Ahmet Tolgay

Bir hafıza yolculuğu






Kıbrıs Türkü, “dindar” olur, ama “dinci” olmaz… Buna hiç kimse kuşku duymamalı ve hiç kimse bu bağlamlarda yarattığı bulanık suda balık avına çıkmamalı…
Atatürk ilkelerini hiçbir baskıya ve yasaya gerek duymadan gönüllülük esasına uygun olarak ve hatta İngiliz Sömürge Yönetimi’nin ırkçı yasaklarına karşın içselleştirmiştir Kıbrıs Türkü… Halkımızı Türk kültüründen koparmak adına Rum Ortodoks Kilisesiyle işbirliği halinde Haçlı baskılar ve taktikler uygulayan bu yönetim, atalarımıza dağıttığı kimlik kartlarında bile “Türk” sıfatı yerine “Moslem” (Müslüman) sıfatını kullanırdı…
Dinle ilgili İngiliz taktikleri parçalayıcıydı. “Böl ve yönet”çiydi… Kıbrıs Türk halkı içinde tarikatları, mezhepleri, şeyhlikleri organize eden ceberrut bir yönetimdi Türk halkının başına çöken…
1950’li yıllara dek Kıbrıs Türk kadınlarının çoğunluğu kara çarşaflara ve peçelere bürünmüştü… Evlilik kurumunda kadın haklarını koruyan medeni nikâh yerine “imam nikâhı” uygulanmasını geçerli sayan İngiliz Yönetimi, uygar yasalardan “Moslem” diye sunduğu ve algıladığı Türk halkını dışlamaktaydı…
Mücadeleci halkımız, işte bu koşullar içinde Atatürk ilkelerinden bilgili olmuş ve bu ilkeleri toplumsal yaşam biçimine dönüştürmüştür… “Dinci” değil, ama “dindar” bir Türk halkı oluştu Kıbrıs’ta… “Türküm” demenin, Türk bayrağının ve Atatürk fotoğraflarının bile yasaklandığı o günlerin Kıbrıs’ında…
*
Daha İngiliz sömürge yönetimi adayı terk etmeden 1950’li yılların sonunda, başkanlığını Rauf Denktaş’ın yaptığı Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu’nun çatısı altında kurulan Gençlik Teşkilatı, ada çapında yıldırım hızındaki bir örgütlenme ile İngiliz mirası son dinci hurafeleri de sildi…   Celal Hordan, Türkiye’deki Milli Talebe Federasyonu’nun Başkan Yardımcısı olarak bilinirdi… Bu Gençlik Teşkilatı’nın başkanlığına getirilir… Onu Kıbrıs Türk Liderliğine takdim eden de Dr. Burhan Nalbantoğlu’dur… Hordan ile Nalbantoğlu’nun İstanbul’dan tanışmışlığı vardır…
Hordan’ın başkanlığında oluşan gençlik ekipleri ada genelindeki tüm Türk köylerini ve hatta karma köyleri yıldırım hızıyla ve konvoylar oluşturarak gezdi… Ekiptekiler örgütü yayarken, Türk kadınlarının üzerindeki kara çarşafları ve peçeleri de kaldırırlar…
O günlerin ortamında “Rum’dan Rum’a”, “Ermeni’den Ermeni’ye” ve hatta “İngiliz’den İngiliz’e” kampanyaları yürütülürken, bu Celal Hordan’ın gençlik ekipleri de gerektiğinde şiddete başvurarak “Türk’ten Türk’e” kampanyasını başlatırlar bu arada…
Bir süre sonra apar topar sırra kadem bastırılan Celal Hordan’ı tüm serüveniyle anlatmayacağım tabii ki… Bu konuda uzun yazılar yazmak ve bu gizemli adamın hakkındaki şehir efsanelerini sıralamak gerekir… Amacım, Kıbrıs Türk kadınının kara çarşaftan ve peçeden tümüyle arındırılmasının onun ünlü Gençlik Teşkilatı döneminde olduğunu anımsatmaktır…
*
