvarı hizmet şeması ile personel kadrosuna bak, sorumlular “şıp” diye ortaya çıkar sayın bakan… Yoğun bir araştırmaya hiç de gerek yok…
Olayın bir diğer ironik yanı ise laboratuvardaki test kitlerinin suyunu çekmiş olduğunu tespit edip kamuoyumuza ilk duyuranın Kalavaç’ın eski efsane muhtarı Ömer Meraklı’nın olması… Adı ile müsemma, meraklı Ömer bey kardeşimiz, bir laboratuvar çalışanından aldığı bilgiyi anında medyamız aracılığıyla halka duyurdu… Dehşet de ondan sonra patladı… Bu konuda esas bravo’yu hak eden de odur doğrusu…
Neyse; tavsiyemize gelelim: Bugünlerde sağlığımız adına yapabileceğimiz en iyi şey kurtlu böcekli gıdaları raflardan, tezgâhlardan özenle seçerek yemektir… Çünkü kurtçuklar ve böcecikler sağlıklarına bizden çok daha fazla duyarlı olduklarından zehirli gıdalara asla dokunmazlar!.
Laboratuvarın eski müdürü Emine Solyalı’nın, bu konuda adresime attığı görüşlerdir:
“Bu çok üzücü bir durum. Laboratuvarın aylık kit harcaması bilinir ve mevcut stokun ne zaman biteceği hesaplanır, ona göre ihaleye çıkılırdı… Sanırım beşeri ilaçlarda olduğu gibi kaynak sorununa takıldılar… Beni en çok üzen olay da, en çok denetimin yapıldığı benim müdürlüğüm döneminde basın için çok önemli olan GIDA GÜVENLİĞİ, benden sonra basın gündemlerinden düştü ve sorgulayan olmadı…. Üzerlerinde baskı ve denetim hissetmeyenlerden de ancak bu kadar işte!..”
***
YÜZER SANTRALLER KONUSU: Geçmişin TKP’den seçilen sol kökenli başarılı bakanlarındandı… Bugünün ise başarılı iş adamlarındandır: Hasan Özbaflı… Yüzer santraller konusundaki düşüncelerinin köşemde de yer almasını istedi… Benim de çeşitli yazımda gündemde tutmaya çalıştığım bu konu hakkında, Özbaflı’nın sağlam görüş ve önerileri var… Teşekkürlerimle sunuyorum:
“Ülkemizin enerji sorunlarının çözümü için meslek icabı uzun süredir çalışmalar yapıyorum. Bu amaçla yaptığım araştırmaların sonucu olarak yüzer santrallerin bize son derece yararlı olacağını anladım ve bu çağdaş hizmeti ülkemize getirmek için dünyanın en büyük enerji filosuna sahip Türk KARPOWERSHIP firması ile temasa geçtim. Konu ile ilgili gelişmeler aşağıdaki gibidir:
Firma ihtiyaç olması halinde ülkemize hizmet vermeyi kabul etmiştir… Bu hizmet herhangi bir sahilde demirleyip şebekemize elektrik aktarma şeklinde olacaktır. 2- Verilecek enerji miktarı Hükümetimiz tarafından belirlenecektir. 3- Bu amaçla açılacak ihaleyi Karpowership kazandığı takdirde, belirlenecek bir süre için firmanın yüzer santralleri yedek güç olarak ihtiyaç olan enerjiyi sağlayacaktır. 4- Hedef şu andaki fiyatların çok altında enerji temin etmektir. 5- Dünya genelinde birçok ülkenin enerjisini veren KARPOWERSHIP’in KIB- TEK’i satın alma amacı yoktur. 6- Anılan işbirliği teklifi bizim tarafımızdan Hükümetimize yapılmıştır, ancak şu ana kadar herhangi bir anlaşma yapılmamıştır. 7- Hükümetle görüşmeler yetkili temsilci olarak benim tarafımdan yürütülmektedir. KIB TEK’in belli bir yüzdesinin devri konusu hiç gündeme gelmemiştir. 8- Sendikacı Dostlarımız gerçekten KIB TEK’i kurtarmak istiyorsa, kendi yatırımlarını başarana kadar KARPOWERSIP’e dostça yaklaşmaları gerekir. Bu sayede hem Halkımız daha ucuz ve sürekli enerjiye kavuşacak, hem de Güney’e muhtaç olmaktan kurtulacağız. ÖNEMLİ NOT: KARPOWERSHIP’in opsiyonu sonsuz değildir…”
Yorumlar kapalı.
ZİHNİ TÜRKSEL EFSANEDİR, EFSANELER ÖLMEZ: Oldu mu şef, oldu mu şimdi bu yaptığın?.. Hem de görev başındayken, bizden uzak Diyarbakır ellerinde bize bu veda, nasıl bir şakadır bu böyle?.. Hep şakacıydın, ama olmadı be Zihni Türksel Hocam, hiç, ama hiç olmadı bu son şakan… Otantik Kıbrıs mutfağını da, o mutfakta eğittiğin öğrencilerini de öksüz bırakıp gittin birden bire… Hem de çok erken, çok zamansız… “Gastronomi” dendi mi uluslararası tanıtımlarda emektar ve özverili yıldızımızdın… Dıştan gelen konuklarımızı bizim öz mutfakla tanıştırmak adına ille de senin Bohçalyan’ın yolunu tutardık… Ne güzel, ne samimi karşılamalar ve ne ikramlardı onlar öyle… Tuzlusuyla, tatlısıyla, acısıyla Kıbrıs lezzetleri… Bütünüyle Kıbrıs aromalı… Ve Kıbrıs şaraplarının eşliğinde… Senin, sana özgü esprilerinin de eşliğinde tabi iki… Duvarlarında sesinin yankılandığı, tatlarının dolaştığı Bohçalyan da, seninle birlikte efsaneleşmiştir..
Son görüşmemiz Tunus’a gitmenden, oradaki gastronomi fuarına eşsiz lezzetlerimizi taşımandan önceydi… Sohbetimizi gazetedeki köşeme de yansıtmıştım hani… Bu işin zorluklarından, maddi destek de bulamayışından yakındın ve artık her şeyi bırakacağını, Bohçalyan’a da kilit vuracağını söylemiştin… Son nefesine dek bu ülke görevini bırakamayacağını, yaratılışının buna uygun olmadığını söylemiştim ben de sana… Son nefesinin bu kadar yakın olduğunu nereden bilecektim ki!… Anıların, göğsünün artık dar geldiği sayısız başarı madalyaların, o en güzel insan tarafların kültürümüze bıraktığın unutulmaz mirastır… “Kıbrıs otantik gastronomisi” denildiğinde adın mutlaka bu deyişin içinde çınlayacaktır… Sen bir görev şehidisin can arkadaş… Ülken için, ülken adına uğraş verirken, son nefesini de verdin… Tıpkı sana o gün dediğim gibi… Sahnede ölen bir sanatçıdan farksızsın… Ruhun şad, mekânın cennet olsun Zihni Türksel şefimiz… Gönüllerimizin sevgili şefi…
***
STATÜKOCULUK EN KÖKLÜ AKIM: Erhan Arıklı Bakanımız; “Yerel yönetimler için başlattığımız çalışmaları kamu reformuyla taçlandıracağız…” diyor… Bu kadar rahat nasıl konuşabiliyor?.. Durumlar net biçimde işte ortada… Yerel yönetimler reformu hele bir tamamlanabilsin de, yeni taçlandırmalar ondan sonra düşünülsün diyorum… Boylu boyunca batağa gömülmüş müflis belediyeler bile kapanmama kavgasında… Kökleşen statüko bu garip ülkede hiçbir reforma tahammül edemiyor… Hele kamu reformu gündeme getirilsin, tüm memur sendikaları ülkenin altını üstüne getirecekler… Bunu söylemek için kâhin olmaya gerek yok… Kökten değişime çok muhtaç olan bu ülkedeki statükoculuk ve uzlaşmazlık kültürü bizi göz göre göre uçuruma götürüyor… “Demokraside çareler tükenmez” umudu da bizler için geçersiz… Bu ülkede var olan demokrasi değil, anarşidir… Görülmemiş ölçüde bencillik, zümrecilik ve partizanlıktır… Sadece kendi çıkarını ve zümresel varlığını düşünen kitlelerle hiçbir yere varılamaz… Ve bu kitleler çocuklarının ve de torunlarının geleceğini de mahvediyorlar… Toplumsal esenlik ve mutlu gelecek için uzlaşabilmenin yolları aranacağına hep isyanların, tepkilerin oynandığı berbat bir sahneye dönüştük…
***
DEVLET ANA: Çoğu müflis durumda 28 belediye aynen sürdürülebilir, ama KKTC’nin 27 dış temsilciliği sürdürülemez!.. Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası bildirisine göre yurt dışındaki 27 tane KKTC temsilciliği gereksiz… Bunların kapatılmasından oluşacak kaynakla 22 tane okul yapılabilirmiş ülkeye…
İnce hesaba bakınız siz!.. KKTC, hepimize analık yapan bir devlettir, devlet anamızdır; beğenseler de beğenmeseler de; isteseler de istemeseler de… Bu mantığı savunanların da anasıdır… Devletin de yurt dışı temsilcilikleri olur… Dış temsilcilikleri olmayan devlet yoktur… Temsilcilikler olmazsa, yurt dışı diplomatik, kültürel ve ticari temaslarda bizi o ülkeden öteki ülkeye uçan gönüllü öğretmenler mi temsil edecekler?..
