“Sağlık sadece hastalık ya da sakatlığın yokluğu olmayıp, fiziksel, zihinsel ve sosyal yönden tam bir iyilik halini içerir ve tüm bunlar yaşamlarının biyolojik olduğu kadar sosyal, ekonomik ve siyasi çerçevesiyle de belirlenir” (Birleşmiş Milletler Acil Eylem Planı)
Psikolog Ayla KAHRAMAN
RUH sağlığı, yaşama karşı insanın kurduğu dengedir. Bu kurulan denge; kararlarımızı belirler, olayları algılayışımıza yön verir. Düşünce, duygu ve davranışlarımıza yön veren yaşam dengesini kurmamız; kendimizi ve dünyamızı nasıl algıladığımızla yakından ilgilidir. Bu insanlarla kurduğumuz ilişkide ve kendimizi algılayış biçimimizde kendini gösterir.
Araştırmalara göre kadınlarda daha fazla görülen ruh sağlığı problemleri, anksiyete bozuklukları (panik bozukluklar, sosyal fobi gibi), depresyon, yeme bozuklukları, intihar eğilimi ve post travmatik stres bozukluklarıdır. Kadının ruh sağlığını tehdit eden pek çok faktörden söz edilebilir. Bunların bir kısmı, yaşam döngüsü içinde beklenir, normal karşılanır. Evlilik, hamilelik, doğum sonrası, menopoz gibi yeni duruma uyum gerektiren yaşantılar bunların arasındadır. Var olmanın bu yokuşları başımızı döndürse de; yaşamanın, gelişmenin, dünyaya iz bırakmanın ödülüyle yolumuza devam ederiz.
Bunların dışında bütün insanlık tarihinin, yaşadığımız dünyanın ve toplumun biz kadınlara sunduğu sorunlar vardır. Bunların bazıları “adet, gelenek” kılığında gelir: Kadınsın, kadınlığın görevi bunlar. Çalışsan dahi, evin hanımı sensin. Yemek, bulaşık, ütü senin esas görevin. Çocukları da sen doğurdun, sen bakacaksın ve uykusuz kalmayı göze alacaksın. Bak şarkısı bile var ‘çocuk da yaparım, kariyer de’. Demek ki bazı kadınlar başarıyor. “Bazı sorunlar ise sanki bizim tercihimiz imiş gibi değerlendirilir. “ Kendin ettin kendin buldun. Çalışmayı sen istedin. Kimseden yardım bekleme. Evdeki görevlerini yapmak zorundasın. Beceremeyeceksen, bırak işi, otur evinde”.
Bazı sorunları ise “sadece kadın” olduğu için yaşamaktadır. Şiddete katlanmak, onun benliğini yavaşça yok etmesine izin vermek gibi. Kadının dövülmesini olağan karşılayan bakış açıları ile doludur dünya. Haddini aşarsa, yerini öğretmek amacını güder bu saldırılar. Bunun yanında daha güçlü olanın herhangi bir nedene dayanması gerekmeyen saldırılarına ve şiddet eğilimine de boyun eğer. Bir kurban olarak. İstenmeyen gebeliklerle uğraşmak ve sorumluluğunu taşımak, tek bir eşle yaşasa bile; cinsel hastalıklara maruz kalmak hatta bu nedenle ölmek. Hele bir de kadının aslında idare edilmesi, yönetilmesi gerektiğine, kendi başına kalırsa başına işler açabileceğine inanan bir kültürün üyesi ise bırakın kimlik geliştirmeyi, kimliksiz olmayı tercih etmek zorunda kalacaktır.
İş hayatında ilerlemek için verdiği mücadele çoğu zaman erkek egemenliğine takılabilir.
Nihayetinde ilerlemeyi başardığında takdir edilmeyebilir. Üstelik, evdeki beklentileri yerine getiremediğinde “kötü ev kadını, ilgisiz anne ya da eş” olarak kendi kendini değerlendirmeye başlar. Dışarıda çalışmıyorsa, ev hanımı ise bu defa da “üretmeyen, hazıra konan” bir birey olarak değerlendirilir. Beceriyle yönettiği evi, titizlikle yetiştirdiği çocukları üretimden sayılmaz. Ev kadınının rutin ev işleri ruh sağlığı açısından bir tuzaktır. Araştırmalar, evin içinde rutin ev işleriyle zaman geçiren kadınların daha sıklıkla depresyona yakalandıklarını göstermekte.