Tam da o dönemde Nakşibendi tarikatının örgütlenmesini  girişen  Şeyh Nazım figürü etkin biçimde gündeme gelir…Köy köy ve cami cami gezen Şeyh Nazım sadece tarikatının propagandasını yapmakla kalmıyor, siyasete de giriyor ve hatta yerel bazı Türk liderlerini şeriat bağlamında dinsizlikle suçluyordu… Etkilediği kadınları örtünmeye teşvik ediyordu…
Laiklik ilkesine uyar mıydı bu yaptığı?.. Lider Dr. Fazıl Küçük etkisiyle Kıbrıs’tan uzaklaştırılan siyasal eğilimli Şeyh, adaya ancak yıllar sonra dönebilecekti…
*
Kıbrıs Türk halkı Atatürkçülüğün sırf dinle bağlantılı olduğu için sadece “laik”liğe odaklanmak demek olmadığının bilincine ta o günlerde varmıştı… Atatürkçülüğün tüm ilkelerine adanmış olmak demektir Atatürkçülük… Ki bunların başında Türk milliyetçiliğinin esasları, bağımsızlık ve bağlantısızlık, vatanın egemenlik bağlamında bölünmez bütünlüğü gelir…
Kaldı ki, eğer samimiyetle, gerçekten ve içtenlikle laik olanlar, uygulamalarında asla laik olmayan ve devlet okullarının tedrisat ve finansmanını Rum Ortodoks Kilisesi’ne gönüllülükle havale eden Rum kurumlarıyla tatlı iş birliğine ve onlarla siyasal işbirliği projelerine girişmezler…
Gerçekten laik olanlar, çocuklarını her sabah günlük öğretime haç altında öğrencilerine koro halinde İncil’den pasajlar okutarak başlayan Güney Kıbrıs okullarına göndermezler…
*
Hafıza-i beşeri malul olmayanlar anımsarlar mı şimdi bilmem… Ama ben herkese anımsatmış olayım bu vesileyle: Türkiye’de baş örtüsü tartışmalarının zirve yaptığı ve gündemin baş sıralarına oturduğu günlerde Kıbrıs’ta Annan Planı referandumu fırtınaları esmekteydi… Bülent Ecevit, DSP; CHP ve Türk Silahlı Kuvvetleri ekolüne karşı başörtüsünü savunan AKP’nin o günlerdeki politikası da Annan Planı’ndan yanaydı…
Başörtüsünü bahane ederek laikliği savunur görünen bugünkü ekolün kökleri ise o günlerde ne yapıyorlardı?..
Annan Planı’nı savunarak Rauf Denktaş karşıtlığını zirveye taşıyan AKP’nin başörtüsü mücadelesine “özgürlükler” adına destek veriyorlar ve hatta KTÖS lokalindeki Bülent Ecevit posterini kara bir törenle duvardan indiriyorlardı… Bununla da kalmıyor, nice kirli ve alçak kumpasla Türk Silahlı Kuvvetleri saflarında operasyonlar başlatan FETÖ zihniyetine “işgal” ve asker karşıtlıkları yüzünden alkış tutuyorlardı…
*
Gündemi sağlıklı biçimde değerlendirebilmenin önemli gereklerinden biri de hafızayı içeren tarih bilincidir efendim…
Başörtüsünü, amacından taşırarak, kantarın topuzunu da kaçırarak,  KKTC ve Türkiye karşıtlığının yeni bir açılımı olarak denemek isteyenler de var… Bu ayrıntıyı da görebilmek gerekir…
Tarih bilinciyle yaptığım bu anımsatmalardan dolayı beni okullarımızda başörtüsünü savunmakla suçlamaya kalkışacak olanların da alnını karışlarım… Demek istediğim şu ki, Toplumsal meselelerin çözümü “dün dündür, bugün de bugündür” eyyamcılığıyla mümkün değildir asla…
 

 

Bir hafıza yolculuğu
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.