Mesele yeni okullar yapmaksa, peki ellerinin altında banka, aidatlardan ve dış yardımlardan kaynaklanan ciddi parasal olanaklar da bulunan öğretmen sendikalarımız neden bir tek okul bile yapıp eğitimimize armağan etmezler?.. Okul inşası için ille de devletin başka kurumları mı kapatılmalı?..
Bir de şu var: Mevcut okullarımızı kullanabilme becerimiz ne kadar?.. Bu okullarda tam gün eğitime bile geçilemiyor… Eylemler ve grevlerle sık sık okullar kapatılıyor… Günsel Ailesi’nin Girne’de eğitimimize armağan ettiği tam donanımlı okulun hizmete açılışı bile aylardır yapılamadı…
***
TASARRUF BİLİNCİ DE YOK EDİLİYOR: Birkaç gün önce bir banka veznesinde tanık olduğumdur: Aydın olduğu duruşundan belli orta yaşlı kadın, vadeli hesabının defterini güncelledikten sonra o defteri vezneye doğru geri itip şöyle konuştu: “Enflasyon yüzde en az 60, bankanızın parama verdiği faize bakın. Yine indirim… Bir yandan zamlarla paranın değeri boyuna düşürülür, bir yandan da birikimlerimizin kirası adilce ödenmez… Param bankada eriyeceğine sayınız hepsini avucuma… Gider harcarım daha iyi…”
Yani tespitim o ki, insanlarımızın geleneksel tasarruf bilinci de yok ediliyor… Dövize endeksli ilk mevduat faizleri geçen hafta sonunda Türkiye’de tasarruf sahiplerine ödendi… TL para biriminin geçerli olduğu bizde ise, durum eski hamam, eski tas… Hani dövize endeksli faiz uygulaması KKTC’de de geçerli olacaktı?..
***
HİÇ BİTMEYEN O ENOSİS RÜYASI: Mart, önemli tarihi olayların yıl dönümleriyle yüklü bir ay… Osmanlı İmparatorluğu’na karşı başlatılan ve bağımsızlıkla sonuçlanan 1821 Yunan İhtilali’nin 100’ncü yıldönümünde Kıbrıs’ta Rum Ortodoks Kilisesi’nin girişimiyle 25 Mart 1921’de, Rum halkının tümünü oluşturan milli kurumlar adanın Yunanistan’la birleştirilmesi anlamına gelen ENOSİS kararını almışlar ve İngiliz sömürge yönetiminin karşısına bu kararla çıkmışlardı… Bu olayın tarihsel önemini kurumsallaştırmış olan Rumlar, 25 Mart Cuma günü, yine Yunan bayrakları altındaki kutlamalarını ihmal etmediler… Şoven nitelikli yığınla bildiri ise her yandan yağmur gibi yağdı…
25 Mart 1921’den sonra Rumların ENOSİS mücadelesinin aşamadan aşamaya girerek ve gittikçe şiddetlenerek sürdüğü bilinendir…
1950’de yine Ortodoks Kilisesi’nin ve ilk Rum siyasal partisi AKEL’in girişimiyle 1921 kararı, bir başka ENOSİS plebisitiyle güncellenmiş ve güçlendirilmiştir… 1963’de ENOSİS’çi Akritas Planı’yla Türk – Rum ortaklık cumhuriyeti yıkılmış ve ENOSİS mücadelesi yeni boyutlara taşınmıştır… 1967’de Rum Temsilciler Meclisi’nde oybirliğiyle alınan ENOSİS kararı ise, halen kaldırılmadı ve aynen korunmaktadır… O kararın altında, kurultaylarında da ENOSİS kararları olan Rum Komünist Partisi AKEL’in de imzası var…
Yorumlar kapalı.
NE OLACAK BU MEMLEKETİN HALİ? Bu minik öykü “Herkes”, “Birisi”, “Herhangi biri” ve “Hiç biri” arasında geçer… Ülkenin dört öznesi… Yapılması gereken önemli bir iş vardır… Önemli ama sıradan ve basit bir iş… Kolayca başarılabilir cinsten… “Herkes”, “Birisi”nin bu işi yapabileceğini bilirdi ve bunun yapılmasını “Birisi”nden bekledi… “Birisi” o işi yapmadı… Gerçi “Herhangi biri” de yapabilirdi bu işi… Ama o da yapmadı… “Hiç biri” tarafından bu işin yapılmamasına “Birisi” çok kızmakla yetindi… Ve “Herkes” “Birisi”nin bile çıkıp bu işi yapmamasından ve sadece kızmakla yetinmesinden dolayı şikâyetçi oldu… “Ne olacak kardeşim bu memleketin hali?” diye söylendi “Herkes…” (İlham: Prof. Dr. Mehmet Ali Körpınar’dan)
***
BEKLENEN BUDUR SAYIN BAŞBAKAN: Başbakan Faiz Sucuoğlu, hükümetin güvenoyu almasının ardından marketlere denetime gideceğini söyleyerek, “Cezaysa ceza, kapatmaysa kapatma” dedi… Başbakan’ın baskınlarından önce çarşıda bir çekidüzen görmek isteriz… Ama yine de altını çizmem gerekir ki, fiyat denetiminin en etkin yolu ürünlerin üzerine mutlaka mal oluş ve satış fiyatlarının yazılmasıdır… Değil Başbakan, sıradan vatandaş bile denetimini oradan yapabilir…
***
KIDEMLİ UZMANIN GÖRÜŞÜ: Çarşı denetiminin uzmanı, emekli bürokrat Ezel Ertuğrul’un işte bu bağlamdaki mektubudur:
“Eskiden Mal ve Hizmetler Düzenleme Denetim Yasası’na göre birçok mal denetime tabi idi. Şimdi de bunun değiştiğini tahmin etmiyorum. Burada birçok malın ithalatçı, toptancı ve perakendeci kâr marjları bellidir… Denetime tabi olmayan mal ve hizmetler de istendiği takdirde denetime tabi ilan edilebilir. Ticaret Dairesi memurları yüksek fiyattan satılan malları tespit ettikleri takdirde, ilgi ithalatçıdan evrakları talep edebilir ve maliyetlerini yaparak fahiş fiyattan satış yapan şirketler cezalandırılabilir. Hatta gazetelere ilan verilerek teşhir de edilebilirler. İstenen mallarda narh ilan edilerek bunların azami satış fiyatları da belirlenebilir. Örneğin şeker, yumurta, yağ, un, piliç ve saire gibi… Özetlersek, niyet olduğu takdirde fiyatları denetlemek için her türlü yasa vardır… Zamanında o yasalar geçirilmiştir… Yeter ki niyet ve istek olsun…”
***
HÜKÜMET VE BAKANLIKLAR: Hükümetin üyelerini isim isim açıkladıktan sonra “Bu kabine 5 yıl sürecek bir kabine değil..” derken Başbakan Faiz Sucuoğlu bakanlık konusunda hararetli beklentilerin bulunduğunu doğrulamış oldu… Onlara “sakin olun ve bekleyin” telkini… “Bakanlık”, her milletvekilinin gönlündeki sarsılmaz ihtirastır… Da şu var: Uzun ömürlü istikrarlı hükümet arzulanırken bakanlıkların da teker teker uzun ömürlü ve istikrarlı olması gerekmez mi?…
***
TUHAF İŞLER: Maliyemizin yeni bakanı Sunat Atun, ekranlarda herkesin gözü önünde “Sosyal Sigorta maaşları ödenecek mi?” diye soran gazeteciye “Sorun yok, ödenecek” yanıtını verince, internette ve sosyal medyada ona demediklerini bırakmayanlara tanık olduk… Maaşların ödenmesi zaten çok doğalmış da, bu konuda açıklama yapmanın ne gereği varmış bağlamında… Gazeteci sordu, o da yanıtladı… Atun’u bu konuda hedef tahtasına koyanlar onun o soru üzerine ne demesini, ne yapmasını beklerlerdi yani?.. Böylesi tuhaf işlerle uğraşmak abesle iştigaldir…
O ünlü gazeteci öyküsünü şimdi anımsamamak mümkün mü?.. Papa küçük ve mazbut bir ülkeyi ziyaretinde, havaalanındaki basın toplantısında, bir gazetecinin “Ne düşünüyorsunuz bu ülkenin genelevleri hakkında?” sorusuyla karşı karşıya kalır… Hayretle; “Bu mazbut ülkede genelev mi var?” diye karşı sorusunu sorar. Ertesi gün o gazetecinin yayın organının çektiği manşet şöyledir: “Papa ülkemize ayak basar basmaz genelevimiz olup olmadığını sordu…”
***
GÖKÇEOĞLU’NUN ARKASINDAN: O güzel atlar, güzel insanlarımızı cennete taşımaktan artık yorgun… Dur durak bilmeyen bu yaprak dökümünde, Kıbrıs Türk kültürünün araştırıcı, yaratıcı ve paylaşımcı değerlerinden, eğitimci ve halk bilimci Mustafa Gökçeoğlu’nu da yitirdik ve çok sevdiği vatanın toprağına verdik onu geçen hafta… Kıbrıslı Türk sözcüklerinin, deyimlerinin ve manilerinin efendisiydi… Gencecik oğlunu yitirmesinden sonra daha da duygusallaşan bir duygu ve gönül adamı idi.. “Gönyeli’nin Dede Korkut’u” diyenler de vardı ona… Folklörümüzden önemli bir meşale eksildi… Ama sönmeyecek ışığını yadigâr bırakan bir meşale… Toplumsal belleğimize dair çalışmaları, öğretici sohbetleri ve satır satır üretip miras bıraktığı bilgi yüklü belgesel eserleriyle her zaman saygı ve şükranla anılacaktır… Her daim öğretmen olarak kaldı, hep öğretici oldu, tevazuu herkeste saygı yarattı… Tek başına Gönyeli’nin tarihsel anıtı gibi dururdu… Ben ona “Gönyeli’nin filozofu” derdim… Gökçeoğlu Ailesi’nin, Gönyeli’nin ve tüm Kıbrıs Türk halkının başı sağ olsun.. Gökçeoğlu hocamız nurlar içinde ve görevini hakkıyla yapmış insanların huzuruyla uyusun… Ülkesine, otantik köyüne ve halkına borcunu fazlasıyla ödedi…
***
GATES’İN SOĞUK KEHANETİ: Dünyayı ve insanlığı kendince dizayn etmeyi üstüne görev sayanlardan trilyoner Bill Gates, Korona’dan artık kurtulabilmenin düşlerini kurmakta olan insanlığın karşısına geçerek dünyayı yeni ölümcül virütik salgınların beklediğini söyledi… Bu felaket tellallığını yorumlayanlar Bill Gates’in kapkaranlık ufuktaki yeni virüsleri nereden görebildiğini konuşmakta… Nasıl göremesin ki?.. Her şeyin mucidi oldukları gibi onlar, insanlığı ve global ekonomiyi şekillendiren virüslerin de mucididirler… Bilim kurgu filmlerinin kahramanlarına taş çıkartan karmaşık figürler…
Yorumlar kapalı.
