Ahmet Tolgay

Altan Yavuz’un gözyaşları / “Cüneyt Arkın” adlı ikon







   DR. ALTAN YAVUZ’UN GÖZYAŞLARI: Hastalığı dolayısıyla can dostu ve dava arkadaşı Lütfi Özter’in Cumhuriyet Meclisi’ndeki ve kabristanlıktaki cenaze törenlerine katılamayan UBP eski milletvekillerinden ve tıp dünyamızın efsaneleşmiş hekimlerinden Dr. Altan Yavuz ülkesine hizmetle yüklü yoğun yaşamının en üzgün ve en kırgın döneminde… Beni telefonda aradığında ve anılarını da anlattığında ağlıyordu…
   Onun bu ağlama haline bir de ortak dostumuz Bilbay Eminoğlu’nu hiç yüzünden yitirdiğimizde tanık olmuştum… Eminoğlu’nun acilen kaldırıldığı hastanede tıbben ihmale uğradığını düşünüyor ve “Keşke haberim olsaydı, o benim özel hastamdı” diye hayıflanıyordu… Kucaklaşarak birlikte ağlamıştık Eminoğlu’nun tabutu başında…
   Hem Lütfi Özter’in kaybından ve hem de toplumu sarmalamakta olan çürümüşlüklerden dolayı derin üzüntüler içinde… Zaten çok duyarlı bir beyefendi…
   Sosyal Sigortaların yasallaşıp kurumsallaşması için Özter’le birlikte verdikleri çetin savaşım sırasında zamanın bazı yetkili bakanlarının çıkardıkları engelleyici sorunları anlatırken “sizi kabul etme lûtfunda bulundum” bile diyenlerin olduğunu en acılı ses tonuyla açıklarken, bu kurumun bugün içine sürüklendiği açmazlardan dolayı da “ah” çekiyordu…
   Çoğunu burada aktaramadığım o söyledikleri konusunda yazılacak ve yorumlanacak çok şeyler var Altan Yavuz abimizin… Ama kimi yakınmaları da toplumu çürüten bir diğer önemli erdemsizlik olan vefasızlığın altını çizmektedir… Çoğumuz gibi o da “Bir zamanlar dayanışma destanı yazan bu toplum bu durumlara nasıl sürüklendi?” sorgulamasındadır çok haklı olarak…
   Eski parlamenter Dr. Altan Yavuz, çok ciddi bir hastalığın nekahet dönemindedir…  İnsanlara tıka basa bir düzensizlikte tıp hizmeti verme uğraşındaki Lefkoşa Trenyolu Polikliniğine tahlilleri için gidip gelirken bulaştığı Korona’nın en ağır darbesini yiyen emektar hekimimiz, eşini ve çocuklarını bile tanıyamadığı acılı ve yoğun bakım sürecinin olağanüstü sıkıntılarını seslendirirken, yetersiz tıp hizmetlerimizin altını da önemle çizmektedir… Ve bu konuda sosyal medya ortamında ilgili devlet yetkililerine yaptığı “açık mektup” nitelikli uyarılara hiç ilgi gösterilmediğinden sitem etmektedir… “Uyarılarıma ve yorumlarıma tek bir dönüş bile alamadım” diyor bu eski parlamenterimiz… 
   Korona’nın ağır darbesini halâ atlatamadığından hekimliği de bırakıp tedavisine evinde sevgili ailesiyle dayanışarak özen gösteriyor… Ve bu durumda bile aklı halâ hastalarında…  “Bu acılı ve sıkıntılı süreçte yok yere kaybettiğim sayısız hastam var. Hastalıklarına gösterdiğim özel ilgimle yaşama tutunabiliyorlardı. Onların yasını da tutmaktayım şimdi” derken, derin elemi hıçkırıklara dönüşüyordu…
   “Ne olursan ol, ama önce insan ol” ilkesinin hızla bozulmakta olan toplumumuzdaki son temsilcilerinden biri olan Dr. Altan Yavuz abimize derin sevgilerimi, saygılarımı ve şükranlarımı iletirim… Yıllar önce Cumhuriyet Meclisi Başkanlığı Özel Kalem Müdürlüğü görevim sırasında kaptığım bir bulaş yüzünden evimde yarı koma halinde yatarken birdenbire başucumda beliren Altan abim beni de etkin ve insancıl müdahalesiyle sağlığıma kavuşturmuştu… Nasıl unutabilirim?.
   Minnet ve şükran sana değerli tıp insanımız… Ve en gönülden duygularımla büyük bir geçmiş olsun… Sen ülkene ve halkına borcunu fazlasıyla ödedin, halkçı Dr. Altan Yavuz, sakın bu konuda üzülme… varsın bunun bilincinde olmayanlar üzülsün, eğer ruhları varsa…
                                ***
