Münevver Nizam Kahvecisoy
Galapagos Adaları; dünyanın en bakir, el değmemiş toprakları, dokunulmayan vahşi yaşamı ve halen canlı volkanları ile eşsiz ve benzersiz bir floraya ve faunaya sahip, tanıdık ve bildik dünyanın dışında tamamen yabancı bir coğrafya.
Galapagos Adaları,16. yüzyılın sonlarına kadar bilinmeyen topraklarda (Terra İncognito) keşfedilmemiş, Pasifik Okyanusu içerisinde dalgalar ile ıslanıp volkanlar ile kavrulmaktaydı. Adalara kimler ayak basmadı ki, Moby Dick’in yazarı Herman Melville, Robinson Crouse kahramanı, Alexander Selkirk ve hepimizin çok yakından tanıdığı meşhur ‘Türlerin Kökeni’ kitabı ile bilinen, evrim teorisinin sahibi Charles Darwin…
Tabii ki bu adalar insanları ile anılmıyor. İspanyolca dilinde atın dört nala koşmasından (galope) türeyen ismi ile uzun yıllar sahipsiz kalmış. Daha sonra adalara Ekvador Devleti sahip çıkarak kendisine bağlamış. Ekvador’un yaklaşık bin kilometre batısında yer alan 14 büyük ada, 8 daha küçük ada ve 40 minik adacıktan oluşmaktadır. Dev kaplumbağalara, kara ve deniz iguanalarına, albatros, frigat, mavi ayaklı sümsük kuşlarına (booby), flamingo, dost canlısı deniz aslanlarına, pelikan, penguen, balina, yunus, köpek balıkları ile her adanın kendine özgü gaga tipi ile Evrim Teorisi’nin dayandığı Darwin İspinozları’na (Galapagos İspinozu) ev sahipliği yapmakta. Bununla birlikte zengin ve kendine özgü bitki örtüsü, binlerce yıllık lav döküntüleri ve muhteşem etkileyiciliğe sahip şahane doğal güzellikleri ile mutlaka görülmesi gereken yerlerden.
Bizim bu el değmemiş topraklara yolculuğumuz Ekvador’un başkenti Quito’dan başladı. Bu adalar için yazıştığımız yerel şirketlerden altığımız astronomik fiyatlardan dolayı adalara gitmekten defalarca vazgeçtik ancak içimizde her an büyüyen keşfetme ve görme arzusu vardı. Tek bildiğimiz şey bu adalara kesinlikle ayak basmamız gerektiği ve bize sunulan fiyatlar kadar cebimizde para olmadığı… Bu nedenle risk almaya karar verdik. Quito’ya gittiğimizde ne gece kalacak yerimiz ne de tanıdığımız bir kimse vardı sadece Galapagos yolculuğu için elimizde internetten bulduğumuz bir adres ile hayatımızda oldukça derin izler bırakacak olan bir deneyimin ilk adımlarını attık. Elimizdeki kağıtta adresi yazan tur şirketine giderek Galapagos adalarının en çok tercih edilen yolu olan küçük gemiler ile tur ayarlama girişiminde bulunduk. Ancak son dakika olmasına rağmen, ki genelde son dakika turlarında oldukça fazla indirim alabileceğimizi öğrenmiştik, bütçemize göre tur bulamadık. Buna rağmen içimizde dev gibi büyüyen arzuyu bastıramadık ve Galapagos Adaları’na uçak biletimizi alarak hiçbir tur ayarlamadan ertesi günkü üç saatlik uçuşumuza hazırlandık.
Uçağımız Galapagos’un Baltra Adası’na indiğinde içimizde gerçekten tarifsiz bir heyecan vardı. Yukarıdan tamamen bakir görünen, mavinin, yeşilin ve kahverenginin en güzel tonlarına sahip bu adaları keşfetme hissi ile Galapagos’a indik. Havalimanının neredeyse tamamı ahşaptandı. İlk önce sırt çantalarımız didik didik arandı; bunun nedeni adanın ekosistemini bozacak herhangi bir meyve, sebze veya bitkinin adalara girişinin önüne geçilmesi. Sırt çantalarımızı alıp, adanın karşısına Itacabaca kanalını bot içine binen otobüsümüzün içinde geçerek, Santa Cruz adasına geldik. Mavi ve yeşilin en güzel tonları ile siyahlaşmış lav artıkları arasından yol alarak, Puerto Ayora’ya vardık. Buradan Galapagos Adaları’nın en büyüğü olan Isabella Adası’na bir gemi ile geçtik. Burası bizim ülkemizden en uzak olduğumuz noktaydı… Tabii ki Isabella Adası Santa Cruz Adasına göre daha bakir durmaktaydı. Puerto Villamil kasabasının asfalt yüzü görmemiş sokaklarına çıktığımızda gece kalacak otelimiz dahi yoktu ve bu bakir, el değmemiş topraklarda dört yanımız vahşi doğanın kıyısı ile çevrili iken küçük ve güzel bir otele yerleştik.
Otele yerleştikten sonra yakınlarda flamingoların konakladığı gölete doğru yol aldık. Doğanın sesini orada dinlerken, güneş devasa gövdesini mavi okyanusun üzerine o kadar güzel deviriyordu ki, o an orda yaşadığımız eşsiz huzurun tarifi yok.