DR. BEHİÇ’İN VE EŞİNİN TRAJİK ÖYKÜSÜ: İttihat ve Terakki ekolünün Kıbrıs’taki uzantısı olan milliyetçi yurtsever Dr. Behiç’in bir komployla idam sehpasına götürülmesi Kıbrıs Türk halkının tarihinde nice söylencenin konusu olan bir trajedidir… İngiliz Sömürge Yönetimi döneminde, Anadolu’da kurtuluş savaşı verilirken ve Dr. Behiç Kıbrıs’ın bağımsızlığına koşan Anadolu’nun bir parçası olduğunu yiğitçe savunurken gerçekleşmişti o trajedi… Çevresinde aydın Kıbrıslı Türkleri de örgütleyen Dr. Behiç ile eşi Fatma Hanım’ın korkunç bir senaryonun girdaplarına atılan trajik sonları araştırılırken Kıbrıs Türkü’nün bu adadaki varoluş mücadelesinin karanlıkta kalan ayrıntıları da yaprak yaprak ortaya çıkar…
Merhum Mustafa Doğrusöz, Dr. Behiç’in hazin öyküsünün peşine düşen, onun hayattaki son aile bireylerini de bularak konuşan gazeteci arkadaşımızdır… O hazin öyküye dair derlediklerinin bazı bölümlerini de KIBRIS gazetesindeki çok okunan köşesinde yayımlamıştı… En büyük ukdesi derlediklerini bir kitap formatında yayımlamaktı… Onu ölüme götüren hastalığının ilk dönemlerinde Doğrusöz’e neden kitabını halâ yayımlamadığını sorduğumda kendine özgü o acı gülüşüyle şu yanıtı vermişti: “Artık kitap basabilmek kolay mı?.. 1000 tirajlı baskı için ufak bir servet gerekir…”
Şimdi memnuniyetle öğrendim ki Doğrusöz kitapla ilgili hazırladığı dosyayı ölümünden önce KKTC Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi’ne emanet etmiş, daire de en sonunda bu kitabı “Doktor Behiç’in Öyküsüne Dair” adı altında basıp okurların huzuruna getirmiş… Özel çabalarıyla toplumsal belleğimize kazandırdığı bu kitaptan dolayı Daire Müdürü, değerli dostum Ejdan Sadrazam’ı gönülden kutlarım… Kitabı okumak adına sabırsız bir beklentideyim… Sanırım benim beklentim içinde olan daha pek çok kişi var…
***
İKİ TARAFI KESEN BIÇAK: Aşırı pahalılıktan sebze ve meyvelerin taneyle satılır olması sadece tüketicinin sorunu değil… Durum, üreticiyi de, toptancıyı da, marketleri de düşündürmeli… Ceplerdeki yangını büyütüyorlar… Bu ürünleri satamayıp çöpe atacakları günler yakındır… Daha insaflı fiyatlara dönülmeli… Büyüyen bir gıda krizinin yaşandığı bu dünyada, milli servete de yazık… Bu aşırı fiyatlar, iki tarafı da, hem üreticiyi, hem de tüketiciyi kesen bir bıçak… Ürünleri kullanılmaz duruma getirip çöpe atmak, serbest piyasa ekonomisinin kurallarından değildir…
***
KORONA BERDEVAMDIR: Koronanın def edilmekte olduğuna dair pompalanan umutlara karşın ürperten ölümlü vakalar berdevamdır… Hem bizim ülkemizde, hem de tüm dünyada… Güney Kıbrıs’taki binlerce vaka dikkat çekicidir… Diyeceğim o ki, duyarlılık ve tedbirler elden bırakılmamalı… Menhus virüs, en iyi korunduğu düşünülen kişilere bile ulaşıyor… Rehavet ise çok tehlikeli…
***
TARZAN DA BEKLENİYOR: Güzel ülkemizin cazibesi Afrikalı nüfusu yoğun şekilde çekmekte berdevam… Siyahi nüfusumuzun sayısını bilen de yok… Tarzan Jane’ini ve Çita’sını da yanına alıp Afrika ormanlarından KKTC’ye geldiğinde durum ve tablo tamam olacak… Kriminal olaylara her gün damgasını vuran Afrikalılar bağlamındaki disiplini sağlayacak olan da galiba Tarzan’dan başkası değil!.. Gelsin de, Beşparmak koruluklarından “Aiaaaaaa!..” diye o meşhur çığlığını bir atsın hele…
***
YA HAYVANCIKLAR?: Ekonomik krizde, hayvan hakları da ayaklar altında… Kedi – köpek mamaları korkunç zamlandı… İnsanlar kendi boğazlarını mı, yoksa hayvanlarının boğazlarını mı düşünsün ikileminde… Çok üzücü durumlar gerçekten… Hayvan hakları bağlamında, kedi ve köpek mamalarındaki yüzde 18’lik KDV’nin gözden geçirilmesini bekleyenimiz çoktur…
Yorumlar kapalı.
HAYAT PAHALILIĞI TAHSİSATI VE ÇARŞI: Allah devlete zeval vermesin; yüzde 37.26’lık hayat pahalılığı tahsisatı her ayın ortasında ve sonunda ödenen devlet işçi maaşlarına eklendi… Darısı memur ve emeklilere… Bu hayat pahalılığı tahsisatını, yükselen fiyatların getirdiği enflasyon gerektirmiştir… Dilerim çarşımız bunu göz önünde bulundurur ve maaşların yükseldiği gerekçesiyle bir fiyat zammı furyasına daha gitmez, o çok iyi bilinen maaş artışı – fiyat artışı kısır döngüsü yine yaşanmaz… Zaten ertelendikçe ertelen devlet zamları, seçimden sonra önümüze yığılacak dağ misali…
Çarşının ve fiyatların denetimi, alım gücü yerlerde sürünen tüketici için çok önemli… Hayat pahalılığı tahsisatlarının maliyeye yükünü hafifletmek adına hükümet bunu da göz önünde bulundurmalı… Enflasyon ciddi bir fiyat kontrolünü gerektirir…
Osman Şan dostumuz diyor ki; “Piyasayı sterlin = 23 TL olarak kurgulamışlardı… Eğer sıkılmadan gene zam yaparlarsa gerçekten o zaman işin rengi değişir…”
Umarım işin rengini değiştirecek durumlara tanık olmayız bu çok sıkıntılı dönemde…
***
SALATALIĞIN FİYATI: Salatalığın, nam-ı diğer hıyarın fiyatı 26 TL’yi gördüğünde “bu kadarına da pes” diye yaptığımız eleştirilere “sera ürünüdür, pahalı olması budan dolayıdır ve normaldir” gerekçesini sunanlar vardı… Şimdilerde ise o ürünün fiyatı 10 TL’nin de altına düştü… Hayırdır, hıyarı bu mevsimde sera dışında üretmenin yöntemi mi bulundu?!.. Yoksa Güney Kıbrıs tüketicisini artık bu ürüne fazlasıyla doyurduk mu?.. Güney’den gelenler poşetler dolusu alıyorlardı… Herhalde turşusunu da kurmak için…
***
UMUTLANABİLİRİZ: Haftanın selamı sosyal medyaya düştüğü kısa notta, büyük harflerle “YAZA KADAR BU İŞ TAMAMDIR” diyen ve bu deyişi ile herkese “inşallah” dedirten, Klinik Şefi ve Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Mustafa Akansoy’a… O demişse bunu gerçekten umutlanabiliriz… Olayın tam ortasındaki uzman… Zaten sürü bağışıklığımıza da az kaldı… Her gün yüzlerce vaka!… Binlercemiz pozitiflik sınavından geçti..
