
Bad-el harab-ül Basra… Ya da gelin bu ünlü deyimi güncelleştirelim: Bad-el harab-ül Cenevre… Beklenen aynen oldu… Cenevre zirvesi fare bile doğurmadı…
Türk halkına karşı zalimce uygulanmada tutulan ambargolara el atmak çok mu radikal bir yaklaşım olurdu?..
Aylardır gereksiz heyecanı yaşanan Cenevre zirvesinden çıka çıka o sıradan tavsiyelerin çıkması siyasal çözüm isteksizliğinin de, zirve toplantılarının da fiyasko olabileceğinin altını yeniden çizdi… Neymiş bu tavsiyeler?.. 4 yeni kapı açılması / Gençlik komitesi kurulması / Enerji alanında işbirliğinin geliştirilmesi / Mayınların temizlenmesi / Maden kirliliğinin temizlenmesi / Mezarlık restorasyonu / İklim değişikliği komitesi kurulması…
8’nci madde olarak keşke bir de “Birlikte zivaniya içme komitesi kurulması” eklenseydi!…
Bu sıradan tavsiyeleri üretebilmek, ki zaten hep konuşulurdu, Kıbrıs’ta da mümkün iken, BM eliyle Cenevre’deki pahalı şov düzenlendi…
Kanaatim o ki, Temmuz’da yapılması karar altına alınan toplantıda herhalde “karşılıklı zivaniya içme komitesi”nin oluşturulması asla ihmal edilmeyecektir!..
Gereğinden fazla önem verilen ve dünyamızı etkileyen çok ciddi küresel sorunlar ortamında dünya gündeminde de ilgi çekmeyen Cenevre buluşmasına akın eden herkes pek de olumlu bir sonuç beklemediğini itiraf noktasında birleşmişti konferans öncesi…
Bu olumsuzluk birlikteliğine rağmen bir Cenevre otelini doldururcasına, oralara o kalabalık gidiş nedendi öyleyse?.. Olumsuzluğa yerinde tanıklık etmek için mi?.. Dostlarla düşmanların bizi alıverişte görebilmeleri için mi?.. Yoksa kalabalık bir Cenevre turuyla çok pahalı İsviçre turizmine katkıda bulunmak için mi?..
Çıkmaz sokakta cereyan eden Cenevre macerasının KKTC ekonomisine döviz bazındaki maliyeti de sorgulanır oldu… Ev sahibi gerçi Birleşmiş Milletler’di, ama turistik ödemeleri bu pahalı eve gidenler yaptı…
Ve farkında mısınız ki, Güney Kıbrıs’ta da olumsuzluğa dair dalga geçilircesine sorular sorulmakta ve yorumlar yapılmaktadır şimdi…
*
Rum Lider Nikos Hristodulidis’in, buluşmadan önce Cenevre konusundaki topluma hitabı büyük ilgisizlikle karşılandı… Reyting yerlerde süründü… Rum halkı “Hadi be sen de!” modundaydı… Besbelli kronikleştirilen Kıbrıs sorununun çözümü konusundaki umutsuzluk karşı tarafa da hakim…
61’nci yılını aşan Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin adımlardan biri daha bekleneni pek de veremedi… Zaten beklenen ne vardı ki somut olarak?..
*
Cenevre deneyiminin de ışığında bundan sonra organize edilecek olası yeni buluşmalar çözüme dair bir umut kapısı açar mı, açmaz mı?
Bu belirsiz konu pek bilinmez… Ama kesinlikle bilinen bir şey vardır… O da hem sürüp gidecek kronik çözümsüzlüğe karşı ve hem de toplumsal esenliğimiz adına kendi evimizi planlı, programlı, kararlı ve bilinçli biçimde düzenlemek ve güçlendirmektir… Evimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’dir… Biz kendi işimize bakalım…
Hayal bu ya; tutun ki, gün gele Kıbrıs sorununda er ya da geç, sürpriz bir çözüme ulaşıldı… Peki Türk halkı ne kadar hazırdır olası bir çözüme?..
Diyeceğim şu ki, 1960 anlaşmasıyla “Türk – Rum ortaklık cumhuriyeti” gibi pamuk ipliğine bağlı bir formül oluşurken buna ne kadar hazırsaydık, şimdilerde olası bir çözüm formülü için de, işte o kadar hazırız günümüzde…
*
Ekonomimizi de olumsuz etkileyen toplumsal manzaramıza bir bakalım: Ehil ve liyakatli bürokrasi kadrolarından yoksun olduğumuz kadar, bilhassa ara eleman kadrolarından ve düz işçi kadrolarından da yoksunuz… Olası bir çözümde işçi ve emek gücü ile ara eleman ekiplerini de içinde barındıran yabancı taşıma nüfusun adada kalmasına tabii ki izin verilmeyecek… Orijinal Kıbrıs Türk nüfusu ise iş gücü ve ara eleman yaratma kabiliyetini çoktan yitirdi… Tüm bu işleri dışarıdan gelenlere havale etmiş durumdayız… Nasıl da ağa ruhluymuşuz böyle!.. İş yerlerini ve dükkânları bile Türkçe bilmeyen çalışanlara emanet etmekteyiz…
Kıbrıs Türk kökenli işçimiz yok, çalışanımız yok, ara elemanımız yok, ama devlet kadrolarını patlatırcasına doldurduğumuz kalabalık memur nüfusumuz var, maşallah!… Memurluğun cazibesiyle yeteri kadar üreticimiz de kalmadı… Üretim alanlarını bırakanlar, terk edenler memuriyetin rehavetine koştu ve de koşmakta…
*
Olası bir siyasal çözüme bu durumlarda yakalamamız halinde, organize Rum gücünün bizi kısa sürede yere sereceğinin hiç mi farkında değiliz?..
Öncelikle yapmamız gereken meslek okullarımızı ve çıraklık eğitimlerimizi milli eğitimin ve iş hayatının cazibe merkezine dönüştürmektir… Gelgelelim, henüz o çaba da yok görünürde… Emek, üretim ve ara eleman gücümüz gittikçe kan kaybetmektedir…
Ve bilelim ki sürdürülebilir hakkaniyetli siyasal bir çözümün önündeki en büyük engel de kendi elimizle yarattığımız bu toplumsal zafiyettir…
Yorumlar kapalı.