Kültürün kadına ve erkeğe verdiği roller ve sorumluluklar ve bunların ortaya çıkardığı güç ilişkisi toplumdan topluma değişiklik gösterir. Bununla birlikte ortak nokta günümüzde kadının görev ve sorumluluklarında olan artıştır. Başlangıçta kadının toplumsal yaşamdaki “eşit birey” konumuna ulaştığının kanıtı olarak algılanan hatta kadının benlik algısının gelişimi için gerekli olan bu roller; “aşırı rol yüklemesi” denilen bir dışa vurumla ruh sağlığını tehdit eder bir tehlike yaratabilmektedir. Bunun temelindeki neden; kadının ondan beklenen çok farklı rolleri yerine getirmeye çalışırken; yaşamı üzerindeki kontrolü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmasıdır. İş hayatında kendini kabul ettirmek, kariyerini devam ettirmek, iyi bir gelir elde etmenin yanında; “anne”, “eş”, ”ev kadını”, “evlat”, “gelin” rolleriyle ilgili olarak; toplumsal beklentileri de gerçekleştirmek zorundadır. Bu beklentiler kadının ruh sağlığı açısından tehdit unsuru taşır. Toplumsal beklentileri karşılamakta zorlanan kadın, itilmekte dışlanmakta hatta ekonomik bağımsızlığı elinden alınabilmektedir. Ruh sağlığındaki bozulma yada yaralanma çoğu zaman hoşgörü ve anlayış bulmaz; aksine, ayıplanır, dışlanır hatta damgalanır. Çocuklarından uzaklaştırılabilir, terk edilebilir, toplumsal yaşamdan izole edilebilir, fiziksel şiddete maruz kalabilir.
Ruh sağlığının bozulmasında rol oynayan nedenlerin içinde kadının taşımak zorunda kaldığı bu yüklerin önemli bir yeri vardır. Aslında, anne olmak, kariyer yapmak, para kazanmak uyum ve doyum içindeki bir evliliği yaşamak “yük” olarak adlandırılmamalı. Ancak, bu rollere yönelik aşırı beklentiler, kadının yaşamla dengesini bozacak, onu yetersizlik düşüncelerine sürükleyecek ve kendilik algısını paramparça edecek bir ağırlık taşımakta. Beklentiler, kaynağını ve gücünü toplumsal ve kültürel yapımızdan aldığı için, kadının ruhsal yapısı üzerinde bu kadar etkilidir. Çocukluktan beri öğrendiklerimiz ve yaşadıklarımız; kendi benliğimiz ve dış dünya arasında kurduğumuz dengeyi oluşturan inançlarımızı etkiler. Dengeyi bozmamak adına kendimizi zorlarız ve bizden beklenenleri yerine getirmeye çalışırız. Kendimize, benlik olarak ihtiyaç duyduklarımıza ve yapabileceklerimize fırsat tanımadan dengede durmak ise boşuna bir çabadır.
Üretebilmek; kadın ruh sağlığı açısından gerekli bir koşuldur. Benlik değerinin gelişmesi ve dünya ile dengeli bir köprü kurabilmek için de önemlidir. Özellikle ev hanımlarının rutin ev yaşamından bir an önce kurtulmaları ve potansiyel ve ilgilerine yönelik yenilikleri yaşamlarına katmaları gerekiyor. Çalışan kadın da “Her şeyi başarabilmeli, tek kişilik bir ordu olabilmeliyim” yanlışına düşmemelidir.
Kadının kişiliği, kimliği, ruhsal ve kişilik yapısı; toplumsal yapının etkisi altındadır. Toplumun kadına, cinselliğine, analığına bakışı; kadının kendilik algısını ve toplumsal konumunu oluşturmada etkili oluyor. Toplumsal beklentilere uygun davranmaya; belitli ölçütlere göre rollerini oynamaya çalışan kadın bu kez de kendine yabancılaşıyor, iç dengesi sarsılıyor.
Sonuçta, aşırı rol yüklemesinin ruh sağlığı için bir tehdit taşıdığı ortadadır. Önemli olan, benlik algısını güçlendiren kadının potansiyeline uygun dışa vurumlarını toplumsal hak ve özgürlükler olarak yansıtmasıdır.
Yorumlar kapalı.