***
KAZAKİSTAN OLAYLARI: Yılbaşından itibaren dünyayı da sarsan şiddet olayları yaşanmıştı… Eski Sovyet cumhuriyetlerinden ve Türki devletlerinden Kazakistan’daki bu olaylar şimdilerde yatışmış görünüyor… Ajans haberlerine bakılacak olursa düzeni sağlamak üzere Kazakistan’a çağrılan Rus askerleri de geri çekildi… Ama oralar haber kaynaklarının pek de sağlıklı çalışamadığı, haberlerin karartılabildiği bölgelerden… Rusya Sovyetler Birliği dağılırken yitirdiği toprakları tekrar egemenliği altına alma yönünde aşikâr operasyonlar düzenliyor… Ukrayna’dan sonra, Kazakistan… Moskova’nın hedefleri arasındaki Kazakistan Hazar Denizi kıyılarında, Türkiye’nin 4 katı yüzölçümüne sahip, 16 milyon nüfuslu, geleceği çok parlak petrol ve doğalgaz zengini bir ülke… İroniye bakınız ki, bu petrol ve doğalgaz zengini ülkede başlatılan isyanın görünürdeki gerekçesi, akaryakıt ve doğal gaz fiyatları idi!… Aslında Kazakistan’ı karıştıran da, uzlaştıran da Ruslardır… Üniformalı Rus askerleri çekilmiş görünse de Rusya’nın “Wagner” diye bilinen milis savaşçıları çoktan orada konuşlandırılmışlardır… Tahmin edilmesi zor olmayan bir amaç da Türk Birliği’nin kurulmasını engellemektir. Ancak kesintiye uğramış bu birlik öyle ya da böyle kurulacaktır. Buna inanmak isteriz… Temelleri atılan ve gelişmekte olan bir birliktir bu…
***
BİR BİTSE BU SEÇİM KAMPANYASI: Erken genel seçimin artık eşiğindeyiz… Pazar gün “Şimdi söz benimdir” diyen seçmenlerimiz sandığa gidecekler… Kaç gündür en amansız seçim kampanyalarından birinin içinde savruluyoruz… Birbirleriyle kıyasıya propaganda savaşı yapan siyasetçilerimiz etiğe özen gösterseler ve birbirlerine bel altından vurmasalar da, onların amigoluğuna soyunanların sosyal medyada kaynatmakta oldukları hiç de yenir yutulur cinsten değildir… Besbelli sahnedeki siyasetçilerin yapmamaya özen gösterdiklerini, onların gölgelerine sığınanlar yapıyorlar… Ve hiç de yapmıyorlar toplumsal barış adına…
***
VE BİZE YAKIŞTIRILAN O FIKRA: Çoğu dijital yayını gördüğümüzde “Kıbrıslı Türkler birbirlerine karşı neden bu kadar acımasız ve tahammülsüz?” diye düşünmeden edemiyoruz… Ve bize yakıştırılan o fıkrayı bir kez daha anımsıyoruz: Kıbrıslı Türkün biri hakkın rahmetine kavuşmuş. Günahları ağır basmış olacak ki, cehenneme düşmüş. Cehennemde, yanlarında ülke adı yazan kocaman birer kazan, her kazanın başında da birer zebani varmış. Ateş üstündeki kazanda kavrulup duranlardan kazara başını çıkarabilen olursa, zebani elindeki dev sopayla onu aşağıya itermiş. Bir tek, yanında “KKTC” yazan kazanın başında zebani durmuyormuş. Bizim adam kendi kazanına atılmadan önce zebanilerden birine sormuş: “O kazanın başında niye gözlemciniz yok?” Zebani demiş ki; “Sizin o taraflardan gelenleri kendi hallerine bırakıyoruz… Çünkü aralarından sivrilen olursa diğerleri onu hemen bacaklarından aşağı çekiyorlar…”
Bir bitse bu seçim kampanyası da kendimize gelebilsek…
***
ŞU ÇAMURLU PATATESLER: Mehmet Dağlıkoca’dan mesaj: “Ahmet Bey; 1993 -1998 Haspolat soğuk hava tesislerinin sorumlusu idim… Ülkenin tüm patatesini orada koruma altında tutuyorduk… Böylesine çamurlu – topraklı patatesi hiç görmedik… Şimdi yıl 2022… Tam 30 yıla yakın zaman geçti aradan… Yıllar geçtikçe her şey daha güzel olmalı… Yoksa yıllar ilerledikçe her şeyimiz geri mi gider?..”
***
ZÜBEYİR AĞAOĞLU: Ciddi hastalıklarla savaşıyordu kaç zamandır… Anılarını bir kitapta toplamıştı son deminde ve neler paylaşmamıştı ki o kendine özgü üslubuyla… Kitabının bulunduğu stantları merak ve ilgiyle izler, kimlerin aldığını araştırırdı… Beklediği oranda ilgi görmeyince “İnsanların üzerine ölü toprağı serildi… Her şeye alâkasız oldu bu insanlarımız be Tolgay” demişti bana… Renkli, samimi, öfkeli, duyarlı, kendine özgü ve kritik dönemlerimizde önemli görevler üstelenmiş, paha biçilmez anılar biriktirmiş donanımlı Erenköy direnişi gazisi arkadaşımız… Kronik muhalif… Her zaman alternatif görüşlerin üreticisi… Dudaklarımızdaki buruk tebessümle “Bir Zübeyir Ağaoğlu vardı” diyeceğiz artık… Boşluğunu, taşkın heyecanını yanı başımızdaki patlamaya hazır tepkilerini ve de renkli kişiliğinin eksikliğini duyumsayacağız… Mekânı cennet olsun… Ailesinin ve sevenlerinin başı sağ olsun…
Yorumlar kapalı.
MAZARET: Anastasiadis Rejimi mazeretini buldu: Larnaka’daki tarihi ve antik Cami-i Kebir’i yakan, orada barınmasına imam tarafından izin verilmeyen genç bir Suriyeli imiş!.. Yahu, saldırgan kişi ister Suriyeli, ister Patagonyalı, isterse Rum olsun… Dinsel mabetlerin saldırılara karşı korunmasından sorumlu olan hükümet değil mi?.. Güney Kıbrıs’ta ayakta kalabilen topu topu 6 tane cami var… Bunları her türlü saldırıya karşı korumak AB üyesi bir ülke için o kadar mı zor?..
Güney Kıbrıs’ta antik değerli tarihi Larnaka Büyük Camii’ne yapılan saldırı, her kimin tarafından gelmiş olursa olsun, Türk varlıklarına yönelen barbarlıklar zincirinin yeni halkasıdır… Bu barbarlık zincirine biteviye halkaların eklenmesi de hep berdevam olacaktır… Çünkü Güney Kıbrıs’ta bu barbarlık sürecini durduracak ne bir müeyyide var, ne de bir caydırıcılık… Türklere kast etmiş ya da Türk varlıklarına saldırmış ve hatta soykırımlar uygulamış, köyler – kasabalar yakmış bir tek Rum’un bile cezalandırıldığına tanık olabilen hiç kimse yok… Olmayacak da…
İşte Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün önemli bir nedeni de bu durumlarda aranmalı.. Kıbrıs Türk insanına ve toplumsal varlıklarına insanca bir gözle bakmayan otorite Rum tarafında hep iş başında olmuştur… Çünkü Rum siyasal iradesi her zaman böyle bir otoriteyi öngörür ve seçer… Böyle bir iradenin de Türklerle bu adada uzlaşmaya, paylaşıma ve insanca koşullarda yaşamaya zerre kadar meyli olamaz…
Hiç de göz ardı edilemez… Bizim taraftaki kiliselere karşı da ihmal var… Ne ki, bizim taraftaki kiliselere hiçbir ırkçı saldırı yapılmadı, yakılmadı, duvarlarına amaçlı edepsizlikler yazılmadı… Bu da onlardan farkımız…
***
BARDAĞIN DOLU TARAFI: Türkiye’nin Avrupa Birliği ülkelerine ihracatı, bu yılın 11 ayında 2020’nin aynı dönemine göre yüzde 34,3 artarak 78 milyar 557 milyon 731 bin dolara ulaştı… Bu arada çeşitli ürün taşımakta olan binlerce tırın Avrupa’ya çıkış kapılarında, çevresel sorunlar da yaratacak şekilde kilometrelerce uzanan kuyruklar oluşturduğuna ilişkin haberler var… Turizm sektöründen de sevindiren haberler var… Rezervasyonlarda belirgin yükseliş… İstanbul borsasının haberleri de iyimserlik yaratıyor… Bardağın dolu tarafına da bakmamızı uyaran bilgilerdir bunlar… Çekilmekte olan olağanüstü ekonomik sıkıntıların bedelinin milli esenlik olarak geri dönmesini ve bu dar boğazlardan erken zamanda çıkılmasını dileyelim…
***
PETROLDE PANİK VE GÜVENSİZLİK: Dilerim bundan sonra akaryakıt kuyruklarında çile doldurmayız… Kritik bir süreçten geçmekteyiz ve üretim adına, disiplinli yaşamak adına hepimizin zamanı çok değerli… Akaryakıt kuyrukları dahil, diğer kuyruklarda ve izdihamlarda yitirdiğimiz çok değerli zamanı hesapladığımızda, sorumluluk adına titriyoruz… İyi ve planlayıcı bir yönetim bu zaman kayıplarını asgariye indirebilir…
Benim son olarak bulunduğum kuyrukta Kuzeyli tüketiciden çok Güneyli tüketici vardı… Bu aşırı talep, yeni bir petrol sıkıntısının habercisi gibi… Çünkü bizim petrol tedarikçilerimiz Güney’in de ihtiyacını karşılayabilme olanağından yoksun… Güneyli tüketiciye petrol satışı yasaklanmasın, ama bu durumun akılcı önlemleri alınsın… Yeni çözümler bulununcaya ve istikrar sağlanıncaya dek, petrol satışını kotaya uyarlamak neden düşünülmesin?.. Herkese ihtiyacını karşılayabilecek ölçüde satış yapılsın mesela… Depoları ve hatta bidonları tümden doldurmak yerine 150 – 200 TL’lik akaryakıt satılabilir her tüketiciye… Yönetilmesi zorlaşan bu zor dönem aşılıncaya dek… Panikleyen ve güvenini yitiren tüketicilerin araba depolarının yanı sıra bidonlara ve çeşitli kaplara doldurdukları akaryakıt, büyük yangın tehlikesini de gündeme taşımaktadır… Aman dikkat!..