   CÜNEYT ARKIN BİR NESLİN İKONUYDU: Fatma Girik, birçok filmdeki rol arkadaşı ve içinde bulundukları zor gösteri dünyasındaki kader arkadaşıydı… 1974’teki Türk Barış Harekâtı’nın barut dumanları henüz dağılmadan birlikte Kıbrıs’a da gelmişler  ve “Önce Vatan” filminin başrollerini savaşın geçtiği alanlarda Duygu Sağıroğlu’nun yönetmenliğinde çekmişlerdi… O filmde çok sayıda Kıbrıslı Türk yan karakterlerde ya da figüran olarak rol aldı… Kader arkadaşının ölüm haberini aldığında sarsıla sarsıla ağlamış ve “Bekle beni Fatma, yakında yanına geliyorum” demişti…
   Ambulansla hastaneye kaldırılmasına karşın duran kalbi yeniden çalıştırılamayan Yeşilçam’ın unutulmaz sanatçısı Arkın’ın ölümü Türk ulusunu yasa boğdu… “Gurbet Kuşları”, “Maden” ve “Öğretmen Kemal” gibi toplumcu filmlerinde başrol kahramanı olan emektar sanatçı Eskişehir’in bir köyünde, Kırım’dan göç etmiş yoksul bir ailenin çocuğu olarak 1937 yılında doğdu… Yokluk içinde büyüdü. Kimliğinde Fahrettin Cüreklibatur yazıyordu. Bir dönem kendisine rehberlik eden donanımlı gazeteci Vecdi Benderli, zamanın jönü Cüneyt Gökçer’den “Cüneyt”; Ramazan Arkın’dan da “Arkın” isimlerini alıp “Cüneyt Arkın” ismini yarattı. Sinema yaşamı başladığında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisiydi…
   Efsanemiz Dr. Ayten Berkalp’ımız “Fahrettin bizim sınıf arkadaşımızdı. Çok efendi, saygılı bir köy çocuğuydu. Zekiydi… Zaten zeki olmasa İstanbul Tıp Fakültesi sınavını yüksek puanla kazanamazdı” demişti bana… Bir kadavranın başında çekilmiş fotoğraflarını “Dr. Ayten’in Romanı” adlı biyografik kitabıma yerleştirmem için vermişti. O fotoğraf halen kitabın sayfaları arasındadır… 
   Asıl mesleği olan doktorluğu çok kısa bir süre yapan Arkın, 1963 yılında “Artist” dergisinin düzenlediği sinema artisti yarışmasına arkadaşlarının teşvikiyle girdi ve birincilik aldı. Kariyerindeki dönüm noktası 1963’te askerliğini yaparken Eskişehir Birinci Hava Jet Üssü’nde yönetmen Halit Refiğ ile tanışması oldu. Üs komutanı, filmcilerle ilgilenme görevini ona vermişti… Refiğ orada Göksel Arsoy, Ekrem Bora ve Leyla Sayar’lı “Şafak Bekçileri”ni çekiyordu…  Askerlik bitince, 1964’te Halit Refiğ’in “Gurbet kuşları” filmiyle sinemaya adım attı.
   1964’te Tıp Fakültesi’nde tanıştığı Güler Mocan ile evlendi, 1966’da kızları Filiz dünyaya geldi. Yeşilçam’ın dört yapraklı yoncası Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik ve Filiz Akın ile onlarca filmde rol aldı. Önceleri romantik filmlerle tanındı, ancak asıl ününe “Malkoçoğlu” filmiyle ulaştı. “Malkoçoğlu”, milyonlarca seyirciyi sinema salonlarına çeken bir seriye, Arkın da aksiyon ve tarihi konulu filmlerinin bir numaralı aktörüne dönüştü.
   Tehlikeli sahnelerde dublör kullanmayı “seyirciyi kandırmak” olarak görüyordu.  Bu nedenle filmlerinde dublör kullanmadı, riskli çekimler sırasında hayatını hiçe saydı. Çeşitli ağır sakatlanmalar yaşadı…  Onlarca adamı yıktığı dövüş sahneleri izleyicilerin akıllarına kazındı. İlerleyen yıllarda, çekilen filmlere önemli yatırımlar yapıldığı için yapımcılar ona sözleşmelerinde “dublör kullanma şartı”nı koymaya başladılar…
   Küfi Birinci bana attığı mesajda şu anekdotunu paylaştı bu konuda: “Allah rahmet eylesin, Kıbrıs’ta, rahmetli Fatma Girik ile çektiği ‘Önce Vatan’ isimli, bizim de figüran olarak oynadığımız filmde, arkadaşımız Tolgay Hasan Avcanok, nam-ı diğer, Hasan Abbas, bir damdan atlama sahnesinde ona düblörlük yapmıştı….”
   Gençliği kötü alışkanlıklardan ve özellikle uyuşturucunun sarmalından kurtarma adına önemli etkinliklere gönüllülükle katılan Arkın, 1970 yılında ikinci evliliğini Betül Cüreklibatır ile yaptı. Murat ve Kaan adlı iki oğlu dünyaya geldi. Murat Arkın da babasının izinden gitti ve oyuncu oldu.

 

Altan Yavuz’un gözyaşları / “Cüneyt Arkın” adlı ikon
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.