Tarihe kaydolan olaylar ileriye doğru atılan adımlarda insanlara rehber olmalı… Nedeni de açıktır bunun: Yeni yanlışlar yapılmaması ve en doğru adımların atılabilmesi adına… Bu gerçeği önemsemeyenler ancak marazi takıntıları olanlardır…
Tarihsel süreçte “Mitera Ellada” sı ile kol kola yürümekte olan Rum komşularımızın bu akılcı gerçeği zerrece ırgalamadıklarının yığınla örneği vardır… Ki bugün 14 Ağustos itibarıyla, işte o örneklerden birinin daha yıldönümündeyiz…
50 yıl önce bugün, Cenevre’de günler boyu yürütülen barış görüşmelerinde, Türk tarafının tüm uzlaşmacı yaklaşımlarını geriye çeviren Rum – Yunan tarafı, Türkiye’yi Barış Harekâtı’nın ikinci bölümünü gerçekleştirmek zorunda bırakmıştı…
Türk tarafı “kalıcı barış” adına dudak uçuklatan ödünleri göze aldığı halde, o hastalıklı “ohi” sözcüğünden başka bir tepki gelmemişti Rum – Yunan tarafından…
Tek istedikleri, 20 Temmuz 1974 harekâtıyla Kıbrıs’a çıkan Türk askerinin adayı derhal terk etmesiydi…
Oysa yarattıkları o son derece kritik ve tehlikeli ortamda olasılığı var mıydı böylesi bir isteğin gerçekleşmesinin?..
****
Zamanın Dışişleri Bakanı Turan Güneş başkanlığındaki Türkiye heyetinin Kıbrıslı Türklerin adada birbirlerinden kopuk durumda kantonlarda yaşamasına olanak tanınmasına ilişkin önerisi bile reddedilmişti… Gelin de şaşırmayın!…
Kıbrıslı Türklerin lideri Rauf Denktaş anılarında o anlara dair der ki; “Kantonal sistem kartı masaya sürüldüğünde yüreğim ağzıma gelmişti. Ya kabul ederse karşı taraf bunu diye… Tekrar eski durumlara ve felaketlere sürüklenecektik…”
Ama Türk tarafının bu siyasal çözüm önerisini bile reddetmişti Rum – Yunan tarafı… İlle de Türk kuvvetleri son askerine dek çekilmeliydi Kıbrıs’tan onlara göre!..
Ve tabii ki Kıbrıs’ta da boş durmuyorlardı o sıralarda… Girne – Lefkoşa üçgeninde sıkışmış durumda olan Türk askeri birliklerinin çevresinde sürekli yığınak yapmakta ve akılları sıra bu birlikleri denize dökmenin hayaliyle uçmaktaydılar…
***
Bundan daha da kötüsü vardı… “Savaş suçları” bağlamında çok ağır cürümleri de ada genelinde pervasızca ve hunharca sergilemekteydiler… Rum – Yunan cellat timleri, savunmasız yüzlerce Türkü toplayıp onlara işkence yapmakta, kadınların ırzına geçmekte ve toplu infazlar yapmaktaydılar… Açıldıklarında dünyayı da dehşete düşüren toplu mezarlar birbirine eklenmekteydi…
İşte o utançla örülmüş unutulmaz zaman dilimi içinde Kıbrıslı Türklere neler yapıldığını Güney’deki “Politis” gazetesi “Cezalandırılmayan Cinayetler” başlığı altında 7 yıl önce Temmuz ayında tefrika etmişti… “Politis”in yazdıkları, Türk askeri güvencesi dışında kalan Türklerin akibettinin ne olacağını anlatmaya yeterdi… Politis”in o yazı dizisinde vurgulanan üç dehşet verici gerçek var ki, onları burada anımsatmadan geçemeyeceğim…
O gerçeklerden biri toplu kıyımları yapmakta olanların üçte birinin polis ve asker olmasıdır… İkincisi Türklere karşı bu suçları neden işledikleri kendilerine sorulduğunda “aldığımız emrin gereklerini yapıyoruz” demeleridir… Üçüncü acı gerçek ise, suçlar ve suçların failleri hem kanıtları ve hem de tanıklarıyla sabitlendiği halde, hiç kimsenin yargıda hesaba çekilmemiş olmasıdır…
Tarihin bu dehşetengiz tablosunu Kıbrıs’ta yaratan o üst akıl, Cenevre’deki görüşmelerde de uzlaşmazlığın daniskasına imza atmaktaydı…
***
1974’de, 13 Ağustos gecesinin ilerleyen saatlerinde artık uzlaşma umutları tümüyle yok olunca, Cenevre’den o çok ünlü şifreli mesaj gitti Ankara’ya: “Ayşe tatile çıkabilir…”
Ve 14 Ağustos’un şafağında Kıbrıs’ta iki etnik ve coğrafi bölgenin oluşmasını sağlayacak olan Türk askeri operasyonu başlar…
Bugün oldu, kanaat önderlerinin uyarıcı vurgularına karşın Rum – Yunan tarafı uzlaşıcı bir tavrı hâlâ içselleştiremiyor…
Burada fazilet sahibi bir Rum siyasetçiyi anmak isterim: Mitolojik bir havada bildiklerini okumakta inat edenleri, sağduyulu ve donanımlı Rum siyasetçi Nikos Rolandis defalarca gerçekleri görmeye çağırmıştı… Onları, adada kalıcı bir bölünmenin mimarlığını yapmakla suçladı… Ama dinleyen kim!..
Bugün oldu, kulağa küpe olması adına tarihin kaydettikleri zerrece ırgalanmıyor halâ Rum ve Yunan yetkililerince… Çok yazık…
Ahmet Tolgay
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı
Yorumlar kapalı.