Yorumlar kapalı.
AŞI İHMALE GELMEZ: Kışın girişiyle birlikte menfur salgın almış başını giderken aşı karşıtlığı ve ihmalkârlığı kabul edilebilir bir durum değildir… Kış koşullarındaki Covid-19 şahlanışı karşısında aşıya ve tedbirlere karşı eylem koyanlara Avrupa’nın çeşitli ülkesinde sert uygulamalar ve radikal izolasyonlar getirilmeye başlandı… Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ki uluslararası literatürde “European Covit Human Rights, Grand Chambar” olarak anılır, 8 Nisan 2021 tarihinde hukukta emsal olabilecek bir karar vererek aşı zorunluluğunun demokratik bir toplumda mutlaka gerekli olduğu sonucuna vardı…
Aleni aşı karşıtlarına karşı böylesi bir kararı bizim yargı organımız da üretemez mi?.. Kendileri aşıyı reddettikleri yetmezmiş gibi, başkalarını da retçi olmaya çağıranlar var… Pes yani!.. Sorumsuzluk ve suçtur bu… Bilimsel açıklamalara ve verilere karşın aşıların yararından kuşku mu duyulur?.. Bu kuşkuyu bertaraf etmek çok kolay: Metabolizmanın antikor gücü aşıdan önce ve aşıdan sonra ölçülsün… Aşının kaçınılmaz gerekliliği laboratuvar raporundadır!.. Ha bir de hastanelerin yoğun bakım servislerine bakılsın… Oralarda yaşam savaşı verenlerin yüzde 80’nin aşısız olduğu istatistiklerle sabittir…
***
TURİZMDE CANLANMA: Dünya genelinde aşılama arttıkça, sınırlar tekrar açılıyor. Turizm hareketi canlanıyor… TL’nin döviz karşısında ucuzlamasını fırsata dönüştürme becerisini gösterebilecek miyiz?.. Devalüasyon turizmine kapılarımızı ardına dek açabilecek miyiz?.. Türkiye ve tabii ki KKTC dövizleriyle dünyayı dolaşan turistleri kendi ucuzluk cenneti turistik cazibe merkezlerine çekebilmelidirler… Bu arada National Geographic editörleri, gelecek yıl ziyaret etmek için Dünya’nın 25 en heyecan verici yerini seçti. Doğa, macera, sürdürülebilirlik, kültür ve tarih ve aile olmak üzere beş kategoriye ayrılan yerlerin her biri unutulmaz yolculuklara davet ediyor. Bu yılki listede, Türkiye’den de bir yer var: Antalya ile Muğla arasında yer alan antik Likya Yolu ve Uygarlıkları, eşsiz doğa güzellikleri ve zengin tarihi ile “aile kategorisinde öne çıktı. Natinonal Geographic, gezginlere ayrıca Yörüklerle birlikte vakit geçirmelerini de tavsiye etti.
***
FAİZ: Ne demişti Başbakanlığa gelir gelmez ayağının tozuyla Faiz Sucuoğlu?.. “Hedefimiz vatandaşın cebindeki 3 lirayı beş lira yapmaktır…” Oysa kaderin cilvesine bakınız: Vatandaşın cebindeki 3 lira şimdilerde 1 liraya düştü; Allah beterinden korsun!.. Neden mi bu durumlar?.. Hep politik faiz yüzünden!… Sanırım Faiz Bey o kadar üzüntülü ki, “Faiz” olan adını bile değiştirmeyi düşünür şimdi… Yine de bizim duruşumuz “Bağrımız yanıktır su ver Sucuoğlu” modunda olsun… “Gün doğmadan neler doğar” derdi eskiler… Doğacak yeni günleri bekleyelim hele…
***
TL’NİN CANINA OKUYAN UYGULAMA: Yapay olarak yaratılan enflasyonun çok altında TL mevduat faizi sürdürülebilir bir durum değildir… Bankacılık sistemine ters düşen bir uygulama… Enflasyonun çok altındaki bir faiz oranıyla TL mevduatı banka hesaplarında durur mu?.. Ya harcanır, ya da “zararın neresinden dönülse kârdır” mantığıyla dövize yatırılır… Darbe üstüne darbe yiyip endişe ve güvensizliğe gömülen TL mevduat sahipleri enflasyonun çok altındaki faizlerde parasını bankada tutacak, ya da o parayı dövize transfer etmeyecek kadar akılsız mıdır?.. Milli para TL’yi dövize karşı koruyan o eski yasaları gelin de anımsamayın şimdi… “Türk Lirasını Koruma Kanunu” çok meşhurdu…
Yorumlar kapalı.
AŞI DURUMUMUZ İÇ AÇICI DEĞİL: Aşı, ölümcül salgına karşı tek sığınağımızdır… Bugünün dünyasında hâlâ aşıya ulaşamamış ülkeler ve halklar varken bizde çeşitli ülkenin üretimi, çeşitli aşı var… Ama aşıya olan ilgi, sorumsuzca öne sürülen şehir efsanelerinin olumsuz etkisiyle gittikçe düşmektedir… Aşılanma oranımız yüzde 55 dolayında… Oysa bilimin öngördüğü oran yüzde 85’dir…Keşke yüzde yüz olabilse…
50 bin adet Astra Zeneca aşısının son kullanım tarihleri yaklaştığı gerekçesiyle Güney Kıbrıs’a geri iade edileceğine ilişkin haberler ise olumsuz aşı durumlarımıza tuz biber ekti…
Bir kez daha anımsatmak isterim: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ki uluslararası literatürde “European Covit Human Rights, Grand Chambar” olarak anılır, 8 Nisan 2021 tarihinde hukukta emsal olabilecek bir karar vererek aşı zorunluluğunun demokratik bir toplumda mutlaka gerekli olduğu sonucuna vardı… Aleni aşı karşıtlarına karşı böylesi bir kararı bizim yargı organımız da üretemez mi?..
Kendileri aşıyı reddettikleri yetmezmiş gibi, başkalarını da retçi olmaya çağıranlar var… Pes yani!.. Sorumsuzluk ve suçtur bu… Bilimsel açıklamalara ve verilere karşın aşıların yararından halâ kuşku mu duyulur?.. Bu kuşkuyu bertaraf etmek çok kolaydır aslında: Metabolizmanın antikor gücü aşıdan önce ve aşıdan sonra ölçülsün… Aşının kaçınılmaz gerekliliği alınacak laboratuvar raporundadır!..
***
MESLEKİ EĞİTİM: Geçen hafta düzenledikleri basın toplantısına tanık olduk… Tıpkı Kıbrıs Türk Ticaret Odası yetkililerinden dinlediğimiz gibi, Sanayi Odası’nın yönetici yetkilileri de kalifiye eleman bulmaktaki sıkıntılara değinerek mesleki eğitime ülkemizde mutlaka önem verilmesi gerektiğine vurgu yaptılar… Mesleki okulları tercih edecek öğrencilere bazı ayrıcalıkların tanınması fikrine de sıcak bakıyorlar…
Ama salt temenni etmekle olmuyor işte beklentilerimiz… Girişim de gerek… Mesela Sanayi Odası Ticaret Odası’yla el ele vererek modern bir meslek okulunun ülkemize kazandırılmasında sonuç getirici bir kampanya başlatabilir… Bu kampanyaya Bankalar Birliği de neden katılmasın?.. Her şey bu yoksul devletten beklenmemeli…
Kıbrıs Türk Sanayi Odası’nın 22 sektörü temsil eden 822 üyesi var… Sektörler de üretken, üyeler de… Ticaret Odası’nın üye sayısı ise çok daha fazla… Bankalar Birliği’nde temsil edilen bankaların sayısı 20’den fazladır… Böylesi güçlü bir potansiyel için hedefine koyacağı donanımlı bir meslek okulu binasına ulaşabilmek nedir ki?.. Hem de kısa süre içinde…
***
ANIT MEZARLARA DAİR AYIPLARIMIZ: Bir bankamızın personeli gitti Dr. Fazıl Küçük Anıt Mezarı’ndaki çöpleri topladı… Bu gönüllüğü gönülden kutlarım… Ama Anıt Mezar’ların bakımını ve idamesini arada bir baş gösteren gönüllüklere mi emanet etmeli?..
