Ahmet Tolgay

Bayramın nostaljik yazısı…






Kutlu ve mutlu olsun efendim… Ne kadar hızlı geçiyor zaman?.. Ramazan Bayramı’ndan sonra, bu yılın Kurban Bayramı’nı da idrak ediyoruz… İçinde bulunulan koşullar gerçekten de bize “nerede o eski bayramlar?” hayıflanmasını yaptıracak türden…
Bu hayıflanmanın sarmalında, nostaljik takılan satırlarıma geçelim şimdi dilerseniz…
***

Nelerimiz karışmadı ki tarihe!.. Gruplar oluşturarak adak yerlerinin gezilmesi Kıbrıs Türklerinin tarihe karışan geleneklerindendir. Aynı zamanda “Hacılar Bayramı” olarak da bilinen Kurban Bayramı’nda o gelenek yoğunlaşırdı.
Erken dönemli bir iç turizm hareketi olan toplu adak yerleri gezileri, toplumsal tarihimizin unutturulmaması gereken renklerinden ve zenginliklerindendir.
Adamızı ilk otobüslerin onurlandırdığı 40’lı yılların başında gelişmeye başlayan bu gelenek, otobüsçülük sektörünü de canlandırarak 60’lı yılların başına dek sürer. Otobüslerden önce hayvanlı araçlarla mı sürdürülürdü o gelenek? Araştırılmalı doğrusu, araştırılmaya değer.
60’ların başında neden son buldu bu gelenek?
İki yanıtı var sorumuzun:
Birincisi toplumlararası çatışmaların şiddetlenmesi ve Türk halkının korunma kaygısıyla gettolara kapanması. İkincisi ise toplu taşımacılıktan özel araçlı taşımacılığa geçilmesi ve herkesin kendi özel ulaşım olanağına kavuşması…
Adak yerlerinin toplu olarak ziyaret edilmesi genellikle eskilerin “Hacılar Bayramı” da dediği Kurban Bayramlarında oldukça yoğunlaşır ve patlamaya dönüşürdü.
O toplu ziyaretlere en fazla ilgi gösterenler Baflılar ve Leymosunlulardı.
Saatte 35 – 40 mil hız yapan otobüslerin kiralanmasından sonra başkent Lefkoşa’ya doğru topluca yola çıkılırdı. İlk mola Geçitkale’de verilirdi…
Otobüslerin motorları kaportalar açılarak soğumaya bırakılırken, kadınlı – erkekli gruplar eski adı “Köfünye” ya da “Skarino” olan şirin köydeki iki restoranda sabah kahvaltısına otururdu. Karşılıklı restoranların biri Türklere, öteki Rumlara aitti.
Başkent Lefkoşa’ya ulaşıldığında adak yolcuları ayaklarının tozuyla önce güzergâhtaki Bayraktar ve Ömeriye camilerini, arkasından Selimiye Camii ile Mevlevi Tekkesi’ni ziyaret ederlerdi. Mevlevi dervişlerinin seması varsa izlenir, yoksa Girne’ye dümen kırılırdı… Öğle yemeği molası için tercih edilen yer Lapta Başpınarı’dır. O günlerde gürül gürül akan ve suyuna konulan karpuzları soğuğuyla patlatan bir pınar!.. Lambusa efsanesinin gölgesinde!..
Oradaki yemek süresinin kısa tutulmasına özen gösterilirdi. Çünkü Hazreti Ömer Türbesi’ne yüz sürülüp adaklarda bulunulmasından sonra gecelemek için Lefkoşa’ya dönülmesi gerekirdi. Lefkoşa’daki konaklamalar ya yakın akraba evlerinde, ya da birkaç mütevazı otelde yapılırdı.
Gecelemenin arkasından, sabahın erken saatlerinde Karpaz’ın ucundaki Apostolos Andreas’a doğru  bir uzun yolculuk  başlardı… Lefkoşa’nın çıkışında, o zamanki adı “Timbu” olan Ercan Havaalanı yöresindeki Kırklar Türbesi’ni ziyaret, programın vazgeçilmeziydi. Orası, Arap akınlarında şehit düşen 40 savaşçının sıra mezarlarını barındıran kutsal bir mekân… Larnaka programında, geniş ve serin bahçesinde öğle yemeğinin alınacağı Hala Sultan Tekkesi, arkasından da Turabi Dede Türbesi vardı. Yine Arap akınlarında atından düşüp şehit olan Hazreti Muhammed’in halası Ümmü Haram’ın türbesini içerir o tekke…
Selvi ve limon ağaçları altıdaki toplu yemekte, herkes beraberinde getirdiği azığı ortaya koyardı. Hala Sultan, Larnaka Tuz Gölü’nün sisi içinde kaybolurken, otobüsler yorucu bir yolculukla Karpaz’a yönelirdi bu kez… Burunun en ucundaki Apostolos Andreas Manastırı’na varıldığında, artık güneş batmak üzeredir.
Manastırın Ortodoks Rum papazları, sıcak bir konukseverlikle, içten karşılarlardı Müslüman Türkleri: “Galosorises, galosorises!”
“Müslümanların bir Ortodoks ibadetgâhında ne işi var?” sorusu, her zaman çoğu kişinin kafasını kurcalamıştır.
Kutsal topraklardan Hazreti İsa’nın havarisi olarak gelip 2000 küsur yıl önce Kıbrıs’ta inanç misyonerliği yapan Aziz Andreas, dinlere duyarlı Türk halkının hep saygısını toplamıştır. İnançlara saygılı Osmanlı anlayışının engin hoşgörüsü de, bu eğilimde etken olmuştur hiç kuşkusuz…
Ne ki, manastırın Osmanlı geleneğinde daha başka özellikleri de var. Kıbrıs’ın 1571’de fethi sırasında bölgedeki vuruşmalarda şehit düşen 3 yüksek rütbeli Türk askeri manastır dolaylarında defnedilmiştir… Dahası, çetin savaşlar boyunca Karpaz Burnu’nun o yöresindeki granit kayalıklar yontulup top mermisi olarak kullanılmıştı. Apostolos Andreas’ın Müslüman Türkler tarafından geleneksel ziyaretgâha dönüştürülmesinin kaynağında bu tarihi yaşanmışlıklar da vardı, çoğu kişi farkında olmasa da…
Adak ziyaretçileri, son durakları olan manastırda konuklar için ayrılmış sade lojmanlarda geçirirlerdi geceyi… Bu Karpaz konaklamasında topluluğun getirdiği azık, papazlarla paylaşılırdı. Papazlar ise kendi üretimleri olan süt, yumurta, ekmek, peksemet, pilavuna  ikramında bulunurlardı…
Geleneksel adak yerleri turlamasından sonra huzura kavuşanlar, neşe ve mutluluk içinde evlerine doğru dönüş yolculuğuna çıkarlardı. Otobüslerle geçtikleri yerleri şarkılar, türküler ve çalgılarla çınlatırlardı. Onları izleyenler “adakçılar geçiyor” derlerdi. Çocuklara, akrabaya ve eşe – dosta götürdükleri armağanlar nedeniyle, evlerinde dört gözle beklenen adakçılar, ziyaret ettikleri yerlerdeki insanları da kestikleri ve etini dağıttıkları kurbanlarla mutlu etmişlerdir, yıllar boyunca… Ta 1964’e dek!..

 

(Anılar dizisi “Naftalin Kokulu Kıbrıs” adlı kitabımdan.)

Bayramın nostaljik yazısı…
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.