Ertesi gün erken kalkarak, ilk gün hostel ararken ayarladığımız kamyondan bozma aracımıza binip Isabella Adası’nın derinliklerine açıldık. Yol bizi halen için için tütmekte olan Sierra Negro Volkanı’nın yakınlarına getirdi. Araç, yol olarak görebildiğimiz toprak zeminde gidebileceği son noktada durup bizi indirdi. Etrafın yeşil ahengi, bize tamamen yabancı bitki örtüsü ile attığımız her adım daha da ilginçti. Altımızda yavaş yavaş yükselen arazi bizi, 535,000 yıllık genç sayılabilecek ve halen dumanı tüten volkanın ağzına getirdi. Uçsuz bucaksız,simsiyah, kavruk ve kısır arazi bize bir o kadar yabancı ve bir o kadar da hayranlık uyandırıcıydı. En son 2005 yılında patlayan volkanı derin uykusundan uyandırmamaya özen göstererek, yola devam ettik. Adanın kuzeyine doğru yol alıp üzerine insanoğlunun pek ayak basmadığı İsla Fernandina Adası’nın bakir manzarasını izleyerek geri döndük.
Hostelimize öğleden sonra gelip, hemen kıyıda bir başka sandala atlayıp, şnorkelle Galapagos’un zengin sualtı yaşamının olduğu sulara daldık. Kasım ayında olmamız o coğrafyada dahi kendini hissettirmişti. Su gerçekten soğuktu. Yakınımızdaki kayalıklarda güneşlenen ve ara sıra burnundan su püskürten ve suya atlayıp duran deniz iguanaları, bizi kıskandırırcasına suyun altında çeşitli gösteriler sunan dost canlısı deniz aslanları, beyaz kuyruklu korkutucu ama zararsız köpekbalıkları, devasa su kaplumbağaları ve adını bilmediğimiz bir sürü canlı… O anı biz mi yaşıyorduk yoksa bir National Geographic belgeseli mi izliyorduk? Denizin üzeri kadar denizin altında da yaşam püskürüyordu. Bu coğrafyada tek yabancı varlık insanoğluydu ve iyi ki öyleydi…
Ertesi gün yol yine bizi Santa Cruz adasına götürdü. Santa Cruz Adası, Galapagos’un diğer adalarına göre insanlar tarafından daha fazla işgal edilmiş durumda. Burada ayarladığımız tur ile dev kaplumbağaları görmeye gittik. Asırlık ömürleri, devasa boyutları ile bu canlılar, yavaş ve umursamaz bir şekilde adanın dört bir tarafına yayılmış durumda. Küçük kamyonetimizde 20 km gitmemizin kaplumbağaların aniden karşımıza çıkabileceğinden onlara zarar vermemek adına olduğunu İspanyol aksanı ile güler yüzlü şoförümüzden öğrendik, ayrıca tabelalar da bizi bu konuda bilgilendiriyordu. Endemik ve farklı birçok bitki ve garip görünümlü kuşları izleyerek turu tamamladık. Geri döndüğümüzde Tortuga Körfezi’ne gittik. Beyaza yakın kumları, mangrovları, altında umursamazca yatan iguana ve deniz aslanları ile muhteşem bir plaj. Dingin ve berrak sularda yüzüp bembeyaz kumların tadını çıkardık. Dalgaların yavaşça kıyıyı dövdüğü bu kumsalda uzun uzun yürürken, vahşi doğanın arasında kaybolduk.
Yine ertesi günün sabahında yata binip, okyanusun derin sularına açılıp diğer küçük adaları keşfe çıktık. Kıyı boyunca hem yabancı hem de artık gözümüzün alıştığı iguanaların umursamaz bakışları arasında yavaşça yol aldık. İlk durağımız kuşları ile bilinen Baltra Adası oldu. Bu adada, kırmızı boğazlarını bir balon misali şişiren firiger kuşları ile mavi ayaklı sümsük kuşlarını (Bobbies) gördük. Bu sefer evde koltuğumuzda oturup bir belgesel izlemiyorduk, biz o belgeseli yaşıyorduk… Geri dönüş yolunda Galapagos Ulusal Parkı’nda inip etrafı gezdik ve hayatımızın en güzel dondurmasını burada yedik. Gece olana kadar etrafı dolaştıktan sonra ara sokakta kurulan restoranların birinde oldukça uygun fiyata taze ıstakoz ve balık yedikten sonra son günümüze hazırlanmak için otele geldik.
Son günümüzde yol bizi Russell Crowe’un başrolünü oynadığı, Masters and Commanders filminin birçok sahnesinin çekildiği Bartolome Adası’na getirdi. Sakin ve bulutlu bir gökyüzü altında zaman zaman yüzümüze sakince gülümseyen güneşi izleyerek, adanın çıplak ama muhteşem manzarasını keşfe ve seyre çıktık. Burada her karşımıza çıkan manzara bir öncekini aratmayan ve her defasında ‘mavi, yeşil ve kahverengi daha ne kadar güzel olabilir?’ dedirten bir coğrafyaya sahip. Bu tonların bu kadar güzel ve etkileyici olduğu belki de çok az coğrafya vardır…
Galapagos Adaları son derece sıkı kontrol altında tutulan yerlerden. İnsanların yürüyebileceği ve ziyaret edebileceği her alan işaretlenmiş durumda. Bu adalarda duyduğumuz en güzel cümle şu olmuştu: “BİZ BU ADALARIN SAKİNLERİ DEĞİL, BU CANLILARIN MİSAFİRLERİYİZ.” Biz de Galapagos’ta bulunduğumuz her an bunu düşünerek hareket ettik ve adadan ayrılırken ölmeden önce yapılacaklar listemize bir tik daha atmanın mutluluğunu yaşadık…
Gezmeyle Kalın…
Yorumlar kapalı.