Geçen günlerde gündemin baş sıralarına yükselen Rauf Denktaş Anıt Mezarı sorunları konusunda da henüz çözümleyici etkin ve somut bir adım atılmış değil… Peki de nedir esas amaç?.. Denktaş ailesini liderin naşını oradan alıp aile mezarlığına taşımaya mı zorlamak?.. Cumhurbaşkanlığı Koordinasyon Toplantısında varılan mutabakata neden uyulmaz?.. Bu mutabakat, şehitliklerin bakım ve idamesinde olduğu gibi Anıt Mezarların da askere havale edilmesine ilişkindi… Evet; artık halkın da bilgisinde olan o mutabakata neden uyulmaz?.. O mutabakat neden araya özel koruma şirketleri sürülerek sulandırılmak istenir?..
Bu soruların yanıtını açık yürekle verebilecek siyasal iradeyi bekleriz…
***
ŞU FİYAT DENETİMSİZLİĞİ:Pahalılık ve fiyat anarşisi almış başını giderken, kimi yetkilinin ülkede serbest piyasa ekonomisi olduğunu öne sürmesi ve demetimi bu sistemden beklemesi, hiç de halkçı ve haklı bir yaklaşım değildir… Serbest piyasa ekonomisi başını almış gitmekte olan bu fiyat anarşisinde kendi kendini denetleyemiyor madem ki, var olan yasaları hiç zaman yitirmeden devreye koymalı… Duayen bürokrat ve iş adamı Yücel Dolmacı’dan aldığım şu mesaj da, yöneticilerin bu konuda hiç de çaresiz ve yetkisiz olmadığına vurgu yapıyor:
“Yürürlükte olan Mal ve Hizmetler Yasası Ticaret Dairesi’ne tam denetleme yetkisi verir. Bu yasal denetimi 1980’lerde bile biz tam başarıyla uygulardık. Her kazada denetim yapan memurlar vardı… Teleks veya faksla çarşımızdaki fiyatlar Mersin ve Güney Kıbrıs fiyatları ile mukayese edilir, gerekli önlemler çarşımızda her gün alınırdı…”
***
MUSTAFA ERBİLEN’İ ANMAK: 5 yıl önce 16 Eylül 2016’da çok sevilen ve sayılan, toplum hizmetkârı bir değerimizi yitirmiştik… O değerimiz, Dr. Mustafa Erbilen’di… Ona dair içten sevginin sıcaklığını aynen koruduğuna geçen haftaki vefa gösterilerinde tanık olduk… Sevgi, saygı ve şükranla anıldı Erbilen…
O, yaşam tarzıyla bir Kıbrıs Türk klasiği idi… Tepeden tırnağa insanlık sevgisiyle dopdolu tevazu anıtı… Politikanın bile bozamadığı erdemli kişilik… Onu hiçbirimizin, hiçbirimize anlatma gereği yok. Herkes onu tanır, sever ve sayardı. İçten bir kahkaha ve pırıltılı bir kimlik idi… Yaşamı boyunca, sevgi, iyilik ve kardeşlik saçtı büyüğe de, küçüğe de, yoksula da zengine de… Ve o da beklenmeyen bir anda bembeyaz atına binip dört nala çekip gitmişti sevenlerinin arasından, bu yalan dünyadan… Geride unutulmaz içten kahkahalarıyla güzelliklerini, hizmetlerini ve iyiliklerini bırakarak… Aramızdan ayrılmasıyla, insaniyet açısından, onsuz daha bir yoksullaşmıştık… Ama aradan yıllar geçerken unutulmamak, çok güzel bir şey… Işıklar içinde ve huzurla uyu Mustafa abimiz…
***
AYTEN KEMAL DENİZ: Toplumumuzun yakın tarihinde onurla yer almış, sosyal eğilimleri çok güçlü, rol model kadınlarımızdan birini daha yitirdik… O, kendini toplumuna ve ülkesine yaşamı boyunca adayan merhum milletvekili ve iş insanı Kemal Deniz’in eşidir… Ayten Hanımefendi, her başarılı erkeğin arkasında güçlü bir kadın olduğunu kanıtlamakla kalmadı… Başarılı evlatların arkasında da güçlü annelerin bulunduğunu bilfiil gösterdi… Cennet mekânı olsun… Deniz ve Tatar Aileleri ile onu yetiştiren toplumumuzun başı sağ olsun…
Yorumlar kapalı.
AKEL, ANASTASİADİS’TEN HESAP SORUYOR: Rum Lider Nikos Anastasiadis’in 1960 Anayasası’na dönüş konusundaki görüşüne en fazla karşı çıkan, kimilerimizin uzlaşmaya en yakın Rum siyasal partisi olarak gördüğü şu AKEL oldu… AKEL kurmayları yayınladıkları karşı görüşlerinde Anastasiadis’e kendine gelmesi telkininde bulunarak ince ayar verdiler… Eğer 1960 Anayasası’na dönülürse Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın veto yetkisine sahip bir Türk olacağını ve Rum Milli Muhafız Ordusu’nun da dağıtılarak yerine tekrar Türk ve Rum’lardan oluşan, başında da Türk komutanın bulunduğu ortak bir ordu kurulacağını, Savunma Bakanı’nın Türk olacağını Anastasiadis’in şahsında tüm Rum halkına anımsatan AKEL, Türkleri asimilasyoncu Rum ulusal devletine yamalamaktan başka bir amacın sahibi olmadığını bir kez daha kanıtlamış bulunuyor… 2004 referandumunda Annan Planı’nın reddinde de baş rol oynayan AKEL’in kararlılıkla izlemekte olduğu yolun ne olduğunu, ünlü AKEL Genel Sekreteri Ezekias Papayuannu’nun 1981 tarihli o iki maddelik genelgesi gözler önüne sermektedir… O iki maddelik genelgeyi şimdi bir kez daha anımsamakta ve AKEL’i Kıbrıs sorunu içindeki gerçek yerine oturtmakta yarar var ey dostlar:
“1. Kıbrıs sorununun bir savaş ve işgal sorunu olarak 1974’te başladığını içte ve dışta herkese kabul ettirmeliyiz.
2. Kültür, sanat, gelenek, tarih ve folklor gibi yöntemlerle adada ‘Kıbrıslı Türk’ ve hatta ‘Türk’ değil, bir ortak ‘Kıbrıslı’ kimliği olduğunu coğrafi ve kültürel – tarihi veriler üzerinden Türk toplumuna kabul ettirmeliyiz. Bunu başarırsak sorun kendiliğinden çözülür. Başaramazsak sonuç iyi olmaz.”
İstirhamım o ki, bu yazdıklarım okunurken AKEL’in 1951 ENOSİS plebisitindeki önemli aktivitesi ve parti kurultayları ile Rum Meclisi’ndeki ENOSİS kararları altındaki imzaları da göz önünde bulundurulsun…
***
YAPMAYIN SAYIN BAŞBAKAN: Başbakan Ersan Saner’in füzelenen pahalılık konusunda hükümetin ne gibi önlemler alacağını soranlara verdiği yanıt bu mu olmalıydı Allah aşkına?.. “Serbest piyasa ekonomisi var. Halkımız hangi ürünün nerede daha uygun fiyatta olduğunu biliyor.”
Çoğu kişinin yeterince ve istihza ile yorumladığı Ayşe Abla, Fatma Abla durumlarına hadi ben de girmeyim… Ama bu ülkede halkın çok iyi bildiği bir şey varsa, o da bu ülkede serbest piyasa ekonomisinin değil, serbest söğüşleme ekonomisinin yürürlükte olduğudur… Serbest piyasa ekonomisinde piyasayı denetleyen rekabet kuralları olur… Oysa ki, kendi aralarında örgütlenip tekelleşen ve piyasayı ele geçiren ticaret baronları, tam bir dayanışma içinde aleyhlerine oluşacak rekabeti de ortadan kaldırarak üreticileri de, tüketicileri de feci şekilde sömürmektedirler…
Sayın Başbakan’ın bunu anlayabilmesi için çevresindeki teorisyenlere kulak vermekten vazgeçip dar gelirli halkın derinliklerine dalması ve hatta bir ayı asgari ücret düzeyindeki bir maaşla geçirmeyi hele bir denemesi gerekir…
Tarımsal ürünler piyasasında fiyat yönünden de, rekabet yönünden de, sağlık yönünden de elzem olan Hal Yasası’nın 18 yıldır Meclis’in tozlu raflarında bekletilmesi ise bu süre içinde siyasal sorumluluk yüklenmiş tüm politikacıları ciddi şaibe altında bırakmaktadır…
***
ONUR K. BORMAN’DAN: Maliye eski bakanlarımızdan Onur Köprülü Borman’ın fiyat denetimi konusunda gönderdiği bu mesajın aracılığımla ilgili adreslere ulaşmasını dilerim:
“Çok yazık ve çok hazin. Liberal rejimin kuralları olduğunu ve ülkemizde bu konuda yasaların bulunduğunu Mal ve Hizmetler Denetim ve Düzenleme Yasası’nın mevcudiyetinden bile haberdar olmayanlar hükümeti yönetiyor!.. Halkı korumanın ve aşırı kârları önlemenin, haksız kazancı önlemenin, stokçuluğun istismarını önlemenin hükümetin yasal görevi olduğunu bilmeyenlerin hükümet etmeye çalışması ve görevinin farkında olmaması, sözün bittiği yerdeyiz… Liberalizmin ülkemizde yasalarla belirlenmiş kuralları ve sınırları vardır. Ve geçmişte bu yasa altında kurulmuş ekipler vardı. Onları da dağıttılar. Yasaları da uygulamazlar. Halkı kaderine bıraktılar.
Burası vahşi kapitalizmin uygulandığı bir ülke olamaz. Bugün vahşi kapitalizmin doğduğu ülkelerde bile serbestiyet yoktur. Liberal rejim ‘anarşi piyasası’ demek değildir. Denetim ve kurallar uygulanmaktadır. Rekabet kuralları uygulanmaktadır. Kalite ve fiyatta başta olmak üzere…
Başbakan bu görüşleri ile halka açıkça fiyat anarşisine katlanacaksınız demek istiyor. Çok yazık!..”
***
OĞUZ YORGANCIOĞLU’NU YİTİRDİK: Çok değerli bir eğitimci ve araştırmacı yazar olarak kültürümüze silinmez damgasını vurdu… Baf’ın Lemba köyünden gelen bir şehit çocuğudur… Erenköy gazilerindendi, Erenköy direnişini de bizzat içinde yaşayarak kitaplaştıranlardandı… Kendini adeta bu adadaki tarihimizin bilinmeyenlerini gün ışığına çıkarmaya adamıştı… Yoğun ve didik didik araştırmaları sonucunda Kıbrıs tarihinin labirentlerinden çıkarıp önümüze getirdiği bilgiler kendimize özgü tarih kitaplarına zengin içerik oluşturacak denli paha biçilmezdir… Onun özveriyle kaleme aldığı eserlerini okumadan Kıbrıs tarihine ve Kıbrıs Türkü’nün bu tarih içindeki etkin varlığının özelliklerine tanı koyabilmek mümkün değildir… İngiliz emperyalistlerinin savaş alanlarından ateş yağmuru altından toplayıp Kıbrıs’a esaret kamplarına getirdiği Çanakkale esirlerinin hamaset örtüsüne sarılmayan acı öykülerini, onlara kaçışlarında yardım eden Türkler kadar, ihanet eden Türklerin de olduğunu ben ilk kez Yorgancıoğlu ağabeyimizin derinlikli araştırmalarından öğrendim… Her şeye karşın erken bir ölüm… Yaşasaydı araştırmalarından kaynaklanan engin bilgilerini sunmaya devam edecek bir coşkunun sahibiydi… Ruhu şad, mekânı cennet olsun büyük eğitimci ve eşsiz araştırmacı Yorgancıoğlu ustamızın… Yorgancıoğlu ailesine, sevenlerine, yetiştirdiği öğrencilere ve onu bağrından çıkaran halkımıza başsağlığı dilerim…
Yorumlar kapalı.
EL SEN İÇİNDEKİ BÖLÜNME: 1/3 oranlı yeterli imzayı topladıkları halde sendikanın olağanüstü toplantısını gerçekleştiremediklerini halka açıklayan EL-SEN İnisiyatifi; “Kıbrıs Türk Elektrik Kurumu siyasi erk ve EL-SEN’deki çıkar odakları yüzünden can çekişir halde” uyarısında bulunuyor…
Demokrasi, yurt sevgisi ve hukuk varsa bu uyarı dikkate alınmalıdır… KIB TEK çalışanlarının kaderine de değinen EL SEN İnisiyatifi, aylardır çalışanların sosyal sigorta ve ihtiyat sandığı primlerinin yatırılmadığını da duyurdu…
Elektrik Kurumu çalışanlarının sendikası EL SEN bünyesindeki uyumsuzluk ve görüş ayrılıkları, sendikacılık hareketimiz içinde de yeni gelişmelerin habercisi oluyor… EL SEN İnisiyatifi’nin yayımladığı bildirinin içeriği önemli… Siyasetin ve çıkar odaklarının sendikalar içinde kol gezdiğinin vurgusu yapılıyor kamuoyu önünde… Hem de emekçiler tarafından…
***
HARUPA GÜZELLEME: İlgililerin harupla ilgili son açıklamaları bana göre önemli ve uyarıcı… Meyvesine, pekmezine ve tohumuna artan aşırı taleple “Kıbrıs’ın kara altını” olduğunu bir kez daha kanıtlayan harup, ne yazık ki gösterilen ilgisizlikten dolayı ülkemizde ciddi bir gerileme ve tükeniş süreci yaşıyor… Büyük talebe karşın, yıllık üretim 2 bin 800 tona düştü… Oysa tarihi kayıtlarda 1898 yılında adadan 24 bin ton harup ihraç edildiği, 1906-1907 dönemindeki harup ihracatından adanın 157 bin Kıbrıs Lirası gelir elde ettiği vurgulanıyor… O yılların para değerine göre bu yıllık kazanç harikulâde… Harup ihracatının geleneksel öneminin kıyılardaki onlarca eski harup ambarından görülebileceğini belirten uzmanlar dağı taşı harup ağaçlarıyla doldurmamız gerektiğinin mesajını veriyorlar…
Son yıllarda zeytin dikimine gösterilen ilgiden, harup dikimi de nasibini almalıdır… Harup, kurak iklimimizde suya da fazla ihtiyaç göstermeyen, ama en fazla zararlısı olan farelerden mutlaka korunması gereken otantik bir Kıbrıs zenginliğidir…
***
YUNANİSTAN’LA BİRLEŞMEK: Kimliği önemli değil, asıl önemli olan Kıbrıs’tan çağrılan o Kıbrıslı Rum’un Yunan Kabinesi’nde bakanlık görevine getirilmesi… Onlar Rum – Yunan birleşmesini çoktan gerçekleştirdiler, bizim içimizde halâ “Birleşik Kıbrıs” düşlerini kuranlar var… Farkında değiller ki, bu düşlerin sonu Yunanistan’la birleşmektir…
Bu arada 80 Km. uzaklıktaki Türkiye’den elektrik getirilmesine inanılmaz bir şiddetle karşı çıkanlarımız, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin yaklaşık 1000 Km. uzaklıktaki Mısır’la elektrik bağlantısı için mutabakat zaptı imzalamasına ne buyururlar?..
***
DERVİŞ ZAİM’E BİR ÖDÜL DAHA: Kıbrıslı Türk yönetmen Derviş Zaim’in ‘Flaşbellek‘ filmi, bu kez de ABD’nin New York eyaletinde düzenlenen ‘New York Indepedent Cinema Awards‘ festivalinden ‘En İyi Uluslararası Film‘ ödülünü alarak alnının akıyla çıktı… İçten kutlamalarımız Derviş Zaim’e… Suriye mülteci dramını irdeleyen savaş ve terör karşıtı “Flaşbellek”, daha önce de Arizona eyaletindeki 27. Sedona Film Festivali’nde ‘En İyi Uluslararası Film’ ödülüne layık görülmüştü… Önümüzdeki yıl gösterime girecek olan “Flaşbellek”i yeni festivaller ve yeni ödüller bekliyor… Umarım yabancı film dalında Oscar’a dek uzanır bu başarı zinciri… Çünkü filmle ilgili Amerikan algıları fevkalade…
***
DUAYEN EĞİTİMCİ ATİLLA ÇOLAKOĞLU’NUN MESAJI: Çok sayıda öğretmen ve idareci emekli oldu… Yeni öğretmen atamaları için Kamu Hizmeti Komisyonu münhal sınavları geçen hafta yapıldı. Atanmalar Ekim ortasını bulur…
Yıllardır her ne hikmetse bu öğretmen sınavları okulların açılmasına çok az bir süre kala yapılır. Komisyon bu sınavları niye yazın yapmaz? Okullar açılacak, bir sürü ders öğretmen eksikliği yüzünden boş geçecek… Özellikle bu eksiklik köy okullarında, Dipkarpaz, Lefke, Güzelyurt, İskele gibi merkeze uzak yerlerde hissedilecek.
Bir bitmeyen klasik uygulama da okulların tamirat, boya, ek bina ve saire gibi bir türlü yaz aylarında yapılmayan işleridir. İlla ki çocuklar toz toprak, içindeki ortamlarda ders yapacak ve teneffüse çıkacaklar…” (Teşekkürler Atilla Hocam)
Yorumlar kapalı.
ANASTASİADİS’İN SOFTA ŞAŞIRTMASI: İki devletli çözüm formülüyle birlikte Maraş açılımı da ivme kazanmaya başlayınca dengelerini iyiden iyiye yitiren ve yeni seçimde aday olmayacağını da duyurma gereğini duyan Rum Lider Nikos Anastasiadis bir yandan da softa şaşırtması oyunlarına girişmiş bulunuyor…Pasaportların iptali konusunda insan haklarına saygısızlığını ve anayasasına da ters düşme yanlışını sergileyen Anastasiadis şimdi ortaklık cumhuriyetini terk edip kaçanın Türkler olduğu algısını da yaratabilme hevesinde… O tutarsız demeç bolluğunun satır aralarına “Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki ortaklık haklarınıza ve cumhuriyetteki görevlerinize geri dönün” çağrısını sıkıştırıyor…
Kıbrıs Türkünü kurucu ortağı olduğu cumhuriyetten ENOSİS amaçlı Akritas Planı’nı uygulamaya koyarak kan revan içinde kovanların aklı, 58 yıl sonra ve bu 58 yıl içinde tüm olup bitenleri yok sayarak mı geldi başlarına?.. Tabii ki bu cılız çağrı da bir Bizans oyunundan başka bir şey değildir… Tarihi felaketten 58 yıl sonra zaman kaybına artık “dur” diyerek bu adadaki kaderini belirlemek için yeni bir hamleye girişen halkımızın haklı gayretlerine çomak sokamayacaklar… “Ortaklık Cumhuriyeti”ne dönüş martavalıyla yeni bir trajikomediyi yeniden yıllara yayarak sahneleyemeyecekler…
Anastasiadis Rejimi eğer gerçekten samimiyetini göstermek istiyorsa, zerresine şimdiye dek uymadıkları güven yaratıcı önlemler çerçevesinde önce Türk halkının anayasal gerçekliği olan yüzde 30’luk mali haklarını iade etsin, ta 1964 tarihini taşıyan BM ürünü Ortega Raporu’nda öngörülen savaş tazminatlarımızı ödesin, AB’den ve diğer uluslararası kurumlardan oluk misali almakta olduğu yardımların yüzde 30’unu Kıbrıs Türk halkına düzenli akıtacak hukuksal adil mekanizmayı oluştursun…
Bu arada içimizden kimileri de Anastasiadis’in bu softa şaşırtmasına sakın ha destek vererek tarih ve siyaset bilinçlerinin sıfırın altında olduğunu kanıtlamasınlar…
***
YAŞANMIŞLIKLARDAN: 1963 Kanlı Noel olayları 1964 yılına da kanlı ve dehşetengiz damgasını vurmayı sürdürürken, Rumlar bir yandan Türklere soykırım uygulamakta, bir yandan da onların dünyaya ortaklık cumhuriyetini terk edip devlete isyan ettikleri propagandasını pompalamaktaydılar… Türk milletvekillerinin de Temsilciler Meclisi’ndeki görevlerine gitmediklerinin altını ısrarla çizmekteydiler… O dönemdeki Meclis Başkan yardımcısı Dr. Orhan Müderrisoğlu ile milletvekilleri Ümit Süleyman Onan ve Ahmet Mithat Berberoğlu’ndan dinlediğim ve “Bozkurt” gazetesinde röportaj konusu yaptığım olay şudur:
“Henüz BM Barış Gücü Kıbrıs’a gönderilmemiştir… Barış Gücü görevini, Kıbrıs’ta üsleri bulunan garantör İngiliz askerleri yürütmektedir… Bu askerlerin eskortluğunda tüm Türk milletvekilleri Lefkoşa’nın Türk bölgesinde toplandık… İngiliz askerlerinin zırhlı bir aracına binerek Ledra Palace barikatından geçtik ve yakınlardaki Temsilciler Meclisi’ne gittik… Meclis Başkanı Glafkos Klerides kapıya çıkmıştı… Bizi karşılamak ve içeriye almak için orada durduğunu sanmıştık… Ama ona doğru yaklaştığımızda iki kolunu iki yana açarak girişi kapattıktan sonra soğuk bir sesle bize şöyle dedi: ‘Şu zırhlıya tekrar binip derhal burayı terk ediniz… Ben sizin güvenliğinizi burada sağlayamam.’ Geri dönmekten ve artık kendi meclisimizi oluşturmayı düşünmekten başka çaremiz kalmamıştı…”
Anastasiadis’e ve ona inananlara gitsin bu tarihi yaşanmışlık…
***
KISIR DÖNGÜ: Nakdi Varlıklara İlişkin Mali Düzenleme Hakkındaki Yasa Gücünde Kararname, yeni bir hükümet kararnamesiyle iptal edildi… Hazinesinin tam takır olduğu sır sayılmayan hükümet kaynak yaratabilme adına kararlar alır… Bunların arasında Türkiye’den para akışını sağlayacak olan öngörülmüş kararlar da vardır tabii ki… Muhalefet hemen çığlık çığlığa harekete geçince kaynak yaratabilme adına alınan kararlar ve atılan mali adımlar iptal edilir… İptal edilenler arasında kendi önerdiği önlemler de olan Ankara ne yapar?.. Koşullar ve taahhütler yerine getirilmediği için protokollerde vaat edilen parayı göndermez!… Bu kısır döngü böylece sürüp giderken, bütçedeki Ozon tabakası deliği de gittikçe büyür ve o dayanılmaz yakıcı ve hastalandırıcı ışınlara maruz kalınır… Bu gidişat nereye kadar?.. Tümden kül oluncaya kadar mı?..
***
PAHALILIK SALGINI: Türkiye kanallarındaki meyve stantlarını izlerken makul kilo fiyatlarına tanıklık ettiğimiz meyve türlerinin KKTC market raflarındaki astronomik fiyatlarıyla yüzleşirsek “çıldırmaya az kaldı” şarkısı bile halimizi anlatmaya muktedir olamaz… Meyve, sebze, gıda ve emtia fiyatlarını yazmaya yerim dardır… Diyeceğim şu ki, bizim bu ülkede sadece Korona salgını yok, ondan daha da korkuncu pahalılık salgını da var… Korona’yı denetleyip yönetebilsek de, fiyatları yönetip denetleyebilmek ne mümkün!.. Yasal hakları olan ilaçları devlet eczanelerinden sağlayamayanlarımızın ise eczanelerin önünden geçmeye korktukları bir süreçteyiz… Altın fiyatları dahi düşerken, ilaç fiyatları almış başını gider…
Tarihimizde görülmemiş düzeydeki bu hayat pahalılığına karşı hükümetin hiçbir önlem alamaması ve yıllardır tozlu raflarda gündeminde olan Hal Yasası’na karşın Meclisin asude bir tatilde olması açıklanabilme şansından tümüyle yoksun durumlarımızdır…
**
İLKER KAPTANOĞLU: Beklenmedik acı kaybı toplumun her kesiminde derin üzüntü yarattı… Kişiliği ve sanatıyla mensubu olduğu nesle idol olan, müziğin emektar ve yıldız üstatlarından değerli bir bireyimizdi… Artık o da aramızda yok… Covid 19 onu da içimizden söküp aldı çok zamansız… Özellikle saksafon, klarnet ve keman enstrümanlarını onun kadar başarılı kullanabilen sanatçılarımızın sayısı çok azdır… Anılarda efsaneleşen Lise ve Mücahit Bandolarının yıldızlarındandı… O, genç müzikçilerin yetişmesine de özveriyle katkı koyan, belleklerimizde çınlayan nice konsere kalitesiyle imzasını atan, besteleri ve düzenlemeleri de olan saygın ve başarılı bir sanatçı kimliğiyle anımsanacak. Beyefendi ve sakin yaratılışlı İlker Bey kardeşime Allah’tan rahmet, yaslı ailesine ve tüm sevenlerine başsağlığı ve sabırlar dilerim…
Yorumlar kapalı.
ENERJİ KRİZİNİN DERİNLİKLERİNE DOĞRU: Önemli ve ideal olan ülkenin enerji olayını bugünkü üzücü sarmala taşımamaktı… Zamanında alınması ihmal edilen önlemlerin bedeli ödeniyor şimdi… Dileyelim ki, daha ağır bedellerle karşı karşıya kalmayız… Yaygın elektrik kesintileri halkı bezdirdi… Durum hiç de parlak değildir… Sorunları kökten temizleyecek hamlelerin acilen yapılması gerekir… KIB-TEK santralinin 4 jeneratörü zaten arıza nedeniyle devre dışıdır kaç zamandır… 4 tıknefes jeneratörle idare edilmeye çalışılır durum… KIB-TEK’ten 3 aylık astronomik alacağı olan AKSA da 8 jeneratöründen dördünün arızalandığı gerekçesiyle günlük 110 megavatlık üretimini 65 megavata düşürdü… Enerji açığımızın kapatılabilmesi için Güney’den günde 20 megavat elektrik alındığı biliniyor… Ödenmeyen 100 milyonlarca liralık elektrik harcamasının ağır bedeli ülkenin ve halkın ka
Yorumlar kapalı.